Hocası Mevlânâ'ya Neden Abdesthane Temizletti?

Hocası Abdullah Devlevî Hazretleri büyük alim Mevlânâ Halid-i Bağdadi'ye neden abdesthane temizletti?

Büyük bir alim olan Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri, manevi irşadının kemale ermesi için Abdullah Devlevi Hazretleri'nin yanına gitmesi gerektiğine kanaat getirdi ve yola koyuldu.  Mevlânâ Hâlid Hazretleri, aylarca süren yolculuktan sonra Dehli’ye (Cihânâbâd’a) vardı. Bu yolculuğun bir sene sürdüğü rivâyet edilir.

Der­hâl Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin huzûruna varmak için can atan Mevlânâ Hâlid, refikleriyle beraber doğruca şeyhin dergâhına gitti. Kendilerine kapıyı açan dervişe, yanındakiler:

“–Sü­ley­mâ­ni­ye, Şam ve Bağdat âlimlerinden el-Hâc Mevlânâ Hâlid Ziyâüddîn, refikleri ile beraber Hazret-i Pîr’i ziyârete geldiler.” dediler.

HALİD DERGAHTAKİ ABDESTHÂNELERİ TEMİZLESİN

Bu gelişten zaten mânen haberdar olan Abdullah Dehlevî Hazretleri:

“–Hâlid kalsın! Diğerleri bir müddet misafirlikten sonra memleketlerine dönsünler!..” buyurdu.

Emir yerine getirildi. Ardından ikinci bir emir geldi:

“–Hâlid, dergâhtaki abdesthânelerin temizliğine başlasın!”

Ancak bu şekilde talebeliğe kabul edilen ve daha Şeyh Hazretleri’yle halvet olamayan Mevlânâ Hâlid, bütün İslâm âlemini saran şöhretine ve ilmine rağmen hiçbir îtirazda bulunmadı. Eline kovasını, süpürgesini alarak hemen hizmete başladı.

Bu temizlik için gerekli suyu dergâha belli bir mesâfede bulunan kuyudan temin ederdi. Suyu doldurur ve kalın bir sopanın ucuna bağlayıp omuzunda taşırdı. Bu iş için her gün defalarca kuyu ile dergâh arasında gidip gelirdi. Dergâhı temizler ve abdest sularını hazırlardı.

Böylece nefsini terbiye yolunda büyük bir azim ve gayret içinde bulunurdu. Şayet nefsi, yaptığı hizmetlerden dolayı herhangi bir isteksizlik veya serkeşlikte bulunacak olsa, der­hâl tevbe ve istiğfar ederdi. Bu şekilde aylar geçti.

MEVLANA'NIN NEFSİYLE MÜCAHEDESİ

Bir gün helâ taşlarını temizleme işinde bir hayli yorulmuştu. Nefsi, o an Mevlânâ Hâlid’i zayıf bulup gönlüne birtakım vesveseler vermeye başladı:

“–Ey Bağdat ve Şam diyarlarının eşsiz ilim deryâsı! Ey ağniyâ iklîminin Mevlânâ Hâlid’i! Deli mi, velî mi olduğu belirsiz bir kişinin sözüyle kalktın nice yollar aşarak tâ buralara kadar geldin. Hani aradığını buldun mu? Baksana ortada ne şeyh var, ne seyr u sülûk! Aylardır gece gündüz sana helâ temizletmekten başka ne yaptılar? Bu muydu senin aradığın ledünnî ilim?..”

Bu tehlikeli iğvâ karşısında şiddetle irkilen Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, nefsinin, önüne çekmek istediği gaflet perdesini, ihlâs, samimiyet ve teslîmiyet sâikasıyla derhâl parçalayarak:

“–Ey nefsim! Şayet mübârek hocamın verdiği şu şerefli va­zi­feyi minnet bilmeyip bir nefes bile ondan imtinâ edecek olursan, sana yerleri süpürge ile değil, sakalımla süpürtürüm!..” dedi.

İLMİNİ MANEVİYATLA TEZYİN ETMEN GEREKİYORDU

Onun bu hâlini Abdullah Dehlevî Hazretleri, uzaktan tebessümle seyrediyordu. Bu hâdiseyle birlikte nefsinin son hamlelerini de mağlûb eden Mevlânâ Hâlid’in kovasını ve süpürgesini artık meleklerin taşımaya başladığını gördü. Ayrıca o âna kadar su taşımaktan yara olmuş omuzlarından semâya doğru uzanan bir nur parıldamaya başlamıştı. Buna son derece memnun olan Hazret-i Pîr, bu müstesnâ talebesini yanına çağırdı:

“–Oğlum Hâlid! İlimde eşsiz bir mertebeye ulaşmıştın. Ancak onu mâneviyatla tezyîn etmen gerekliydi. Bunun için de nefs terbiyesi ve kalp tasfiyesine ihtiyacın zarûriydi. Yoksa nefsin seni gurur ve kibir bataklığına sürükleyip helâk edecekti. Elhamdülillah ki, şu an nefsini ayaklar altına alarak kemâlâtın zirvesine tırmandın. Artık işini melekler görür oldu.” dedi ve ekledi:

"EVLADIM, ARTIK HAZIRSIN"

“–Evlâdım! Kendilerine intisâb etmiş olduğumuz seyyidlerimiz, şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifete ermiş kimselerdir. Şimdi sen, bir müceddid olarak onların bir halkası oldun. Artık bütün iklimlerin irşâdı seni bekliyor! Allah Teâlâ himmetini âlî eylesin!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.