İbadet Ederken Dikkat Etmemiz Gerekenler

İbâdette gizlenen riyâ da şirktir. Riyâ ve gösteriş, insanı neticede şirke kadar götürebilir.Bu sebeple ibadetlerimizde dikkat etmemiz gereken en büyük tuzak riyadır. Amelleri boşa çıkaran ve bizleri helâka sürükleyen riya...

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’den nakledilen şu hadîs-i şerifte riyânın korkunç âkıbeti haber verilmektedir:

“Kıyâmet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olup huzûra getirilir. Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu îtiraf eder. Cenâb-ı Hak;

«–Peki, bunlara karşılık ne yaptın?» buyurur.

«–Şehid düşünceye kadar Sen’in uğrunda cihâd ettim.» diye cevap verir.

«–Yalan söylüyorsun. Sen; ‘babayiğit adam’ desinler diye savaştın, o da denildi.» buyurur.

Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.

Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve îtiraf eder. Ona da;

«–Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın?» diye sorar.

«–İlim öğrendim, öğrettim ve Sen’in rızân için Kur’ân okudum.» cevabını verir.

«–Yalan söylüyorsun. Sen; ‘âlim’ desinler diye ilim öğrendin; ‘Ne güzel okuyor!’ desinler diye Kur’ân okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi.» buyurur.

Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.

(Daha sonra) Allâh’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve îtiraf eder. Cenâb-ı Hak;

«–Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın?» buyurur.

«–Verilmesini sevdiğin, râzı olduğun hiçbir yerden esirgemedim; sadece Sen’in rızânı kazanmak için verdim, harcadım.» der.

«–Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını; ‘Ne cömert adam!’ desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi.» buyurur.

Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.” (Müslim, İmâre 152)

Hadîs-i şerifte; cihad, ilim ve cömertlik misalleri verilmiştir. Demek ki, kullukta hiçbir saha riyâdan emîn değildir. İbâdet dünyamızın her safhası, ihlâs ve samimiyete muhtaçtır.

GÖSTERİŞ İÇİN İBADET ETMENİN TEHLİKELERİ - VİDEO

Bilhassa ilim… Hazret-i Mevlânâ îzâh eder:

İHLÂSSIZ İLİM DE PUT

“Allâh’ın feyzini bekleyen kişi için dinlemek, söylemekten hayırlıdır. Öğrenmek ve öğretmek de bir çeşit şehvettir. Allah yolunda her çeşit şehvet, hayâlî bir puttur.”

“Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; nasıl senin başını putlara secde etmekten kurtardı ise, sen de çalış, O mübâreğin mânevî gücü ile, O’nun mânevî dokusundan hisse almaya gayret ederek; gönlünü, iç putuna tapmaktan kurtar.”

Çünkü kudsî hadîs-i şerifte ifade edildiği üzere;

“Hoca ne güzel ders okutuyor.” denilmesini nefs arzu eder ki, bu da bir çeşit şehvettir. Hâlbuki Hak yolunda bu gibi hevâ ve hevesten geçmek gerekir. Çünkü o heveslerin her biri yolcu için birer puttur.

Şehvet nedir? İnsanı Allah’tan uzaklaştıran bütün nefsânî arzuların genel ifadesidir.

İlim ve tâlim, Allah rızâsı için olursa çok kıymetli bir ibâdettir. Fakat; «Ne çok biliyor ne iyi öğretiyor ne güzel anlatıyor!» desinler diye olursa, nefsin arzu ve iştahlarını Hakk’a ortak kılmak olur ki; bu, gizli şirk sayılmaktadır. Bu sebeple bu emelden vazgeçmeyenler susmalıdır.

Nitekim, İslâm tarihinde, büyük âlimler; iç dünyalarında bu muhasebeyi yapmışlardır. İmâm-ı Gazâlî, yüzlerce talebesi olan, şöhretli bir müderris iken;

“Ben ihlâs içinde miyim? Yoksa Allah rızâsından başka arzuların müşterisi mi oldum?” diye âdetâ mânevî bir buhrana girdi.

Bu hâlden kurtulmak için; medreseden el etek çekip, Şam’da münzevî bir hayata teksif oldu. Nihayet, gönül dünyasını arındırınca; yeniden Allah yolunda hizmete döndü. Lâkin bu sefer tam bir ihlâs ile hizmet etti.

Hazret-i Mevlânâ’nın kendisi de, Selçuklu Medresesi’nin büyük müderrisi olduğu zamanki hâlini; «Hamdım!» diye ifade etmekte, ancak sonraki mânevî çilelerle ulaştığı hâli; «Piştim» ve «Yandım!» sözleriyle anlatmaktadır.

Hayır-hasenat faaliyetleri de riyâdan, kulların fânî alkışlarından fersah fersah uzak durulması gereken bir sahadır.

Meselâ; yaptırılan bir camiye veya bir hayır müessesesine, yaşayan bir kişinin ismini koymak pek doğru değildir.

Lâkin kişi vefât ettikten sonra evlâtları, mirasçıları; bir hayır eseri yaptırıp ona vefât eden büyüklerinin ismini verebilirler. Bunda bir beis yoktur. Çünkü bu, geçmişlerinin rahmetle anılması gayesine mâtuftur. Ayrıca vefât eden kişi nâ­mına enâniyet tehlikesi kalmamıştır.

Yani Cenâb-ı Hak, hâlis-muhlis bir kulluk istemektedir. Riyâ bulaşığıyla mülevves bir karne istememektedir. Hazret-i Mevlânâ şöyle îkāz eder:

NETİCESİ NEREDE?

“«Ben iyi işler işledim. Namaz kıldım, oruç tuttum, kulluk ettim.» deme. Bu arazlardan elde edileni göster.

Gösteriş için Cenâb-ı Hakk’ı zikretmek, külhanda (veya kaldırım kenarlarında) biten yeşilliğe benzer, (faydasızdır, ayaklar altında çiğnenmeye mahkûmdur.)”

Amellerin gönülde, güzel ahlâkta ve yaşayışta hayırlı tesirlerini meydana getirmemesi, onların ihlâssızlığına alâmettir.

Sâlih amellerde riyâ duygusunu kuvvetlendiren bir mânevî hastalık da şöhret hastalığıdır. Fânî alkışlara itibar etmektir. Hazret-i Mevlânâ; öne çıkma, görünme arzusundan sakındırmak yolunda şöyle telkinlerde bulunur:

“Gösterişten uzak dur, kendini gizle. Tane olursan, seni kuşlar devşirirler, yerler. Gonca olursan seni çocuklar koparırlar.

Taneyi gizle, tamamıyla tuzak ol, tuzaktaki tane gibi görün. Goncanı sakla, kendini damda bitmiş bir ot gibi göster.

Kim güzelliğini mezâda çıkarırsa, şöhret peşinde koşarsa; başına yüzlerce belâ gelir, yüzlerce kötü kaza yüz gösterir. Kıskançlıklar, öfkeler, kötü gözler, tulumlardan boşalan sular gibi meşhur olan kimsenin başına boşalır.”

Riyânın rezil bir his ve huy oluşunun ve Cenâb-ı Hakk’ın gazabını çekmesinin sebebi şudur:

Kulun yegâne maksud ve gayesi, Bâkî olan Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı olması gerekirken, gaflet ile fânî alkışlara kapılmaktadır. Fânîlerin övgülerine, takdirlerine itibar etmektedir.

Bu vahim felâketten kurtulmak için Hak dostları, bütün fânî takdir ve kınamaların tesirinden kurtulmaya gayret ederler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ekim Sayı: 152

İslam ve İhsan

NAMAZDA ŞİRKE DÜŞMEK

Namazda Şirke Düşmek

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.