Her Şeyi Kuşatan İlim

Allâh ilim sâhibidir ve O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır, her şeyi bilir. O’nun ilmi dışında kalan hiçbir şey yoktur. O, olmuş olacak her şeyi hakkıyla bilir. Onun ilmi için gizli veya sır da mevcut değildir. İnsanoğluna verilen bütün ilimlerse, bu sıfattan sadece bir kırıntıdır. İşte Allah'ın (c.c) ilmi ile ilgili ayetler...

Birçok gaybî hakîkatlerde: “Allâhu a‘lem” yâni “En iyi bilen, Allâh’tır.” denilir. 

“De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allâh onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allâh her şeye kâdirdir.” (Âl-i İmrân, 29)

HER ŞEYİ KUŞATAN İLİM

Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

“Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allâh’a gizli kalmaz.” (Âl-i İmrân, 5)

“De ki: İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız da Allâh onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allâh her şeye kâdirdir.” (Âl-i İmrân, 29)

“O, göklerde ve yerde tek Allâh’tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı da bilir.” (el-En’âm, 3)

“... O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O’na hiçbir şey gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler...” (el-Bakara, 255)

Bu itibarladır ki birçok gaybî hakîkatlerde: “Allâhu a‘lem” yâni “En iyi bilen, Allâh’tır.” denilir.

Zîrâ insanın bilgisi, muazzam ve engin kâinatta belki okyanustan bir toplu iğne ucu kadar bile değildir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Size ilimden ancak az bir nasîb verildi.” (el-İsrâ, 85)

Dolayısıyla insanoğluna ilimde nice hârikulâde kapılar açık tutulmakla birlikte birçok meselede de önüne beşer ilminin aşamayacağı sır duvarları konulmuştur. Bunun hikmeti, kulun acziyetini bilmesi ve Allâh’a muhtaçlığını idrâk ederek O’nun ilmine teslîm olmasıdır. Âyette buyurulur:

“(Nice) hoşlanmadığınız şey (vardır ki) sizin iyiliğinizedir ve (nice) sevdiğiniz şey (vardır ki) sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allâh bilir.” (el-Bakara, 216)

Gerçekten de insanoğlu, hikmetini bilemediği nice kahır sûretindeki tecellîlere başlangıçta pek üzülür. Onda saklı olan rahmeti göremez. Bazen de lutuf sûretindeki tecellîlere kendini kaptırır ve onların içinde gizli olan kahrın farkında olmaz.

HER İŞTE VARDIR BİR HAYIR

Rivâyet edilir ki, içlerinde sâlih bir zâtın bulunduğu bir Arap kabîlesi vardı. Bu kabîle, o zâtın sohbet, irşâd ve nasîhatlerini dinler ve gönüllerini buna göre istikâmetlendirirlerdi. Bir sabah kalktıklarında bütün köpekleri ölmüş buldular. Doğruca o sâlih zâta gidip durumu anlattılar. O da kısa bir murâkabeden sonra tevekkülle:

“–Onların ölümü, umulur ki sizin için bir kurtuluştur!” dedi.

Ertesi gece bütün horozlar öldü. Yine bu zâta geldiler. Aldıkları cevap aynı oldu:

“–Onların ölümü, umulur ki sizin için bir kurtuluştur!”

Bunun üzerine içlerinden biri sordu:

“–Efendim, köpekler bekçilerimiz, horozlar da müezzinlerimiz idi. Bunların ölümünde bizim için nasıl bir fayda olabilir ki?”

O sâlih zât da:

“–Bütün sır ve gizlilikleri bilen Allâh Teâlâ’dır. Elbette ki O, bu hâdisenin içine bizim aklımızın ermeyeceği büyük bir hakîkat gizlemiştir.” dedi.

Bundan bir sonraki gece de kabîlede kimsenin ateşi yanmadı. Herkes, «Acaba nasıl bir belâ geldi?» şeklinde düşüncelere kapıldı.

Fakat sabahleyin kalkınca yaşadıkları muammâlı hâdiselerin hakîkati anlaşıldı. Meğer son gece o havâlîyi düşman basmış ve şehirleri yağmalamıştı. Bu kabilenin civarına da gelmişler, fakat herhangi bir köpek sesi, horoz ötüşü duyamadıkları ve en küçük bir ateş ışığı da göremedikleri için oradakilerin farkına varamadan geçip gitmişlerdi. Böylece halk, büyük bir yağma ve katliâmdan kurtulmuştu. (Silkü’s-Sülûk)

İşte insanın ilminin acziyyeti ve işte kahır gibi görünen bir lutuf! İbrâhîm Hakkı Erzurumî Hazretleri ne güzel söyler:

Deme şu niçin şöyle,

Yerincedir ol öyle.

Bak sonunu seyreyle;

Mevlâ’m görelim neyler,

Neylerse güzel eyler!..

KUL HASTALANDIĞI ZAMAN

Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

“Kul hastalandığı zaman Allâh Teâlâ ona iki melek gönderir ve onlara: «–Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!» diye emreder.

Eğer o kul, melekler geldiği zaman Allâh’a hamdediyor ve senâlarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allâh’a yükseltirler. (Meleklerini sırf kulunun ameline şâhid olsunlar diye gönderen) Allâh Teâlâ:

«–Kulumun ruhunu kabzedersem, onu cennete koymam kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur. Şayet şifâ verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günâhlarını da afvetmem, üzerimde hakkı olmuştur.» buyurur.” (Muvatta, Ayn, 5)

Bu hadîs-i şerîf de, bizler için zâhiren elem verici görünen nice hâdiselerin sadece ilâhî bir imtihân olarak takdîr edildiğini ve o kederin arkasında büyük mükâfâtların gizli olduğunu bildirmektedir.

Tarihte böyle nice zâhiren kahır sûretinde olup bâtınen lutuf ile neticelenen hâdiseler olduğu gibi bazen bunun aksi de vukû bulmuş, lutuf zannedilen nice işler kahırla neticelenmiştir. Meselâ Hûd -aleyhisselâm-’a îmân etmeyen Âd kavmi, üzerlerine gelmekte olan azâb bulutlarını görünce onları rahmet bulutu zannederek sevinmişlerdi. Ancak başlarına o bulutlardan yağmur değil de ateş yağmaya başlayınca hakîkati idrâk ettiler. Ama ne fayda!..

Bunun içindir ki kula düşen «Biz bilemeyiz, ancak Allâh bilir.» şuûruyla ilm-i ilâhîye teslîm olarak yaşamaktır. Bu teslîmiyet de, hiç şüphesiz mârifetullâh, yâni Allâh’ı yakînen bilmekle olur. Zîrâ hiçbir ilim bu husustaki cehâletin getireceği kötü neticeleri bertaraf etmeye yetmez. Lâkin bu husustaki ilim, diğerlerinin eksikliğini bertaraf edebilir. Nitekim nice ümmî kimseler vardır ki, mârifetullâh bereketiyle Allâh tarafından husûsî ve pek mümtaz lutuflara mazhar olmuşlardır.

Bunun için Yûnus Emre Hazretleri, aslolan ilmin mârifetullâh olduğuna işâreten şöyle seslenir:

Yigirmi dokuz hece,

Okursun uçtan uca,

Sen elif dersin hoca,

Mânâsı ne demektir?

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır?

Cenâb-ı Hakk, kendi ilmi karşısında beşerin bu hâlini şu âyet-i kerîmeler ile ne güzel sergiler:

“Hiçbir nefis yarın ne kazanacağını bilemez.” (Lokman, 34)

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Hiç şüphesiz ilim ancak Allâh’ın katındadır...” (el-Mülk, 26)

İlim, Allâh katındadır. Yâni mutlak mânâda ilim, Allâh’a âiddir. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır. İlm-i ilâhî, bu bakımdan bir aynaya benzer. Ona aksedenler ne kadar değişseler de ayna hepsini ihâta eder ve herhangi bir değişikliğe uğramaz.

İlm-i ilâhî, düşünce ve fikir mahsûlü olmaktan münezzehtir. Şu kâinâtta görülen hiçbir akıl ve irâdenin erişemeyeceği derecede ince ve hassas nizâm u âhenk, Cenâb-ı Hakk’ın ne kadar sonsuz bir ilim sahibi olduğunun en sâdık delîlidir. Öyle ki bu kâinâtta insanoğlu, küçücük bir buluşa bile sayısız kişi ve asırlarca zamanın birbirine ilâvesinin yardımıyla nice ilim ve kaideler neticesinde ulaşabilmektedir. Meselâ bugün pek yaygınlaşan cep telefonlarıyla irtibat husûsiyeti, insanın yaratılışından ne kadar sonra ve nice tecrübelerin üstüste birikmesi ile ancak gerçekleşebilmiştir. Diğer terakkîler de böyledir. Hâlbuki bu keşf, îcâd ve henüz çözülememiş sonsuz sırlar, Cenâb-ı Hakk’ın, kâinâtın nizâmına bir anda ilm-i ilâhîsi ile yerleştirdiği husûsiyetlerdir. Bu gerçeği hatırlatmak üzere Cenâb-ı Hakk insanoğluna şöyle buyurur:

“(Ey insanlar!) Yaratan (Allâh) hiç bilmez mi? Hiç şüphesiz Allâh, her şeyi hakkıyla bilendir.” (el-Mülk, 14)

 Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İslam İman İbadet

İslam ve İhsan

ALLAHU ALEM NE DEMEK?

Allahu Alem Ne Demek?

ALLAH'IN SIFATLARI VE ANLAMLARI KISACA

Allah'ın Sıfatları ve Anlamları Kısaca

GERÇEK İLİM VE TAHSİL

Gerçek İlim ve Tahsil

FAYDALI İLİM NEDİR?

Faydalı İlim Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.