Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)

PEYGAMBERİMİZ

Nebîler Silsilesi’nin ilk ve son halkası, Seyyidü’l-Kevneyn, Resûlü’s-Sekaleyn, İmâmü’l-Harameyn, Varlık nûru, Âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)...

Bütün mahlûkâtın varlık sebebi nûr-i Muhammedî olduğundan, Hazret-i Peygamber’i -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun “Habîbim” hitâb-ı ilâhîsine mazhar olacak bir keyfiyette ya­şadığı müstesnâ ve mûtenâ hayâtını, şu âciz satırlar dâhilinde hakkıyla ifâde edebilmek, aslında mümkün değildir. Ancak O’nun anlaşılması ve anlatılması yönünde herkesin tâkatince yol alabilmesinin sayısız faydaları vardır. İşte bunu dikkate alarak yazabildikle­rimizle, Hazret-i Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- numûne-i imtisâl şahsiyetinden bir kırıntı kabîlinden de olsa nasîb almak, O’nun ahlâkı ile ahlâklanmak, bizler için şereflerin en büyü­ğüdür. Yoksa O’nu lâyıkıyla anlayabilmek ve anlatabilmek iddiâsından teeddüb ederiz. Nasıl ki bir lâmba, siyah bir keçe ile örtülüp sonra da bu keçe iğne ile delindiğinde, içerideki aydınlıktan dışarıya ok gibi ışık hüzmeleri sızarsa, bizim sözlerimiz de, Allâh Resûlü’nün -sallâllâhu aleyhi ve sel­lem- muhteşem hakîkati karşısında o tarzda telâkkî olunmalıdır. Zîrâ kâinâtın Yüce Hâlıkı’nın:

إِنَّ اللهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“Şüphesiz ki Allâh ve melekleri, Peygamber’e (çokça) salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56) buyura­rak sayısız melekleriyle birlikte “salât ü selâm” ettiği ve: «لَعَمْرُكَ»: “Senin ömrüne yemin ederim ki…” (el-Hicr, 72) buyurarak kadrini yücelttiği bu Peygamberler Sultânı’nın fazl u kemâlini lâyıkıyla idrâk ve ihâta edebilmek, keli­melerin mahdut imkânlarıyla aslâ mümkün değildir.

ŞEYH GALİB’İN PEYGAMBER SEVGİSİ

Dîvân edebiyâtının büyük şâirlerinden Şeyh Gâlib’in Hazret-i Peygamber’e -sallâllâhu aleyhi ve sellem- muhabbet ve hürmetini dile getirdiği içli na’tine âit şu mısrâlar, bu hakîkatleri ne güzel ifâde etmektedir:

Sultân-ı rusül, şâh-ı mümeccedsin Efendim

Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim

Dîvân-ı ilâhîde ser-âmedsin Efendim

Menşûr-i “le-amruk”le müeyyedsin Efendim…

Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim

Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim…

“Sen, Peygamberlerin sultanı, şânı yüce bir pâdişâhsın Efendim! Çâresizlere ebedî bir devlet (ve devâsın) Efendim! İlâhî dîvânda (mahşerin o dehşetli günlerinde ümmetinin) başında ve en önünde yer alan (müşfik bir hâmîsin) Efendim! (Cenâb-ı Hakk’ın,) «Sen’in ömrüne yemin olsun!» diyerek and içtiği, ilâhî kasemle te’yîd edilmiş (yüce bir Peygamber’sin) Efendim!..

Sen Hazret-i Ahmed, Mahmûd, Muhammed’sin Efendim! Cenâb-ı Hakk’ın bize lutfettiği, ilâhî te’yîde mazhar bir sultansın Efendim…”

NAMAZIN VACİP RÜKNÜ

Hazret-i Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hak katındaki kadri o kadar yücedir ki; Cenâb-ı Hak, Habîb’ine itaati, kendine itaat saymış; O’na karşı yapılacak en küçük bir hürmetsizliği, amellerin boşa çıkmasına sebep kılmış ve O’na tâzîmi, gönüllerin takvâ imtihânı eylemiştir. Resûlü’ne uygunsuz hitapta bulunmayı büyük bir cehâlet eseri olarak kabûl etmiştir. Resûlullâh’a -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çokça salât u selâm getirerek O’nu hiçbir zaman gönlümüzden ve hatırımızdan çıkarmamamız gerektiğini beyân etmiştir. Hattâ namaz kılarken her Tahiyyât’ta Resûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e:

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ

diyerek selâm vermemizi istemiştir. Namazda iken bir beşere selâm vermek, namazı ifsâd edecek bir durum olduğu hâlde, Allâh Teâlâ, Resûlü’ne selâm vermeyi namazın vâcip bir rüknü kılmıştır.

İmam Gazâlî Hazretleri şöyle der:

“Namazın teşehhüdünde Peygamber Efendimiz’in sûretini ve kerîm şahsını kalbinde hazır eyle! «es-selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh» de! Emîn ol ki, senin selâmın Allâh Resûlü’ne ulaşır ve O, sana daha güzel bir cevap ile karşılık verir.” (İhyâu Ulûmi’d-Dîn, I, 224)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ŞAHİTLİK EDECEĞİ AMEL

Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de Mektûbât’ının dördüncü mektubunda Allâme Şihâb ibn-i Hacer el-Mekkî’den şunları nakleder:

“Namazda okunan Tahiyyât’ın «es-selâmu aleyke» cümlesinde Peygamber Efendimiz’e hitâb edilmektedir. Sanki bu, Allâh Teâlâ’nın namaz kılan ümmetinden Efendimiz’i haberdar kılmasına işâret etmektedir ki, bu şekilde -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz, namaz kılanların yanında hazır bulunup kıyâmet gününde onların lehine en fazîletli amelleri ile şâhitlik yapacaktır. Ayrıca O’nun mânen hazır olduğunun hatırlanması, gönülde huşû ve hudûun artmasına vesîle olur.”[1]

Bu derece kadri yüce olan Server-i Âlem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i hakkıyla idrâk edip anlatabilmenin zorluğu açıktır. Biz de, asıl hakîkati sükûtun sonsuzluğuyla açılabilen bu bahisteki sözlerimizi, sâ­dece O’nun mübârek isminin yâdı ile kıymetlendirip seviyelendirmek niyet ve gayretinin şerefine tâlibiz. Bunun için kıymetli okuyucularımızdan, sözlerimizi bu acziyet itirâfımız çerçevesinde değerlendirmelerini ricâ ederiz.

Elbette O’nun lâyıkıyla idrâk edilmesi gibi hakkıyla tasvîr ve ifâde edilmesinde de lisanlar mutlak bir acziyet içindedir. O, kendisine duyulan muhabbet ve hürmetteki şiddet ve samîmiyet nisbetinde nüfûz edilebilen sonsuz bir nûr ve sırlar âlemidir. O’nun mübârek hâl ve davranışlarını idrâk gayretiyle vâkî olacak beyanlarımız için, kerem sâhibi Allâh’ın lutuf ve yardımını niyâz etmekteyiz.

Selef-i sâlihîn:

“Rabbim! Sen ancak itaatkâr kullarını affedeceksen, günâhkârlar kime gidip sığınsınlar? Rabbim! Sen sâdece takvâ sâhibi kullarına rahmet ve merhamet edeceksen, mücrimler kimden yardım istesinler!” diye duâ ve niyazda bulunmuşlardır.[2]

[1] Mektûbât-ı Mevlânâ Hâlid, s. 118; Risâletü’r-Râbıta, (Mevlânâ Safiyyüddîn, Reşahat hâmişinde) s. 225-226.

[2] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, II, 26; Gazâlî, İhyâ, I, 338.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları