Hz. Şuayb'in (as) Kavmine Son Îkâzları

Hazret-i Şuayb -aleyhisselâm-, kavminin kötü davranışlarına ve isyanlarına üzülüyor, büyük bir sabırla onları cehâlet uykusundan uyandırmak istiyordu.

Onları son olarak şöyle îkâz etti:

“Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nûh kavminin veya Hûd kavminin, yâhut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musîbet getirmesin! Lût kavmi sizden uzak da değildir.” (Hûd, 89)

Yâni onlar da sizin zamanınıza yakın bir zamanda helâk oldular. Dolayısıyla helâk olanların zamanca size en yakını onlardır. Küfürde, kötülüklerde ve helâki gerektiren şeylerde sizden uzak değillerdi. Bu sebeple helâk oldular. Onlardan ibret almalısınız!..

 “Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin! Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever.” (Hûd, 90)

Kavmin ileri gelen müşrikleri, Hazret-i Şuayb’ın bu tekliflerine râzı olmadılar:

“Dediler ki:

«–Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve içimizde Sen’i cidden zayıf görüyoruz! Eğer kabîlen olmasa, Sen’i mutlakâ taşlayarak öldürürüz. Sen bizden üstün değilsin!»

(Şuayb):

«–Ey kavmim! Size göre benim kabîlem Allâh’tan daha mı güçlü ve değerli ki, onu (Allâh’ın emirlerini) arkanıza atıp unuttunuz. Şüphesiz ki Rabbim yapmakta olduklarınızı çepeçevre kuşatıcıdır.» dedi.” (Hûd, 91-92)

ŞUAYB PEYGAMBER KAVMİNDEN ÜMİDİNİ KESTİ

Şuayb -aleyhisselâm-, bu azgın kavmin îmân etmelerinden ümîdini kesince, kavmini Allâh’a havâle etti. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Ancak yine de belki ibret alırlar diye kendilerine ilâhî azâbı hatırlattı:

“Eğer içinizden bir grup benimle gönderilene inanır, bir grup da inanmazsa, Allâh aramızda hükmedinceye kadar bekleyin! O hâkimlerin en hayırlısıdır.»” (el-A’râf, 87)

Ancak Medyenliler, yine Şuayb -aleyhisselâm-’ı yalancılıkla suçladılar. Kendisini ve kendisine îmân etmek isteyenleri de, Medyen’den çıkaracaklarını söyleyerek tehdîd ettiler. Artık inananların, kendi içlerinde yaşamalarını tehlikeli bulmuşlardı:

“Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki:

«–Ey Şuayb! Ya Sen’i ve Sen’inle beraber inananları memleketimizden çıkarırız veya dînimize dönersiniz!»

(Şuayb):

«–İstemesek de mi?» dedi.” (el-A’râf, 88)

Ve şunları ekledi:

“Doğrusu, Allâh bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dîninize dönersek, Allâh’a karşı iftirâ atmış oluruz. Dîninize geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir; meğer ki Allâh dilemiş olsun. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sâdece Allâh’a tevekkül ederiz. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adâletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (el-A’râf, 89)

Bu âyette Şuayb -aleyhisselâm-, kavminin dînine geri dönme teklîfini reddetmekte, fakat bu işte Allâh’ın dilemesini istisnâ tutmaktadır. Onun bu tavrı, Allâh’ın irâdesine teslîm olmasının bir ifâdesidir. Çünkü peygamberler ve velîler, devamlı olarak Allâh’ın azâbından ve hâllerinin değişmesinden korkarlar.

Bu sebeple Şuayb -aleyhisselâm- diyor ki:

“–Allâh’ın dînini bırakıp da sizin dîninize dönmemiz, kabûl edilir şey değildir. Ancak Allâh, bizim helâkimizi dilemişse, bir şey diyeceğimiz yoktur. Çünkü bütün işlerimiz O’nun elindedir. O, dilediğini itâati sebebiyle bahtiyar kılar; dilediğini de günahlarından ötürü cezâlandırır.”

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de dâimâ şöyle duâ ederdi:

 “Ey kalblere hükmeden Allâh’ım! Kalblerimizi Sana tâate âmâde kıl!” (Müslim, Kader, 17)

ÎMÂN EDENLERİ HAZMEDEMİYORLARDI

Her şeye rağmen âsî kavim bir türlü uslanmıyor, kendileri îmân etmedikleri gibi, Hazret-i Şuayb’a îmân eden mü’minleri de hazmedemiyorlardı. Onları kınıyor, sürekli olarak tehdîd ediyorlardı. İnanmak için gelenlerin de önlerini keserek Hazret-i Şuayb’ı kötülüyorlar, onları îmân etmekten vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Onların bu hâli âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:

“Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki:

«Eğer Şuayb’a uyarsanız, o takdîrde siz mutlakâ ziyâna uğrarsınız!»” (el-A’râf, 90)

ÜSTTEN GELEN KORKUNÇ SAYHA

Şuayb -aleyhisselâm-’ın yoldan çıkmış bu insanlara yapacak bir şeyi kalmamıştı. Dedi ki:

“Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de (vazîfemi) yapacağım! Rezîl edecek azâbın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber bekleyeceğim.»” (Hûd, 93)

“Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve O’nunla beraber îmân edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.” (Hûd, 94)

Bu durum, diğer bir sûrede şöyle tasvîr edilir:

“Derken o şiddetli sarsıntı onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökekaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar, sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Şuayb’ı yalanlayanlar, ziyâna uğrayanların ta kendileridir.” (el-A’râf, 91-92)

Böylece Medyen halkı, sapıklık, hîlekârlık, haksızlık, Allâh’a ve peygamberine isyan vs. çirkin amellerinin cezâsını bulmuş oldular. Bu cezâ, zâlimlerin kaçınılmaz bir sonuydu ve zâlimlere acınmazdı:

(Şuayb) onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki:

«Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!»” (el-A’râf, 93)

“Sanki orada hiç barınmamışlardı. Biliniz ki, Medyen kavmi de Semûd kavmi gibi (Allâh’ın rahmetinden) uzak oldu.” (Hûd, 95)

Şuayb -aleyhisselâm-’ın kavmi de Semûd kavmi gibi nasîhat dinlemedikleri için korkunç bir ses ve gürültü ile helâk olmuşlardır. Bunların cezâlarının aynı olması, kötü ahlâk bakımından birbirlerine benzediklerine işârettir. Nitekim Allâh’ın rahmetinden uzak olmaları için her iki kavme de aynı bedduâ edilmiş ve Medyen kavmi bu hususta Semûd kavmine benzetilmiştir.

Semûd kavmini altlarından, Medyen halkını üstlerinden gelen bir sayha helâk etmiştir. Böylece onlar, Allâh’ın rahmetinden uzak olarak iki âlemin de hüsrân ve azâbına dûçâr olmuşlardır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.