Hz. Ali (r.a.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Hz. Ali ne zaman ve nerede doğdu? Hz. Ali, Peygamberimizin neyi olur? Hz. Ali nasıl Müslüman oldu? Hz. Ali eşi ve çocukları. Hz. Ali dönemi. Hz. Ali nasıl vefat etti? Hz. Ali’nin kabri nerede? Hz. Ali’nin kısaca hayatı.

Allah’ın arslanı, dört halife döneminin son halifesi: Hz. Ali’nin radıyallahu anh hayatı.

Hz. Ali kerremallahu veche İslam Devleti’nin 656-661 yılları arasında halifeliğini yaptı. İslam peygamberi Hz. Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem hem damadı hem de amcası Ebu Talib’in oğludur.

HZ. ALİ’NİN (R.A.) HAYATI

Hz. Ali (r.a) ne zaman doğdu?

Hz. Ali kerremallahu veche, Hicret’ten yaklaşık 22 sene önce milâdî 600 yılında Mekke-i Mükerreme’de doğmuştur. Kaʻbe’nin içinde doğduğu nakledilir.[1]

Hz. Ali’nin (r.a) Ailesi

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in amcasının oğlu, damadı ve dördüncü halifesidir. Babası Ebû Tâlib, annesi Fâtıma binti Esed radıyallahu anha, dedesi Abdulmuttalip’tir. Künyeleri Ebü’l-Hasan ve Ebû Türâb, lâkabı Haydar, ünvanı Emîru’l-Mü’minîn’dir. “el-Murtezâ: Kendisinden râzı olunan, Allah’ın rızâsını kazanmış” ve “Esedü’llahi’l-ğâlib: Allah’ın her zaman gâlip gelen kuvvetli arslanı” gibi lakapları da vardı.

Kerremallahu Vecheh Ne Demek?

Çocukluğunda hiç puta tapmadığı için daha sonraları كَرَّمَ اللّٰهُ وَجْهَهُ: Kerremallahu vecheh: Allah yüzünü mükerrem kılsın, şereflendirsin!” duâsıyla anılmıştır. Sahabe arasında bu şekilde yâd edilen tek kişidir.

Hz. Ali’nin (r.a) Lakabı Nedir?

Tasavvuf erbâbı, Hz. Ali’ye kerremallahu veche “Şâh-ı Velâyet” ve “Sultânü’l-Evliyâ” lâkaplarını uygun görmüşlerdir.

Abdulmuttalip, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz 8 yaşındayken vefât ettiğinde, Hz. Ali’nin kerremallahu veche annesi Fâtıma Hatun radıyallahu anha, Efendimiz’e sallallahu aleyhi ve sellem mürebbîlik ve annelik yapmıştır. Kendi çocukları aç dururken Peygamberimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem karnını doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dururken, o önce Efendimiz’in saçını başını tarar, gülyağıyla yağlardı.

Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem daha sonraki hayatında bu mübarek hanımı sık sık ziyaret ederdi. Fâtıma Hâtun radıyallahu anha, fazilet sâhibi, sâlih ameller işleyen sâlihâ bir İslâm hanımı idi. Hicrî 4. senede Medine’de vefat etti.

İlk Müslüman Erkek

Hz. Ali radıyallahu anh, Ebû Tâlib’in en küçük oğludur. Mekke’de baş gösteren kıtlık üzerine Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, amcasının yükünü hafifletmek için Hz. Ali’yi radıyallahu anh himayesine aldı ve yetiştirdi. Böylece Ali radıyallahu anh, Beytullâh’ta doğmuş, Beytü Rasûlillâh’ta yetişmiş oldu. 10 yaşlarındayken İslâm ile şereflendi. Hz. Hatice’den radıyallahu anha sonra İslâm’a girmiş, “çocuklardan ilk Müslüman olan kişi” vasfını kazanmıştır.

Hz. Ali radıyallahu anh, Mekke ve Medîne devirlerinde her an Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanında oldu. Hicret esnâsında Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem yatağında uyuyarak müşrikleri oyaladı ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e zaman kazandırdı. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bıraktığı emânetleri sahiplerine teslim ettikten sonra Kuba’da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e yetişti.

Peygamberimizin Kardeşi

Hicret’in 5. ayında gerçekleştirilen Muâhât/Kardeşlik akdinde Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Ali’yi radıyallahu anh kendisine kardeş olarak seçti. O bu iltifat ve lutuf karşısında son derece duygulandı ve:

“–Ben Allah’ın kulu, Rasûlullah’ın da kardeşiyim” diyerek sevinç gözyaşları döktü.

Hz. Ali’nin Hz. Fatıma (r.a) ile Evlenmesi

Ali radıyallahu anh, hicrî 2. senenin son ayında Hz. Fâtıma radıyallahu anha ile evlendi. Ona son derece sevgi ve saygı duyardı. Hatta kendi annesi Hz. Fâtıma’ya radıyallahu anha, hanımı Hz. Fâtıma’ya radıyallahu anha hürmet göstermesini ve ona kesinlikle ev dışı hizmetleri gördürmemesini tavsiye ederdi. (İbn-i Abdilber, el-İstîâb, IV, 374)

Allah’ın Arslanı

Hz. Ali radıyallahu anh, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in devamlı yanında bulundu ve bütün cihat hareketlerine katıldı. Uhud’da ve Huneyn’de muhtelif yerlerinden yara aldı. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı, hâkim noktaları tesbit ederek Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e bildirdi. Bu mevkîleri işgal ederek Bedir’de mühim bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir Gazâsı’nın başlamasından önce, Kureyşliler ile teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu dövüşte, hasmı Velid bin Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi zor durumda kalan Hz. Ubeyde’nin radıyallahu anh yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. 25 yaşlarında bir delikanlı olarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem arzusu üzerine, Bedir’de yapılan havuzdan bir kırba ile ashâb-ı kirâma su taşıdı. Burada kendisine “Allah’ın Arslanı” lâkabı ile Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan, bir de deve verildi.

Hz. Ali’nin (r.a) Çocukları

Hicrî 3. sene Ramazan’ının ortasında oğlu Hasan radıyallahu anh doğdu. 4. sene Şaban ayının 5’inde de Hüseyin radıyallahu anh doğdu. Daha sonra Muhassin isminde bir oğlu ile Zeynep ve Ümmü Gülsüm isminde kızları oldu.

Zülfikâr Ne Demek? 

Hz. Ali’nin radıyallahu anh “Zülfikâr” ismi verilen meşhur bir kılıcı vardı. Ucu iki çatallı olan bu kılıcı, Uhud’da gösterdiği üstün kahramanlık, cesâret ve fedâkarlık sebebiyle Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hediye etmişti. Münebbih bin Haccâc’a âit olan Zülfikâr, Bedir’de ganimet olarak alınmıştı.[2]

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Ali’yi radıyallahu anh bazen Medîne’de yerine vekil bırakmış, bazen de kumandanlık, sancaktarlık, kadılık gibi vazifelerle muhtelif yerlere göndermiştir.

İlmin Kapısı Hz. Ali (r.a)

Hz. Ali radıyallahu anh, ilk üç hâlife döneminde ne bir idârî vazîfe aldı, ne de yapılan savaşlara katıldı. Sadece Hz. Ömer’in radıyallahu anh Filistin ve Suriye seyahati esnâsında Medine’de askerî vâli olarak kaldı. Medine’de ikâmet edip dînî ilimlerle meşgul olmayı diğer vazifelere tercih etti. Kur’an ve hadis konusundaki derin ilmi sebebiyle hem Hz. Ebûbekir radıyallahu anh hem de Hz. Ömer radıyallahu anh bilhassa fıkhî mes’elelerde ona mürâcaat etmişlerdir.

Hz. Ömer radıyallahu anh devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip âdeta İslâm devletinin fahrî baş kadısı olarak vazife yaptı. Hz. Ömer’in radıyallahu anh şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle vazifelendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Hz. Osman’ın radıyallahu anh hilâfeti döneminde idarî tavrından pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikâyetleri hep bacanağı Hz. Osman’a radıyallahu anh bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı radıyallahu anh muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti. İsyancıları, teşebbüs ettikleri işten vazgeçirmek için ciddî îkaz ve nasihatlarda bulundu, ancak onların halifenin evini kuşatmalarına mâni olamadı. Hâdise ciddî boyutlara ulaştığında ise evlatları Hz. Hasan ile Hüseyin’i radıyallahu anh halifenin evinin önüne nöbetçi olarak gönderdi.

Hz. Osman’ın şehâdetinden sonra hilâfeti Hz. Ali’ye Hz. Ali radıyallahu anh teklif ettiklerinde, o bu teklifi Talha ve Zübeyr’e yöneltti. Çok ısrar edilmesi üzerine bey‘atı kabul etti.

HZ. ALİ (R.A.) DÖNEMİ

Hz. Ali’nin radıyallahu anh devri, Allah’ın bir takdiri olarak son derece karışık geçti. Hilâfete geldiğinde hâlledilmesi gereken birçok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffîn gibi iç çatışmaları doğurdu. Hz. Ali radıyallahu anh, İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları gidermek için büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.

Bu karışıklıklar esnâsında ikiye ayrılan ashâbın birbirine bakışı ise son derece insaflıydı. Onlar birbirlerine; “Bunlar bize karşı taşkınlık eden kardeşlerimizdir.” diyorlardı.[3] Her şeye rağmen yine de birbirlerine kardeş gözüyle bakabiliyorlardı.[4]

HZ. ALİ (R.A.) NASIL VEFAT ETTİ?

Hz. Ali radıyallahu anh nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hâricî olan Abdurrahman bin Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın tesiriyle iki gün sonra 19 veya 21 Ramazan (26 veya 28 Ocak) 661 yılında şehit oldu. Bugün Necef diye bilinen Kûfe’ye defnedildi.

HZ. ALİ’NİN (R.A.) ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Hz. Ali’nin (r.a) Şemâili ve Ahlâkı

Ali bin Ebî Tâlib radıyallahu anh, ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer tenli, iri siyah gözlü olup sakalı sık ve geniş, saçları dökülmüştü. Yüzü güzeldi, gülümserken dişleri görünürdü.

Kuvvetli bir vücut yapısı vardı. Omuzları geniş, elleri sertti.

Hz. Ali radıyallahu anh; âbid, kahraman, cesur, hayırda yarışan, takvâ sahibi ve son derece cömertti. Onun; cömertliği, insanîliği ve Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras, kendisini asırlardır halk inançlarında dâsitânî bir kişiliğe büründürmüştür.

Hz. Ali radıyallahu anh, ölümden korkmayan bir cengâverdi. Ölümden neden korkacaktı ki? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu cennetle müjdelemişti. Cennete gideceği kesin olan bir insan ölümden hiç korkar mı? Bu sebeple kiminle mübârezeye çıksa mutlaka onu mağlup ederdi.

O, ilim, takvâ, ihlâs, samîmiyet, fedâkârlık, şefkat, kahramanlık, şecaat ve İslâmı tebliğ gibi yüksek ahlâkî ve insânî vasıflar bakımından müstesnâ bir mevkîye sahipti. Cesaret ve şecaati ile gönüllerde yer edişi onun, “Haydar-ı Kerrâr” ve “Şâh-ı Merdân” sıfatlarıyla tanınmasını sağlamıştır.

O, Kur’ân ve Sünnet’e tam anlamıyla bağlı idi. Dünya ve süslerinden kaçar, onun aldatıcı yaldızlarına aldanmazdı.

Hz. Ali radıyallahu anh, son derece kanaatkâr, zâhid ve kifayet miktarı dünyalıkla iktifâ eden bir şahsiyetti. O; Fâtıma radıyallahu anha ile evlendikleri vakit yataklarının bir koyun derisinden ibaret olduğunu bildirmektedir.[5]

Hz. Ali radıyallahu anh, çokça gözyaşı döküp muhâliflerinin îman ve hidâyetleri için dua edecek kadar hassas, takvâ sahibi ve kâmil bir mü’mindir.

Her şeye ibretle bakar, uzun uzun tefekkür ederdi. Allah korkusundan yetîm bir çocuk gibi ağlar, hasta bir insan gibi tir tir titrerdi. İbâdeti çok sever, riyâzata devam ederdi. Az yemeyi, çok ve büyük işler yapmayı severdi. Dîni aziz tutar, yoksullara çok şefkat, merhamet ve muhabbet beslerdi.

Hiç yalan söylediği, saçma sapan konuştuğu duyulmamış, eğreti bir iş yaptığı görülmemiştir.

Ümmetin malını ümmete dağıtırken de son derece titiz davranır, kimsenin hakkına tecavüz etmezdi. Öylesine mütevazı giyinirdi ki görenler onu çok fakir zannederlerdi. Kendisini Kûfe’de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbise ile câmiye gittiğini naklederler.

Hz. Ali’nin (r.a) Fazîletleri

Hz. Ali radıyallahu anh hiçbir zaman putlara, taşlara, ağaçlara secde ve ibadet etmemiş, onları tavaf etmemiş ve şeytanın yoluna gitmemiştir. İlk Müslümanlardandır.

Enes bin Mâlik radıyallahu anh anlatıyor:

“Rasûlullah Efendimiz pazartesi günü peygamber olarak gönderildi. Salı günü O ve Ali namaz kıldılar.” (Tirmizî, Menâkıb, 20/3728)

Hz. Ali radıyallahu anh âhirette de önderdir. Kendisi şöyle buyurmuştur:

“Ben, kıyamet günü Rahmân’ın huzurunda, insanlarla aramdaki husumetler hakkında hüküm verilmesi için diz çökecek kişilerin ilki olacağım.”

Bu sözü râvî Kays bin Ubâd şöyle izah eder:

«İşte, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasım taraf!»[6] âyet-i kerimesi, Bedir günü mübâreze eden (harp öncesi teke tek savaşan) Hz. Hamza, Hz. Ali, Hz. Ubeyde y ile müşriklerden Şeybe, Utbe ve Velîd hakkında nâzil olmuştur.”[7]

Şu âyet-i kerîmenin de bu iki grup hakkında nâzil olduğu rivâyet edilir:

“Yoksa biz, îman edip de sâlih ameller işleyenleri, yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Veya Allah’tan korkan müttakîleri, yoldan çıkan fâcirler gibi mi sayacağız?” (Sâd, 28) (Alûsî, XXIII, 189)

Şu âyet-i kerimelerin Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali radıyallahu anh hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir:

“…(Rasûlüm!) O ihlâslı ve mütevâzı insanları müjdele! Onlar öyle kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) infak ederler.” (Hac, 34-35) (Kurtubî, XII, 40)

Mukâtil şöyle der:

“Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir”[8] âyet-i kerîmesi Hz. Ali t hakkında nâzil oldu. Bazı münafıklar onu incitmiş ve hoş olmayan şeyler söylemişlerdi. Âyet bunun üzerine nâzil oldu. (Vâhıdî, s. 377)

Rasûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Ali’nin radıyallahu anh fazileti hakkında şöyle buyurmuşlardır:

“Ben kimin dostu (mevlâsı) isem, Ali de onun dostudur.” (Tirmizî, Menâkıb, 19/3713)

“Kim Ali’ye hakaret ederse bana hakaret etmiş olur.” (Ahmed, VI, 323)

Hz. Ali radıyallahu anh her namaz için abdest alırdı. (Kurtubî, [Mâide, 6])

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem çoğu seferde mübarek sancaklarını Hz. Ali’ye radıyallahu anh taşıtmışlar ve onu pek çok birliğin başına kumandan tayin etmişlerdir. Meselâ;

Sefevân seferinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in bağladığı beyaz sancağı Hz. Ali radıyallahu anh taşıdı.[9]

Bedir’e giderken Ukâb ismindeki bayrağı Hz. Ali radıyallahu anh taşıdı.[10]

Bedir’den yedi gün sonra çıkılan Karkaratü’l-Küdr seferinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, beyaz sancağını Hz. Ali’ye radıyallahu anh taşıttı.[11]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud’a giderken Muhâcirlerin sancağını Hz. Ali’ye veya Mus’ab bin Umeyr’e radıyallahu anh verdi.[12]

Hicretin 4. senesi Rebîulevvel ayında Yahûdi kabilesi Benî Nadîr üzerine gidilirken Müslümanların sancağını Hz. Ali radıyallahu anh taşıdı.

Bedru’l-Mev‘id cihad birliğinin sancaktarı Hz. Ali radıyallahu anh idi.[13]

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Hayber Gazâsı’na çıkarken, beyaz sancağını Hz. Ali’ye radıyallahu anh verdi.[14]

Mekke Fethi’ne giderken Muhâcirlerin bayraktarları Hz. Ali, Zübeyr bin Avvam, Sa‘d bin Ebî Vakkas radıyallahu anh idi. (Vâkıdî, II, 819, 820)

Huneyn’de Muhâcirlerin sancaktârı Hz. Ali radıyallahu anh idi.[15]

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Sa‘d bin Bekir Oğulları’nın Hayber yahudilerine yardım etmek üzere Fedek’te toplandıklarını haber almıştı. Onlar bu yardımlarına karşılık Hayber’in hurma mahsûlünü alacaklardı. Hayber yahudileri bir yıldan beri Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile çarpışma hazırlığı içinde idiler. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Ali’yi hicretin 6. yılında Şaban ayında Fedek’te toplanan Benî Sa‘d kabîlesinin üzerine gönderdi.[16]

Görüldüğü gibi Hz. Ali’nin radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem katında mühim bir yeri vardı.

Hz. Ali demek, fazilet demektir; ferâgat demektir; iman, takvâ, adâlet, ihsan, şefkat, iyilik, güzellik, sonsuz aşk ve muhabbet demektir.

Hz. Ali’nin (r.a) İlmî Şahsiyeti

Mü’minlerin Emîri Hz. Ali radıyallahu anh Allah’ın kelâmına çok büyük bir ehemmiyet verdiği için Kur’ân-ı Kerîm ve Kur’ân ilimleri husûsundaki ilmi derin idi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemişti. Onun şöyle dediği rivâyet edilir:

“Allah’a yemin olsun, hiçbir âyet yoktur ki onun hangi hususta, nerede ve kim hakkında indiğini; gece mi, gündüz mü; ovada mı, dağda mı nâzil olduğunu bilmeyeyim!”[17]

Gerçekten de Hz. Ali radıyallahu anh, İslâm’ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahâbîlerden biridir. Devamlı olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in yanında bulunduğu için bütün İslâmî ilimlerde sahabenin ileri gelenlerindendir. İnsanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla geçmesine rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük gayretleri olmuştur.

Medine’de duruma hâkim olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerinin öğretilmesini Ebû Esved ed-Düelî’ye, Kur’an okutma ve öğretme işini Abdurrahman es-Sülemî’ye, tabiî ilimler konusunda öğretmenlik vazifesini Kümeyl bin Ziyâd’a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere de Ubâde bin Sâmit ve Ömer bin Seleme’yi vazifelendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; mâliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu.

Hz. Ali radıyallahu anh, İslâm’ın bütün güzelliklerine vâkıftı. Çünkü o, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in devamlı yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Ashâb-ı kiram arasında Kur’ân, hadis ve bilhassa fıkıh alanındaki engin ilmiyle kendini kabul ettirmiş bir otoriteydi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den rivâyet ettiği hadislerin çoğu fıkha dâirdir ve 586 adettir. Ahkâmın nazariyâtından çok amelî keyfiyetine bakar:

“İnsanlara anladıkları hadisleri söyleyiniz! Allah ve Rasûlü’nün tekzip edilmesini ister misiniz?” derdi. (Buhârî, İlim, 49)

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ile çoğu zaman beraber bulunması sebebiyle, rivâyet ettiği hadisler içinde Efendimiz’in şemâiline, ibâdet ve duâlarına dâir olanlar çoktur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında yazdığı ve devamlı olarak kılıcının kınında taşıdığı bir “hadis sahîfesi” vardı. Bizzat kendisinin beyan ettiğine göre bu sahifede, Allah’ın kitabındaki vahiylerden başka Ehl-i Beyt’e has husûsî bilgi ve talimatlar yoktu. Sadece zekâta ve diyete dâir hükümler, düşman elindeki bir esiri kurtarmanın yolları, bir kâfir için Müslümanın öldürülemeyeceği, Medîne’nin Harem bölgesi sınırları gibi birkaç mühim mevzuya dâir hadisler mevcuttu. Hz. Ali radıyallahu anh, Kur’ân-ı Kerîm ile bu sahîfeden başka Allah Rasûlü’nden sallallahu aleyhi ve sellem husûsî bir tâlimât almadığını ve başka bir şey yazmadığını ısrarla ifade ederdi.[18]

Hz. Ali radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem daha hayattayken Kur’ân-ı Kerim’in tamamını ezberlemiş ve onun meselelerine hakkıyla vâkıf olan sayılı sahâbîlerden biriydi. Talebesi Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Hz. Ali’den radıyallahu anh daha güzel Kur’ân okuyan birini görmediğini ifade eder.

Hz. Ali radıyallahu anh, Yemen’de kadılık yapmıştır. Hz. Ömer radıyallahu anh:

“–En isâbetli hüküm verenimiz Ali idi” demiştir. (Buhârî, Tefsîr, 2/6)

Bu sebeple ilk üç halîfe, mühim meselelerde Hz. Ali’nin radıyallahu anh fikrini almayı ihmal etmemişlerdir.

Cifr ilminin Hz. Ali’ye radıyallahu anh nisbet edilmesi ise tamamen asılsız bir iddiadır.

Fesahati ve üstün hitabeti ile tanınan Hz. Ali’nin radıyallahu anh güzel ve hikmetli sözleri kaynaklarda nakledilegelmiştir.

Güvenilir hiçbir kaynakta Hz. Ali’nin radıyallahu anh herhangi bir eserinden söz edilmediği hâlde ona bir takım kitap ve divanlar nisbet edilmiştir. Yine kendisine pek çok söz izafe edilmektedir. Aşırı taraftarları, hadis ve tefsir ilimlerinde ona birçok görüş nisbet ettikleri için, onun sözlerine ihtiyatla yaklaşılmış, bu hususlarda kendisinden güvenilir pek az rivayet kaynaklarımıza intikal edebilmiştir.[19]

Hz. Ali’nin (r.a) Zühd Hayatı

Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sirruh şöyle demiştir:

“Allah kendisinden râzı olsun, Emîru’l-mü’minîn Hz. Ali, eğer harplerle meşgul olmasaydı bizim bu Tasavvuf ilmimize dair pek çok incelikleri bize öğretirdi. Çünkü o, kendisine ilm-i ledün verilmiş biriydi. İlm-i ledün Kur’ân’da Hızır u’a has kılınmış bir ilimdir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur: «Biz tarafımızdan (min ledünnâ) ona bir ilim öğretmiştik.» (Kehf, 65).”

Ashâb-ı kirâm içinde Emîru’l-mü’minîn Hz. Ali’nin radıyallahu anh mânâ, işâret, lafzî tevhîd, mârifet ve iman gibi hususlarda husûsî bir yeri, sûfîlerden ehl-i hakâyık olanlara örnek olacak güzel hasletleri vardır.

Amr bin Hind, Hz. Ali’den radıyallahu anh şöyle nakleder:

“İman kalpte beyaz bir ışıktır. İman arttıkça kalbin beyazlığı artar. İman kemâle erince kalp bembeyaz olur. Nifak ise kalpte siyah bir ışıktır. Nifak arttıkça kalbin siyahlığı artar. Nifak kemâle erince kalp simsiyah kesilir.”

Hz. Ali’ye radıyallahu anh:

“–İnsanların düştüğü ayıplardan en sâlim kalabilen kimdir?” diye sorulmuştu.

“–Aklını emir, günahlardan sakınmayı ve öğüdü dizgin, sabrı kumandan, takvayı azık, Allah korkusunu yoldaş, ölümü hatırlamayı arkadaş edinen kişi” cevabını verdi.

Bir kula akıl, ilim ve beyân (ifade kuvveti) birlikte verildiğinde o kul kemâl ehli sayılır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in ashâbı bir müşkille karşılaştıklarında Hz. Ali’ye radıyallahu anh sorarlardı. O da onların müşkillerini çözüp hakikati beyân ederdi.

Hz. Ali radıyallahu anh bir gün paraların saklandığı hazinenin önünde durdu ve:

“–Ey sarı ve beyaz (altın ve gümüş) dünyalıklar, gidin benden başkasını kandırın!” dedi.

Hz. Ali radıyallahu anh ücretle çalışır ve kazandığı bir müdd hurmayı zaman zaman Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem azık olarak getirirdi. Birgün Hz. Ömer’e şöyle demişti:

“–Eğer dostuna kavuşmak istiyorsan gömleğini yama, ayakkabını tamir et, emelini kısa tut ve doymayacak kadar ye!”

Hz. Ömer radıyallahu anh:

“Ali olmasaydı Ömer helâk olurdu!” demiştir.

Hz. Ali radıyallahu anh şehit edildiğinde oğlu Hasan radıyallahu anh, Kûfe minberine çıkıp halka şöyle hitap etti:

“Dün aranızdan bir adam ayrıldı. Evvel gelip geçen insanlar onu ilimde geçemediler, sonrakiler de ona ulaşamadılar. Rasûlullah onu bir birliğin başında kumandan olarak gönderir ve kendisine sancağını verirdi. O da gittiği yeri fethetmeden gelmezdi. Kendisine tahsis edilen atâdan ayırdığı yedi yüz dirhemden başka ne altın ne de gümüş bıraktı. O parayı da ailesine bir hizmetçi temin etmek için hazırlıyordu.” (Ahmed, I, 199)

Naklolunduğuna göre Hz. Ali radıyallahu anh namaz vakti geldiğinde titrer ve rengi kireç gibi olurdu.

“–Sana ne oluyor, bu hâlin ne ey Mü’minlerin Emîri?” diye soranlara:

“–Allah’ın bize lûtfettiği emanetin vakti geldi. O emanet göklere, yere ve dağlara arzedildi de onlar korkup yüklenmekten kaçındılar. İnsanoğlu bu emaneti yüklendi.[20] Üzerime aldığım bu emaneti edâ edip edemeyeceğimi bilemiyorum” derdi.

Hz. Ali radıyallahu anh der ki:

“Ben ve nefsim, çoban ile koyunları gibiyiz. Nefsimi ne zaman bir tarafa toplamaya çalışsam öbür tarafa yayılmaktadır.”

Dünya malını talep etmeyen ve istemeden gelen dünyalığı reddedip ondan kaçanların önderi Hz. Ali’dir.

Hz. Ali radıyallahu anh der ki:

“Hayrın tamamı dört şeyde dürülüdür: Konuşmak, susmak, nazar ve hareket.

  1. Zikr-i ilâhî dâhilinde olmayan konuşma boştur.
  2. Fikir ve tefekkürsüz susma hatâdır.
  3. İbretle olmayan nazar gaflettir.
  4. Allah’a kulluğa yöneltmeyen hareket, durgunluk ve gerilemedir.

Konuşması zikir ve hayır, susması tefekkür, nazarı ibret, hareketi kulluk olan kişiye Allah rahmet eylesin! İnsanlar, böylelerinin elinden ve dilinden selâmette olurlar.”[21]

Dipnotlar:

[1] Hâkim, Müstedrek, III, 550/6044. [2] İbn-i Sa’d, I, 485. [3] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 535/37763. [4] Bu hususta müslümanların sergilediği şaşırtıcı misaller için bkz. Prof. Dr. Ali Muhammed Muhammed es-Sallâbî, Hz. Ali, trc. Şerafettin Şenaslan, İstanbul 2008, s. 632-635. [5] İbn-i Mâce, Zühd, 11. [6] Hac, 19. [7] Buhârî, Meğâzî, 8; Tefsîr, 22/3; Müslim, Tefsîr, 34; İbn-i Mâce, Cihâd, 29; Taberânî, Kebîr, III, 164/2953. [8] Ahzâb, 58. [9] İbn-i Sa‘d, II, 9; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 112. [10] İbn-i Hişâm, II, 251; İbn-i Seyyid, I, 246; İbn-i Kesîr, Bidâye, III, 260. [11] İbn-i Hişâm, II, 421; Vâkıdî, I, 182-183; İbn-i Sa‘d, II, 31; İbn-i Seyyid, I, 297. [12] Vâkıdî, I, 215; İbn-i Sa‘d, II, 38-39; İbn-i Seyyid, II, 8; Semhûdî, Vefâü’l-vefâ, I, 283. [13] Vâkıdî, I, 388; İbn-i Sa‘d, II, 59. [14] İbn-i Hişâm, III, 378; Vâkidî, II, 649; İbn-i Sa‘d, II, 106. [15] Vâkıdî, III, 897; İbn-i Sa‘d, II, 150. [16] Vâkıdî, I, 5; II, 530-531, 562; İbn-i Sa‘d, II, 89; İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 209. [17] Prof. Dr. Ali Muhammed Muhammed es-Sallâbî, Hz. Ali, s. 45. [18] Buhârî, İlim, 39; Cihâd, 171; Cizye, 10, 17; Müslim, Edâhî, 43-45; Ahmed, I, 100, 102, 110, 118, 119. [19] Yaşar Kandemir, “Ali” mad., DİA, II, 375. [20] Ahzâb, 72. [21] Ebû Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma‘/İslâm Tasavvufu, trc. H. Kamil Yılmaz, İstanbul 1996, s. 137-140.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Hz. Ali’den 111 Hayat Ölçüsü, Erkam Yayınları