Hicrete İzin Verilmesi ve Medine’ye Hicret

Müslümanlara hicret izninin verilmesi ve müşriklerin buna tepkisi nasıl oldu? Peygamber Efendimiz hicret yeri olarak niçin Medine’yi seçmiştir? Peygamberlerin son çaresi: Hicret...

İkinci Akabe Bey’ati’nden sonra müşrikler, Müslümanların sığınıp kendilerini koruyacak bir yere hicret edeceklerini öğrenince, yaptıkları eziyetleri büsbütün artırdılar. Müslümanlar bu dayanılmaz işkenceler sebebiyle Mekke’de oturamayacak hâle geldikleri için, hâllerini Peygamber Efendimiz’e arz ettiler ve hicret için izin istediler.

Allâh Resûlü, Allâh’ın izni ile Müslümanlara Medîne yollarını işâret etti ve şöyle buyurdu:

“Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.” (Buhârî, Kefâlet, 4)

Onlara Ensâr ile, yâni Medîneli Müslüman kardeşleriyle kucaklaşmalarını emretti ve:

Allâh Teâlâ sizin için kardeşler ve huzur bulacağınız bir diyâr lutfetti! buyurdu.

Bundan sonra Müslümanlar, müşriklere hissettirmeden hazırlandılar, birbirlerine yardım ederek gizlice hicret etmeye başladılar.

Çünkü Müslümanların daha evvel hicret edip de hüsn-i kabûl gördükleri Habeşistan, cihânşümûl bir dîn için merkez olabilme şartlarını hâiz değildi. Medîne ise, hem siyâsî hem ticârî bakımdan ve daha birçok yönleriyle İslâm’a merkez olabilecek vasıfta bir şehirdi. Bu yüzden topyekûn hicret, o mübârek beldeye nasîb olacaktı.

Nitekim Medîne, Müslümanlar için bir barınak ve sığınak mekânı hâline geldi. Böylece Mekkeli müşriklerin de korktukları başlarına gelmiş oldu. İslâm, Mekke dışına çıkmış ve Medîne’de büyük bir îtibar kazanmıştı. Bu, müşriklerin, Hazret-i Peygamber’i yurdundan söküp atmak için rahatsız edip durmalarının kendileri için ne kadar büyük bir zarar ve kayıp olduğunu bir türlü anlayamamalarından kaynaklanıyordu. Hakîkaten bu, onlar için büyük bir kayıptı. Fakat göremiyor, duyamıyor, hissedemiyor, kavrayamıyorlardı.

Allâh Teâlâ, Resûlü’ne buyurdu:

“...Onlar da Sen’den sonra yurtlarında pek az kalabileceklerdir!” (el-İsrâ, 76)

Zavallı müşrikler, o anki güçlerine ve nefislerinin sultasına aldanarak Müslümanları alay, istihzâ, tehdit, ambargo, şiddet ve işkence ile yıldırdıklarını sanıyor, böylece Mekke’deki nüfûzlarını muhâfaza ettiklerine inanıyorlardı. Oysa pek yakın bir zamanda nelere şâhid olacaklardı! Kendilerini mutlak ve mukadder bir mağlûbiyet ve perişanlık bekliyordu.

Çünkü akın akın Medîne’ye giden Müslümanlar, onlardan korktukları için değil, İslâm’ın temellerini en muhkem bir şekilde inşâ etmek üzere hicret ettiklerinin şuuru içindeydiler.

PEYGAMBERİMİZ HİCRET YERİ OLARAK NİÇİN MEDİNE’Yİ SEÇMİŞTİR?

Hicret, hiçbir zaman zillet ve meskenet içerisinde çâresizce bir kaçış olarak anlaşılmamalıdır. Medîne, Muhâcirler için bir hicret yurdu, diğer mü’min kardeşleriyle birleşip toparlanarak, çıkartıldıkları topraklarda Allâh’ın dînini hâkim kılmak için yerleştikleri bir karargâhtır. 

Merhum şâir Necip Fâzıl, bu hakîkati bir şiirinde şu şekilde dile getirmektedir:

Hicret, yurt dışında aranan destek

Dâvâ sâhibine öz yurdu köstek

Merkezi dışardan sarmaktır murâd

Merkezin çevreden fethidir istek

Hicret, yurt dışında aranan destek…

Muhâcirler, bunun için mal-mülk, akrabâ, neleri varsa Mekke’de bırakıyorlardı. Kimi gizli, kimi açıktan açığa Medîne yollarına koyuluyordu.

Hazret-i Ali (r.a.) der ki:

“Muhâcirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Ömer bin Hattâb bundan müstesnâdır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kâbe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kâbe’nin yanında bulunuyorlardı. Ömer (r.a.) Kâbe’yi yedi defâ tavâf ettikten sonra onların yanına vardı ve şimdiden gelecekteki zaferlerin ilk hamlesini gösterircesine müşriklere haykırdı:

«–İşte ben de Medîne’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler arkama düşsün, şu vâdinin arkasında karşıma çıksın!»

Ancak hiç kimse O’nun ardına düşüp tâkib edemedi.” (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 152-153)

MUHACİR VE ENSAR NEDİR?

Medîneliler, Mekke’den gelen kardeşlerini kucaklayarak karşılıyor, onlara cân u gönülden yardım ediyorlardı. Bu yüzden Mekkeli Müslümanlara “Muhâcir”, Medîneli Müslümanlara ise, yardım edenler mânâsına “Ensâr” denildi.

Allâh Teâlâ buyurur:

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara ihsân ile tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur; onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)

HİCRETİN HÜKÜMLERİ

İslâm âlimleri, Müslümanların hicret etmelerine izin verilmesinden, şu hükümleri çıkarmışlardır:

Hicret, Hazret-i Peygamber’in döneminde farz idi. Onun farziyyeti kıyâmet gününe kadar bâkîdir. Mekke’nin fethi ile sona eren hicret ise, sâdece Resûlullâh devrine mahsustur.

Bir Müslümanın ezan, cemaat, oruç, namaz ve diğer İslâmî hükümleri yerine getiremediği bir yerde kalmaya devâm etmesi câiz değildir. Cenâb-ı Hakk’ın şu âyeti bu hususta delildir:

“Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, «Ne işte idiniz?» derler. Onlar da: «Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.» derler. Melekler: «Allâh’ın arzı geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya!» derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir. Ancak gerçekten âciz ve zayıf olan, çâresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesnâ.” (en-Nisâ, 97-98)

Bu âyette, Medîne’ye hicret etmeyerek müşrik bir cemiyet içinde kalanların, kendilerine zulmettikleri bildirilmektedir. Bunlar, rahatlarını, alışkanlıklarını, âilelerini, mal-mülk ve menfaatlerini dinlerine tercih ediyorlardı. Bu sebepten “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.” şeklinde ileri sürdükleri mâzeretleri kabûl edilmemiştir. Bununla birlikte hakîkaten hicrete güç yetiremeyen yaşlı, zayıf erkek, kadın ve çocukların mâzeretleri kabûl edilmiştir.

HİCRET HADİSESİ

Hicret hâdisesinden çıkarılan bir başka hüküm ise, Müslümanların ülkeleri ve memleketleri her ne kadar ayrı olsa bile, diğer Müslümanlara mümkün olduğu müddetçe yardım etmelerinin farz olmasıdır. İslâm âlimleri, Müslümanların yeryüzünde herhangi bir yerde zulüm gören, esir olan veya ezilen mü’min kardeşlerine yardım etmeye muktedir olup da yardım etmedikleri takdirde, büyük bir günâha girecekleri husûsunda icmâ etmişlerdir.

Hazret-i Peygamber, Hicret’e büyük ehemmiyet atfetmiş, Mekke’nin fethine kadar bütün Müslümanların Medîne’ye hicret etmesini istemiştir. Çünkü Medîne dışındaki yerler küfür diyârı idi ve Müslümanların o diyarlarda inançlarını öğrenip yaşamaları çok zordu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED MUSTAFÂ (S.A.V.)

Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.v.)

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.