Hıfzıssıhha Nedir?

Hıfzıssıhza (Hıfz-ı Sıhha) nedir? Hıfzıssıhza ne iş yapar?

Hıfzıssıhha: İnsan sağlığını korumak için vücûdun ve içinde yaşanan çevrenin sağlık şartlarını inceleyen, buna göre tedbirler alan ve bu çalışmalardan bahseden hekimlik kolu, sağlık koruma, sağlık bilgisi, hijyen demektir.(lugatim.com)

Kur’ân-ı Kerîm’de, pek çok açıdan olduğu gibi hıfzıssıhha açısından da önemli olan; örtünme, elbise temizliği, yeteri derecede istirahat etmek, iyi ve ölçülü bir şekilde beslenmek, kötü ve bozulmuş yiyecekleri yememek gibi konulara dikkat çekilmiştir.

Bilhassa nebâtî yiyeceklerden ve bunların faydalarından bahsedilmekte, iyi ve kötü içecekler hakkında bilgi verilmekte ve sarhoşluk veren içkiler yasaklanmaktadır. Beslenme ile tedâvî ve genel sağlık kâidelerinden biri olan ölülerin defnedilmesi[1] de, Kur’ân-ı Kerîm’in zikrettiği konular arasındadır.

ÖLÜLERİN GÖMÜLMESİ

Kur’ân’ın ölülerin gömülmesi husûsundaki işâretine en güzel şekilde riâyet eden Resûlullah Efendimiz’in şu hâli ne kadar ibretlidir:

Yâlâ bin Mürre (r.a.) şöyle der:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in yanında pek çok defâ seferlere katıldım. Allah Resûlü herhangi bir insan ölüsüne rastladığında, derhâl defnedilmesini emreder, onun Müslüman mı, kâfir mi olduğunu sormazdı.” (Hâkim, I, 526/1374)

O devirdeki müşrikler ise Bedir’de ve Uhud’da kendi ölülerini bile defnetmeden olduğu gibi bırakıp gitmişlerdi. Efendimiz, onları da defnettirdi.

Uhud’da müşrikler, Müslümanların şehidlerine işkence etmiş, onları parçalamışlardı. Buna karşılık ellerindeki müşrik cesetlerine de aynı şeyi yapmak isteyen sahâbîlere Resûlullah Efendimiz:

“–Sabredin ve sevâbını Allah’tan bekleyin!..” buyurarak mânî olmuştur. (Vâkıdî, I, 290)

KUR’AN’DA HASTALIK VE SAĞLIK

Yeme-içmede ifrat ve tefritten uzak durmayı, îtidâl üzere bulunmayı emreden Kur’ân-ı Kerîm[2], tıbbın yarısını hulâsa etmiş; zinâyı yasaklamakla zührevî hastalıkların önünü kesip, nesillerin maddî ve mânevî bakımdan güzel bir şekilde korunmasını sağlamıştır.

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Fuhuş (diğer bir ifâdeyle âilevî ihânet ile başkalarına yönelik cinsî sapmalar ve azgınlıklar), bir toplum içerisinde gözle görülür bir şekilde alenî olarak işlenmeye başladığında, yâni iyice yaygınlaştığında, ortalığı tâûn (hastalığı gibi bulaşıcı ve perişan edici hastalıklar) sarar. Ve daha önce hiç görülmeyen hastalıklar zuhûr eder.(İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623)

Bu hadîs-i şerîften çok etkilenen Amerikalı deniz uzmanı Prof. Dr. Heyy, mevzu üzerinde uzun bir çalışma yaparak şu beyânatta bulunur:

“–Bugünkü ilmî tespitler de nihâyet bu noktaya gelmiştir. İşte AIDS!.. Hıyânet ve cinsî sapmaların neticesi… Gerçekten Avrupa, zinâyı ve cinsî serbestliği îlân ettiği an, birçok bulaşıcı hastalık etrâfı sardı ve ismi bile bilinmeyen türlü türlü mikroplar ortalığı kasıp kavurdu. İnsanları âciz bırakan nice dertler zuhûr etti. Elbette bu, fuhuş ile hastalık arasında, hadîs-i şerîfin bildirdiği ibret dolu bir irtibâtın müthiş bir tezâhürüdür.

Artık ben, Hazret-i Peygamber’in son derece doğru değerlendirmelerde bulunup kendisinden asırlar sonra meydana gelecek hâdiseleri haber vermesini aslâ bir tesâdüf eseri olarak kabûl edemem! Bir de O’nun ümmîliği hesâba katılırsa, bu bilgileri kendiliğinden haber verebilmesi aslâ mümkün değildir! Ben de dostum üstad Keith gibi düşünüyor ve bunların ilâhî kaynaklı mâlûmatlar olduğunu kabûl ediyorum!.. Bu derin hakîkatler, öyle beşer gayreti ile elde edilecek şeyler olamaz! İşte ben, bunca yıldır çalışıp çabalıyorum, ancak yapabildiklerim ortada… Şu dev hakîkatler karşısında kocaman bir hiç!..”

Kur’ân-ı Kerîm, leş, kan ve domuz etinin yenmesini de yasaklamıştır ki, tıbben bunların zararları, artık îzahtan vârestedir. Beden ve ağız temizliğinin, abdest, namaz ve orucun, rûhî olduğu kadar bedenî faydalarını da inkâr etmek mümkün değildir.

Bunlar, örnek kabîlinden zikrettiğimiz hususlardır. Yoksa Kur’ân-ı Kerîm’de nice sırlı konulara ışık tutan yüzlerce âyet vardır. Bunların mânâları, zamanla ilim ve fen geliştikçe kısmen de olsa öğrenilmektedir. Bu sebeple, “Kur’ân’ın en büyük müfessirinin zaman olduğu” söylenmektedir.

Böyle, son derece belîğ ve fasîh bir üslûba sahip, içinde hiçbir tenâkuz ve şüphe bulunmayan, kıyâmete kadar vukûa gelecek nice hakîkatleri haber veren, bütün ins ve cin âlemine meydan okumasına rağmen hiçbir sûrette benzeri, hattâ en küçük bir sûresinin bile benzeri getirilemeyen ve getirilemeyecek olan bir Kitâb’ın, câhil bir toplumun içinde yetişmiş ümmî bir beşerin sözü olması, akıl, idrâk ve iz’ânın kabûl edeceği bir durum değildir.

Kur’ân ve Sünnet, her devirde ilim ve fenne öncülük etmektedir. Kur’ân ve Sünnet’in kat’î olarak haber verdiği bâzı şeyleri, ilim henüz o mertebeye erişemediği için “ihtimâl” olarak görmektedir. Zaman içinde bu ihtimaller hakîkate dönüşerek Kur’ân’ın azametini ortaya koymaktadır.

  • Sineklerin Sırrı

Daha evvel âyetlerden birçok misâl verdiğimiz için, bir de hadîs-i şerîften misâl verelim:

Allah Resûlü şöyle buyurur:

“Birinizin kabına sinek düştüğünde, (önce) onu batırıp sonra çıkarsın! Zîrâ sineğin bir kanadında hastalık, diğerinde ise bunun ilâç ve tedâvîsi vardır.” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 16, Tıb 58; Ebû Dâvûd, Et‘ime, 48-49/3844; İbn-i Mâce, Tıb, 31; Ahmed, II, 229, 246)

Allah Resûlü, zarûret karşısında kaptaki yemek veya suyun zâyî edilmeyip istifâde edilmesini tavsiye buyurmaktadır. Yakın bir zamana kadar sineğin, tamamen mikrop taşıyan bir hayvan olduğu sanılmakta ve kendisinde panzehir olduğu bilinmemekteydi. Lâkin bugün hakîkat, bir mûcize-i nebevî olarak tecellî etmiş bulunmaktadır.

Nitekim 2002 senesinde Avustralyalı bilim adamları, her türlü şartlarda var olabilen sinek ve benzerlerinden antibiyotik ürettiklerini açıklamışlardır. Sydney’deki Macquarie Üniversitesi’nden Prof. Andy Beattie önderliğindeki ekip câlib-i dikkat bir araştırmaya imza attı. Sinekler, böcekler ve her türlü haşerenin çürüyen et ve gübre dâhil her pisliğe karşı dayanıklı olduğunu dikkate alan bilim adamları, “Bu tür canlıların enfeksiyonlara karşı kuvvetli bir mukâvemeti olması îcâb eder, aksi hâlde sağ kalamazlardı. Onlardan antibiyotik yapma tecrübelerimiz şimdilik müsbet neticeler verdi.” dediler.

Sinekle ilgili bu hadîs-i şerîf, Sahîh-i Buhârî başta olmak üzere diğer mühim hadis kitaplarımızda yer aldığı için müslümanlar ona inanmakta tereddüt etmediler. Her şeyi akılla ve müspet ilimle açıklamaya çalışanlar ise, bu hadis ve râvîsi Ebû Hüreyre Hazretleri hakkında ileri-geri konuştular. Lâkin ilmî keşifler, Resûlullah Efendimiz’i ve O’na samimî olarak inanan mü’minleri bir defâ daha tasdik etti.

  • Köpek Necis Mi?

Hazret-i Peygamber, bir diğer hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmaktadırlar:

“Şâyet bir köpek ağzını bir kaba daldıracak olursa, insanlar tarafından bu kap kullanılmadan evvel, hattâ ilki ince temiz toprak ile olmak üzere yedi defâ su ile ovulup çalkalanması lâzımdır.” (Müslim, Tahâret, 91; Buhârî, Vudû‘, 33)

Bu hadîs-i şerîfte köpeğin ağzının pis olduğu ve bu pisliğin temizlenmesinde, ince-temiz toprağın rolü anlatılmaktadır.

İlmin yeni tespit ettiği bu hakîkatleri Sünnet, bin dört yüz sene evvelden haber vermektedir.

Fennin ve ilmin tevzî mecmûaları olan ansiklopediler, her sene ek nüsha çıkarmak sûretiyle, değişen ilmî gerçekleri yeniden yayınlayarak eskisini tashîh ederler. Kur’ân ve Sünnet ise, bin dört yüz seneden beri bu tür bir tashîhe bir harf için bile ihtiyaç hissetmemiş olarak kıyâmete kadar devâm edecektir. Çünkü Allah Teâlâ yüce Kitâb’ında şöyle buyurmaktadır:

“…Hâlbuki Kur’ân pek değerli bir kitaptır. Ne geçmişte ne de gelecekte onu iptâl edecek yoktur (bâtıl ona ne önünden ne de ardından yol bulamaz). O, mutlak hikmet sahibi, her durumda övülmeye lâyık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussılet, 41-42)

[1] el-Mâide, 31.

[2] el-A’râf, 31.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

SİNEĞİN KANAKLARINDAKİ MUCİZE

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.