Her Nefes, Paha Biçilmez Bir Nîmettir

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi zamanın kıymetinden ve ahiret hayatından bahsediyor.

HER NEFES, PAHA BİÇİLMEZ BİR NÎMETTİR

İmam Gazâlî Hazretleri, nasihatlerinden birinde buyuruyor ki:

“Her mü’min, sabahleyin (seherde kalktıktan sonra namazını kıldıktan sonra, teheccüd namazı, sabah namazı, tabi sabah namazının cemaatle kılınması çok çok mühim) kendisine şu hatırlatmaları yapsın:

«Benim sermayem ömrümdür.» desin kendi kendine. «Ömrüm gidince sermayem de gider ve artık kazanma imkânı da kalmaz.»”

Yani kabirde kazanma, âhirette kazanma yok, bitti. Son nefeste bitti. Onun için Cenâb-ı Hak:

وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“…Ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Âl-i İmrân, 102) buyuruyor. Başka çare yok.

“Siz, Allâh’ın dînine yardım ederseniz, (yani yaşarsanız dîni, yaşatırsanız) Allah size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7) buyruluyor.

Velhâsıl şöyle kendi kendine hatırlat diyor. Kendini îkaz et diyor. Kendi kendini irşâd et diyor. De ki:

“Benim sermayem ömrümdür. Ömrüm gidince sermayem de gider. Artık kazanma imkânım kalmaz. Bu başlayan gün, yeni bir gündür. Allah Teâlâ bugün de bana müsâade ederek ikramda bulundu. (Yani hayat takviminden bir sayfa daha açtı. Bugün ben ölmedim. Çok kimse gece yatıyor, sabahleyin vefat etmiş olarak kaldırılıyor.) Eğer ömrüm son bulsaydı elbette bir günlüğüne de olsa dünyaya geri gönderilip çokça salih ameller işlemeyi temennî edecektim.”

Bir Allah dostu onu diyor:

“Sen diyor, mezardakiler dirilse diyor, ona sorsan diyor, sana ne der diyor cevâben; «Aman her ânını Allah yolunda geçirmeye gayret et.»”

“Şimdi farzet ki öldün bugün. Bir günlüğüne dünyaya dönmene izin verildi. O hâlde bugün günahlara kat’iyyen yaklaşma. Sakın ola ki bugünün bir ânını bile boşa çıkarma. Zira her nefes, paha biçilmez bir nîmettir.”

Tabi en büyük nedâmet, son nefeste olacak. İşte bütün hayatımızın akışı da bu son nefese bağlı.

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, öyle haşrolunursunuz.” buyruluyor. (Bkz. Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663, Müslim, Cennet, 83)

Yine Münâfikûn Sûresi’nde Cenâb-ı Hak buyuruyor ki hepimiz için, hepimiz tadacağız bunu:

(Son nefes gelir de) ölüm gelir de; «Yâ Rabbi (biraz açsan, az bir şey açsan, ömrümü) az bir şey uzatsan da sadaka versem ve sâlihlerden olsam (ve infak etsem)…” (el-Münâfikûn, 10) buyruluyor.

Yani herkes, Rasûlullah Efendimiz, keşke daha çok sadaka verseydim ve keşke daha çok sâlihlerden olsaydım diye nedâmet duyacak buyuruyor. Bunu sâlihler de nedâmet duyacak, keşke daha öteye gitseydim diye. (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)

İlyas Peygamber’e ölüm meleği geliyor. Gelince ürperiyor. Azrâil soruyor:

“–Sen diyor Peygambersin diyor, ölümden mi çekindin?”

“‒Yok diyor, ondan değil diyor. Dünya hayatı ne güzeldi diyor, hep ibadetle, Cenâb-ı Hak’la meşguldüm diyor. Yaşamak ve yaşatmanın gayreti, heyecanı, feyzi içindeydim diyor. Şimdi ise tâ kıyâmete kadar kabirde rehin kalacağım diyor. Bu şeylerden mahrum kalacağım.” buyuruyor.

Velhâsıl bu dünya nîmetini iyi takdir edebilmek.

Cenâb-ı Hak:

وَالْعَصْرِ. اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ.

Buyuruyor:

“Zamana yemin olsun, insan hüsrandadır (ziyandadır, zarardadır).” (el-Asr, 1-2)

Süleyman -aleyhisselâm- kadar zengin olsan, ne kadar o servet seninle beraber olacak? Bir de onun vebâli var. Ne kadar seninle beraber olacak? Yusuf -aleyhisselâm- kadar güzel olsan, sende ne kadar kalacak o?

Ömer bin Abdülaziz’in bir arkadaşı geliyor, halife olduktan sonra görmek istiyor.

“‒Buyur, gelsin.” diyor.

Şöyle bir bakıyor:

“‒Allah Allah diyor, Ömer bin Abdülaziz diyor, o müheykel vücut ne oldu sende diyor. Kemiklerin çıkmış diyor, iki büklüm olmuşsun diyor. Şu iki buçuk senede ne hâle gelmişsin?!” diyor.

Ömer bin Abdülaziz diyor ki:

“‒Geç bunları diyor, geç diyor. Esas diyor, sen benim kabrimi üç gün sonra açsan diyor, kim bilir orada ne manzaralar seyredeceksin benim için diyor. Sen bana Allah Rasûlü’nden iki-üç hadîs-i şerîf oku da diyor, rûhumuz bir huzur bulsun.” buyuruyor.

Velhâsıl dünyaya, seraplara aldanmamak, seraplarda saâdet bulmaya çalışmamak. Onun için Cenâb-ı Hak:

“وَالْفَجْرِ” (“Fecre andolsun.” [el-Fecr, 1]) buyuruyor. Nasıl kâinâtı uyandırıyor.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Sen de uyan!..

Yine âyet-i kerîmede buyruluyor Haşr Sûresi’nde:

“Ey îmân edenler! Allah’tan ittikā edin! Herkes yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18)

En ufak bir yolculukta bir hazırlık içindeyiz. Cenâb-ı Hak îkaz hâlinde: Âyetlerle îkaz, Peygamber’iyle îkaz, şu kâinattaki mikrodan makroya her şeyle bir îkaz hâlinde.

Ömür, üzerinde metrajı yazmayan bir makara gibi. Hiç kimse ömür takviminden kaç yaprak kaldığını bilmez. Bilmesi de mümkün değil. Cenâb-ı Hak bildirmiyor çünkü. Ancak biz Cenâb-ı Hakk’ın bildirdiklerini bilebiliyoruz. Yani ömür senedinin, son nefesin günü meçhul. Bu hakîkate binâen -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

اَللّٰهُمَّ لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ

Buyuruyor: “Yâ Rabbi, esas hayat, âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1)

Efendimiz, Hendek Harbi’nde zor zamanlar oldu. “Allâh’ın yardımı gelmeyecek mi?” diye bir vesvese oldu. Orada da Rasûlullah Efendimiz:

اَللّٰهُمَّ لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ

Esas hayat… Zorluklara mukâvemet, oradan ecir alabilmek. Çünkü Cenâb-ı Hak sabredenleri seviyor.

Mekke Fethi oldu. Efendimiz zafer işaretiyle değil, devenin üzerinde secde ederek girdi. Etrafında bir taşkınlık olmasın… Zaferi veren, Cenâb-ı Hak. Bir taşkınlık olmasın diye:

لَا عَيْشَ إِلّٰا عَيْشُ الْآخِرَةِ buyuruyordu.

Velhâsıl öyle bir hayatımız olacak ki, beyne’l-havfi ve’r-recâ. Demek ki ümit ve korku arasında bir hayatımız olacak.

Ümit, Allâh’ın rahmeti.

Korku, (amellerimizin) hepsi kabule muhtaç, bilemiyoruz.

Velhâsıl, buyruluyor:

مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ

(Kendini bilen, Rabbini de bilir.)

Onun için kendinin ne olduğunu bileceksin.

Sıfır sermaye ile dünyaya geldik. Kendimiz, yaratılışımızı, kendimiz tayin etmedik. Bir kedi-köpek, yılan gördüğümüz zaman tefekkür etmemiz lâzım: Onlar gibi olabilirdik. Biz onlar gibi gelebilirdik. Biz, sıfır sermaye ile, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla geldik.

Onun için insan, sadece iki şeyi unutmayacak:

  1. Ölümü unutmayacak.

Zaten en büyük ders, vefat edenlerin hâli. Fakat insanın nefsi daha kendisine çok sonra geleceğini zanneder.

  1. Âhireti unutmamak.

Çünkü ağır bir hesaba dûçâr olacağız. Zerrelerin hesabını… Zerre hayırlar, zerre şerler…

Birçok şeyi unuttuk, geldi geçti. Fakat onu Kirâmen Kâtibîn yazdı, o, dosyamıza gitti. Nasıl, basit, dünya şeyleri, bir kompüterde, geçmiş her şeyi görebiliyoruz. Nasıl bir ilâhî kompüterler çalışacak.

“Kitabını oku, bugün (hesap sorucu olarak) nefsin sana kâfidir.” (el-İsrâ, 14) denilecek.

Onun için her günü bir lûtuf olarak göreceğiz, seherleri bir lûtuf olarak… Zira seherlerde Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) buyuruyor.

Ben bilen bir kişi miyim, bilmeyen bir kişi miyim? Cenâb-ı Hak burada üç şart koyuyor. Biri de “سَاجِدًا وَقَائِمًا”: Seherlerde ibadet, tâat hâlinde bulunanlar. (Bkz. ez-Zümer, 9) Bu, bir yakınlık ölçüsü olarak. O uykunun zor zamanında Allah için kalkmak. Geçmişlerimiz için Cenâb-ı Hakk’a istiğfar etmek. Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor.

Ben biliyor muyum, bilmiyor muyum? “سَاجِدًا وَقَائِمًا” buyuruyor. Bilenler, “secde ve kıyam hâlinde” olur seherlerde. “Âhiret endişesi içinde olurlar. Cenâb-ı Hakk’a bir duâ hâlinde yaşarlar.” (Bkz. ez-Zümer, 9)

Yine Cenâb-ı Hak “ibâdu’r-Rahmân/Allâh’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar…” Onlar da “سُجَّدًا وَقِيَامًا” secde ve kıyam hâlinde olurlar. (Bkz. el-Furkân, 64)

Hep bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın ayrı ayrı îkazları.

Demek ki seherler bir istiğfarla başlayacak.

“اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيم...” Öyle devam edecek.

Rasûlullah Efendimiz:

“Îmânınızı kelime-i tevhid ile tecdid edin (yenileyin).” buyuruyor, tazeleyin buyuruyor. (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

“لَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُبِينُ” Bir îman tazeleme.

Gündüz de bunun îcâbını yerine getirme. Allâh’ın men ettiği şeylerden dilimiz, gözümüz, uzuvlarımızı koruyabilmek.

Salevât-ı şerîfe:

Cenâb-ı Hak:

“Allah ve melekleri salât ederler... Siz de salât edin, tam bir teslimiyetle selâm verin.” (Bkz. el-Ahzâb, 56) buyuruyor.

Efendimiz’i duymak. Efendimiz’le derinleşmek. Her selâma, redd-i selâmla, yani o selâmı yine selâmla gönderin buyuruyor Efendimiz.

O gecenin, o seherin karanlığında “tefekkür-i mevt”. Yalnız bir yolculuğa çıkacaksın. Bütün ömürde yaşadığın her şeye vedâ edeceksin. Ölümü tefekkür. Ölümden kaçacak bir yer yok.

Rasûlullah Efendimiz:

اَللّٰهُمَّ اِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَ عَذَابِ الْآخِرَةِ

Duâlarında daima bu vardı:

“Yâ Rabbi! Kabir azâbından ve âhiret azâbından Sana sığınırım…”  (Bkz. Müslim, Mesâcid, 128)

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Bütün zevkleri, lezzetleri kökünden yok eden ölümü çok çok hatırlayın.” (Tirmizî, Zühd, 4)

Velhâsıl şu hayat, ölüme hazırlık, son nefese hazırlık.

Nasıl, gıdaya ihtiyacımız var. O gıda, hayâtiyetimizin devamı olacak. Sırf biz bedenî hayatla yaşamıyoruz. Bir de rûhânî hayatımız var. O rûhânî hayat da Cenâb-ı Hakk’ı anmakla:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

O da rûhânîleşecek ve bize mesut bir dünya gelecek.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])

Okumayı öğreneceğiz bu şekilde. Kalp ve beden âhengi içinde okumayı öğreneceğiz. Cenâb-ı Hak oku diyor, “Rabbinin adıyla oku” diyor.

Kendimizi okuyacağız:

Niye dünyaya geldik? Allah bizi niye getirdi? Kimin mülkünde yaşıyoruz? Gelen niye geldi? Giden niye gidiyor?..

Evlâdımızı okuyacağız:

Kim verdi bize? Onun rengini, şeklini, biçimini, ömrünü biz mi tayin ettik?..

Toprağı okuyacağız:

Cenâb-ı Hak bu kadar, her mevsim ayrı sebzeler, gıdalar, meyveler vs… Nasıl ilâhî bir kompüter çalışıyor toprağın altında. Sonbaharda çıkan, ilkbaharda çıkmıyor. İlkbaharda çıkan sonbaharda çıkmıyor. Cenâb-ı Hak insanın maddî-mânevî durumuna göre ihsan ediyor. Ekvatorda yaşayanların gıdası ayrı, kutuplarda yaşayanın gıdası ayrı. Cenâb-ı Hak “sayamazsınız nîmetlerimi” buyuruyor. (Bkz. İbrahim, 34)

Gözümüzü düşüneceğiz, kulağımızı düşüneceğiz. “Ver gözünü, al dünyayı!” deseler, kim değişir? Daima üzerimizdeki nîmetleri düşüneceğiz.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak’la beraberlik:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâhʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

Zaten sûrenin sonunda geliyor, nefs-i mutmainne, kalp bu şekilde bir tahsil görecek. O tahsille dünyada da kabirde de âhirette de huzur bulacak…

 

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.