Hırs ve Haset Nedir?

Hased, kulun kendisine takdir edilene, yani ilâhî taksîme râzı olmamasıdır. Bu da Allâh’ın irâdesine karşı gelmek gibi büyük bir cür’ettir. Hâlbuki kullarını çok seven Cenâb-ı Hak, her birine ayrı ayrı nîmetler lûtfetmiştir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur:

“Sakın hased etmeyiniz! Zira hased, ateşin odunu yediği gibi, sevapları ve iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44; İbn-i Mâce, Zühd, 22)

Hırs ve hased, bütün günahların kaynağıdır. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Üç şey vardır ki, bütün günahların kaynağıdır; bunlardan muhakkak sakınınız!:

1) İblîs’i Âdem -aleyhisselâm-’a secde etmemeye sevk eden şey kibirdir.

2) Âdem -aleyhisselâm-’ı cennetteki yasak ağaçtan yemeye sevk eden şey hırstır.

3) Âdem -aleyhisselâm-’ın oğlu Kābil’in, kardeşi Hâbil’i öldürmesine sebep olan şey haseddir.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 101)

HASED NEDİR?

Hased, kulun kendisine takdir edilene, yani ilâhî taksîme râzı olmamasıdır. Bu da Allâh’ın irâdesine karşı gelmek gibi büyük bir cür’ettir. Hâlbuki kullarını çok seven Cenâb-ı Hak, her birine ayrı ayrı nîmetler lûtfetmiştir. İnsanın, başkalarına ihsân edilen nîmetlere hased etmek yerine, kendi üzerindeki nîmetlere şükretmesi îcâb eder. Çünkü bizim sahip olduğumuz nîmetlerden mahrum olan nice kullar vardır. Bu sebeple hırs ve hasedin yegâne tedâvisi, ancak kanaat ve rızâ hâlinin huzur ve rûhâniyetine bürünmekle mümkündür. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Kanaat, bitmez tükenmez bir hazinedir.” buyurmuştur. (Deylemî, Müsned, III, 236/4699)

İlâhî azameti ve nîmetleri lâyıkıyla tefekkür, mü’mini gönül huzuruna sevk eder. Yılan, akrep, kaplumbağa gibi varlıkları gördüğümüzde; “Ben de böyle yaratılabilirdim.” diye düşünmek gerekir. Bu tefekkür, bize üzerimizdeki ilâhî nîmetlerin kadrini bildirir. Meselâ; “Gözlerini ver, karşılığında sana dünyayı verelim!” deseler, bunu kim kabul eder?! Âyet-i kerîmede:

“Allâh’ın nîmetlerini saymaya çalışsanız, onları sayamazsınız!..” (en-Nahl, 18) buyruluyor. En büyük nîmetler ise, mahlûkât içinde “insan” olarak yaratılmak, Kur’ân-ı Kerîm’e muhâtap kılınmak ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ümmet olmaktır.

Hased, ilk defa şeytanda görülmüştür. Ateşten yaratıldığı için kendini; topraktan yaratılan Hazret-i Âdem’den üstün görmüştür. Bu sebeple de Cenâb-ı Hakk’a âsî olmuştur.

Rivâyet olunur ki, Mûsâ -aleyhisselâm- Tûr Dağıʼna çıkarken, sırtında odun taşıyarak geçimini temin eden bir ihtiyarla karşılaşmış. O zât, Hazret-i Mûsâ’ya:

“–Falan komşumun eşeği var. Odunlarını onunla taşıyor. Ben ise bu ihtiyar hâlimle sırtımda taşıyorum. Ne olur, Cenâb- Hakk’a niyâz etsen de, bana da bir merkeb ihsân etse!” diye yalvarmış.

Mûsâ -aleyhisselâm-, Tûr Dağıʼndan dönüşte ihtiyarın talebini şöyle cevaplandırmış:

“–Cenâb-ı Hak, sana bir merkep ihsân edecek. Fakat komşuna bir merkep daha verecek!..”

Bunu duyan ihtiyar:

“–Hayır, istemem!.. Bana da vermesin; ona da...” demiş.

Hasedin ne kadar huzur bozucu ve kötü bir temâyül olduğunu gösteren bu hikâyenin emsâlleri pek çoktur.

Hasedin asıl zararı; hased edilenden çok, hased eden kimseyedir. Bu durum, başkasını taşlayan, fakat attığı taşla kendisini yaralayan kimsenin hâli gibidir.

Ancak gıpta böyle değildir. Zira gıpta, mânevî meziyetlere imrenmektir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilir: Biri, Allâh’ın kendisine Kur’ân verdiği kişidir. O kişi, Kur’ân ile gece gündüz meşgul olup onunla amel eder. Diğeri, Allah’ın kendisine mal verdiği kimsedir. O da gece gündüz bu malı infak eder.” (Müslim, Müsâfirîn, 266, 267. Ayrıca bkz. Buhârî, Temennî, 5; Tevhîd, 45)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

https://www.islamveihsan.com/hirs-ve-hasedin-islamdaki-yeri-nedir.html

https://www.islamveihsan.com/gunahlarin-kaynagi-kibir-hirs-ve-haset.html

 

 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.