Hz. Ali’nin (r.a.) Zühdü

Hz. Ali’nin (r.a.) zühd hayatı nasıldır?

Cüneyd-i Bağdâdî -kuddise sirruh- şöyle demiştir:

“Allah kendisinden râzı olsun, Emîru’l-mü’minîn Hz. Ali (r.a.), eğer harplerle meşgul olmasaydı bizim bu Tasavvuf ilmimize dair pek çok incelikleri bize öğretirdi. Çünkü o, kendisine ilm-i ledün verilmiş biriydi. İlm-i ledün Kur’ân’da Hızır’a (a.s.) has kılınmış bir ilimdir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur: «Biz tarafımızdan (min ledünnâ) ona bir ilim öğretmiştik.» (Kehf, 65).”

HZ. ALİ’NİN (R.A.) GÜZEL HASLETLERİ

Ashâb-ı kirâm içinde Emîru’l-mü’minîn Hz. Ali’nin (r.a.) mânâ, işâret, lafzî tevhîd, mârifet ve iman gibi hususlarda husûsî bir yeri, sûfîlerden ehl-i hakâyık olanlara örnek olacak güzel hasletleri vardır.

Amr bin Hind, Hz. Ali’den (r.a.) şöyle nakleder:

“İman kalpte beyaz bir ışıktır. İman arttıkça kalbin beyazlığı artar. İman kemâle erince kalp bembeyaz olur. Nifak ise kalpte siyah bir ışıktır. Nifak arttıkça kalbin siyahlığı artar. Nifak kemâle erince kalp simsiyah kesilir.”

Hz. Ali’ye (r.a.):

“–İnsanların düştüğü ayıplardan en sâlim kalabilen kimdir?” diye sorulmuştu.

“–Aklını emir, günahlardan sakınmayı ve öğüdü dizgin, sabrı kumandan, takvayı azık, Allah korkusunu yoldaş, ölümü hatırlamayı arkadaş edinen kişi” cevabını verdi.

Bir kula akıl, ilim ve beyân (ifade kuvveti) birlikte verildiğinde o kul kemâl ehli sayılır. Rasûlullah Efendimiz’in ashâbı bir müşkille karşılaştıklarında Hz. Ali’ye (r.a.) sorarlardı. O da onların müşkillerini çözüp hakikati beyân ederdi.

Hz. Ali (r.a.) bir gün paraların saklandığı hazinenin önünde durdu ve:

“–Ey sarı ve beyaz (altın ve gümüş) dünyalıklar, gidin benden başkasını kandırın!” dedi.

Hz. Ali (r.a.) ücretle çalışır ve kazandığı bir müdd hurmayı zaman zaman Allah Rasûlü’ne azık olarak getirirdi. Bir gün Hz. Ömer’e (r.a.) şöyle demişti:

“–Eğer dostuna kavuşmak istiyorsan gömleğini yama, ayakkabını tamir et, emelini kısa tut ve doymayacak kadar ye!”

Hz. Ömer (r.a.):

“Ali olmasaydı Ömer helâk olurdu!” demiştir.

HZ. HASAN’IN (R.A.) HUTBESİ

Hz. Ali (r.a.) şehit edildiğinde oğlu Hasan (r.a.), Kûfe minberine çıkıp halka şöyle hitap etti:

“Dün aranızdan bir adam ayrıldı. Evvel gelip geçen insanlar onu ilimde geçemediler, sonrakiler de ona ulaşamadılar. Resûlullah (s.a.v) onu bir birliğin başında kumandan olarak gönderir ve kendisine sancağını verirdi. O da gittiği yeri fethetmeden gelmezdi. Kendisine tahsis edilen atâdan ayırdığı yedi yüz dirhemden başka ne altın ne de gümüş bıraktı. O parayı da ailesine bir hizmetçi temin etmek için hazırlıyordu.” (Ahmed, I, 199)

Naklolunduğuna göre Hz. Ali (r.a.) namaz vakti geldiğinde titrer ve rengi kireç gibi olurdu.

“–Sana ne oluyor, bu hâlin ne ey Mü’minlerin Emîri?!” diye soranlara:

“–Allah’ın bize lûtfettiği emanetin vakti geldi. O emanet göklere, yere ve dağlara arzedildi de onlar korkup yüklenmekten kaçındılar. İnsanoğlu bu emaneti yüklendi.[1] Üzerime aldığım bu emaneti edâ edip edemeyeceğimi bilemiyorum” derdi.

Hz. Ali (r.a.) der ki:

“Ben ve nefsim, çoban ile koyunları gibiyiz. Nefsimi ne zaman bir tarafa toplamaya çalışsam öbür tarafa yayılmaktadır.”

Dünya malını talep etmeyen ve istemeden gelen dünyalığı reddedip ondan kaçanların önderi Hz. Ali’dir.

HZ. ALİ’NİN (R.A.) SÖZLERİ

Hz. Ali (r.a.) der ki:

“Hayrın tamamı dört şeyde dürülüdür: Konuşmak, susmak, nazar ve hareket.

- Zikr-i ilâhî dâhilinde olmayan konuşma boştur.

- Fikir ve tefekkürsüz susma hatâdır.

- İbretle olmayan nazar gaflettir.

- Allah’a kulluğa yöneltmeyen hareket, durgunluk ve gerilemedir.

Konuşması zikir ve hayır, susması tefekkür, nazarı ibret, hareketi kulluk olan kişiye Allah rahmet eylesin! İnsanlar, böylelerinin elinden ve dilinden selâmette olurlar.”[2]

[1] Ahzâb, 72.

[2] Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma‘/İslâm Tasavvufu, trc. H. Kamil Yılmaz, İstanbul 1996, s. 137-140.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Hz. Ali’den 111 Hayat Ölçüsü, Erkam Yayınları

 

 

İslam ve İhsan

HZ. ALİ (R.A.) KİMDİR?

Hz. Ali (r.a.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.