Hücre Göçündeki Mucize

Hücrelere, gidecekleri yerin konumu bildirilmiş, ancak ellerine bir harita ya da pusula verilmemiştir. Buna rağmen onlar, embriyo içinde özel bir yol takip ederler. Gidecekleri yere ulaştıkları anda da dururlar. Yani milyarlarca hücre, gidecekleri yeri ve gidiş yollarını bilirler, yolculuğa çıkmaya ve kendilerine ait olan yere geldiklerinde de durmaya karar verirler.

Gelişimin erken safhasındaki embriyoda üçe ayrılan tabakaların arasında mükemmel bir işbirliği, dayanışma ve uyum vardır. Nutfeyi programlayan ve tabakalara ayıran kudret, her hücreyi özel vazifesine sevk etmektedir.

Gelişim safhaları içinde vücuttaki bütün dokuları ve bu dokuları meydana getiren iki yüz tip hücrenin yerli yerinde oluşum, plan ve idaresi bu üç tabakadaki kök hücrelerdedir. Bu hücrelerin zamanla bölünüp farklılaşması neticesinde hücre çeşitleri oluşur ve bunların her biri vazifeli olduğu organ ve sistemin inşâsında çalışır. 

İnsanın anne rahmindeki hayat macerasının başlangıcı olan ve birbirinin aynı görünen hücreler, zamanla bölünerek çoğalmakta; bu hücrelerin bazıları, diğerlerinden farklı bir yapıya bürünmekte, bu safhaya zamanla yeni safhalar eklenmektedir. Meselâ hücrelerin tespit edilmiş yönlere doğru göç etmesi, programlanmış hücre ölümleri yoluyla bazı organların inşa edilmesi gibi... Bir misal olmak üzere, el ve ayakların parmakları bu şekilde meydana getirilir.

İNANILMAZ GÖÇ YOLCULUĞU

Anne karnındaki oluşum sırasında, milyarlarca hücreden her birinin kendisine ait olan yere gidip yerleşmesi gerekir. Bunun için hücreler oluştukları yerden, ait oldukları yere; yani inşaatıyla vazifeli oldukları organın bulunduğu yere doğru bir yolculuk yaparlar. Buna “hücre göçü” denir.

Hücrelere, gidecekleri yerin konumu bildirilmiş, ancak ellerine bir harita ya da pusula verilmemiştir. Buna rağmen onlar, embriyo içinde özel bir yol takip ederler. Gidecekleri yere ulaştıkları anda da dururlar. Yani milyarlarca hücre, gidecekleri yeri ve gidiş yollarını bilirler, yolculuğa çıkmaya ve kendilerine ait olan yere geldiklerinde de durmaya karar verirler. Gelip geçtikleri yerleri de çok iyi tanırlar ve hiçbirisi bu milimetreyle bile ölçemeyeceğimiz küçücük alanda yollarını ve yerlerini şaşırmazlar. Asla başka bir hücrenin vazife alanına taşmazlar. Bazı hücrelerin göçü haftalar içinde gerçekleşir, doğuma doğru tamamlanır. Üreme hücrelerinde olduğu gibi... Yani bu hücre göçü, akşamdan sabaha olup biten basit bir hâdise değil; uzmanlık isteyen, detaylı, kontrollü ve planlı bir işlemdir.

Bu göç sırasında gidilecek yerin doğruluğu kadar zamanlama da çok önemlidir. Zira bu gelişim esnasında yapılacak milimetrenin veya sâlisenin milyarda birinden daha küçük hatalar, organları başka yerlerden meselâ, kolları kafadan, gözleri karından çıkarabilir. Ölçümler bu kadar hassastır, çünkü anne rahmine gelen ve buraya tutunup gelişmeye başlayan zigotun boyu, haftalar sonra bile hâlâ çok küçüktür. Onun dış görünüş olarak insana benzediği ve:

“-Bu, bir insan yavrusu!” dediğimiz dönemin başlangıcı olan 8. haftanın bitiminden sonra bile boyu sadece 3 cm’e ulaşmıştır.

Küçücük bir ortamda göç eden milyarlarca birbirine benzer hücre, aynı organı oluşturmakla vazifeli olan eşini tanır ve onunla bağlantısını kurar. Birbirine yakın oluşumlar arasında bile herhangi bir kargaşa yaşanmaz. Meselâ hiçbir zaman mide hücreleri karaciğer hücrelerine, göz hücreleri beyin hücrelerine karışmaz. Her hücre kendi eşini bilir, bulur, tanır ve ona bağlanır.

MÜKEMMEL STRATEJİ

Bütün bu safhalarda mükemmel bir strateji uygulanmakta; genler, onların ürünleri olan proteinler ve dolayısıyla hücreler, şuurlu bir plan doğrultusunda hareket etmektedirler. Damar hücreleri, damarların olması gereken yerde toplanırlar. Kemik hücreleri, kemiklerin olması gereken yerde birikirler. Bazıları daha iç kısımlara giderek iç organları yapmaya başlarlar. Bazıları beyni, bazıları gözleri, bazıları ise kasları oluştururlar. Bu muhteşem organizasyon, asla bir anarşi içinde gerçekleşmez. Kusursuz bir plan, mükemmel bir tasarımla çalıştırılan bir et parçasından düzgün ve dengeli yaratılmış harika bir sanat eseri ortaya çıkar.

İnsan vücudunun tamamı, işte birinci haftanın sonunda beliren bu kök hücrelerden meydana gelmektedir. Bu hücrelerin her biri, hangi dokuyu, hangi organı inşâ edeceklerse ona göre bir değişim geçirirler. Sistemin inşâsı için kaç hücre yapmaları gerekiyorsa bölünüp çoğalarak sayılarını ona göre artırırlar. Organın yeri nerede olacaksa, oraya göç ederler. Organdan kaç adet yapılacaksa, ona göre çalışırlar. Organın şekli neye benzeyecekse, ona göre yapılarını değiştirirler. Bu kök hücrelerin atası da başlangıçta bir tek hücre olan döllenmiş yumurta hücresidir. Ve bu değişim ve gelişim bilgisinin tamamı bu tek hücrede mevcuttur. Hangi hücre, hangi şekli alacak; hangi organı nasıl, nerede, kaç tane olacak şekilde yapacak, nereye göç edecek vb. bütün soruların cevabını, ana hücre bölünürken kopyaladığı hücrelere aktarır. Bu bilgiyi alan hücre, hangi organa dönüşecekse, hangi sistemin bir parçası olacaksa ilerde çekirdekten sadece o bilgiyi alıp kullanır, diğerlerinin üstünü mühürler. Hem kendisi bu bilgiyi okurken bütün sistem, onun nereyi okuduğunu ve neye dönüşeceğini anlamıştır. Bir iş bölümü yapılmış, hücre daha hiçbir şeye dönüşmeden kendinden oluşan kopyalara:

“-Sizler 5 hafta sonra şu dokuya, 5 ay sonra şu organa dönüşeceksiniz! Organın şekli şuna benzeyecek, şurada konumlanacak, şu kadar adet olacak, boyutu şu kadar olacak, vazifeleri de şunlar olacak, sistemle şöyle bir bağlantı kuracak!...” gibi; kitapları dolduracak uzunlukta detaylı bilgileri muhtevî komutunu vermiştir. Bu emri alan hücreler, canla başla sanat harikası bir eserin inşaatında çalışırlar.

Kapkaranlık bir ortamda ve ortada daha hiçbir doku ve organ taslağı yokken bütün sistem, birbiriyle bu koordineli çalışmayı yürütür. Hücreler birbirleriyle haberleşirler, her organdan olması gerektiği kadar yapılır. Milyarlarca farklı hücre, DNA’larında yer alan milyonlarca sayfalık bilgi bankasından, kendini ilgilendiren kısmı bulup ona uygun olarak yapısını değiştirirler.

Karaciğeri, böbrekleri, gözleri veya pankreası yapan hücreler, hiç tanımadıkları bu organların özelliklerini bilip ona göre yapılarını değiştirirler. Kimi gözün karanlık odasına dönüşür, kimi saydam tabakasına… Kimi uzar, kimi kısalır, kimi yuvarlak olur. Hücrelerin yaptığı sadece şekil değiştirmek de değildir. Kimi iletimden, kimi ağırlık kaldırmaktan, kimi salgı üretiminden, kimi tamirattan, kimi savunmadan, kimi işitmeden veya tat almaktan ilh. sorumludur. Her biri farklı vazife üstlenir ve bu vazifeye uygun şekil alırlar. Bilim adamları da bu gelişimi hayretle seyreder ve hücrelerin yaptıklarını kayıt altına alırlar. Böylece ciltlerle eser meydana getirirler. Hattâ embriyoloji kitaplarının çoğuna baktığımızda hücrelerin muhteşem gücünden bahsedilmesiyle yüzleşiriz. Modern ilim de mükemmel bir sanat eseriyle karşı karşıya olduğunu fark etmiştir; ancak o yüce Sanatkârı, kendi yaşadığı dünyanın boyutları içinde görmeye çalışma ahmaklığından kurtulamamıştır. O ilâhî gücü görmezden gelerek bu muazzam işleri ya hücrelerin içgüdüsüne, ya tesadüfe ya da tabiat anaya(!) havale etmeye kalkmıştır.

Dünyayı gafletle, kör ve sağır bir şekilde seyreden insanlara en güzel mesajı; şuursuz atomlardan meydana gelen hücrelerin, büyük bir sadakat ve teslimiyetle vazifelerine kilitlenerek yaptığı bu hummalı çalışmalar vermektedir:

“Ey insan! Seni şekilsizlikten çıkararak en güzel bir şekilde yaratıp düzgün ve dengeli kılan, seni dilediği bir sûrette birleştiren, keremi ve ihsânı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?!” (el-İnfitar, 6-8)

Bütün kâinat, ilâhî hikmetlerle dolu bir kitap gibi bizlerden okunmayı beklerken, içimizde dürülü olan kâinatı fark edebilmeyi, gönül gözüyle onu görebilmeyi, vahyin ışığında onu okuyarak gereğince amel edebilmeyi, şuursuz hücrelerden sessiz bir feryat gibi yükselen şu ibretlik mesaja gafil kalmayıp, fânî dünyada aldananlardan olmamayı Rabbimiz cümlemize nasip eylesin. Âmin.

Kaynak: Dr. Betül Nefise İnal, Şebnem Dergisi, 142. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.