Helâlin Hesâbı, Haramın Da Azâbı Var!

Allâh’ın lutfettiği nîmetleri sarf ederken ilâhî emir ve nehiy ölçülerini göz önünde bulundurmak mecbûriyetindeyiz.

Rabbimizin kullarına lutfettiği bütün nîmetler O’nun rahmet, merhamet ve muhabbetinin âşikâr bir nişânesidir. Bu ilâhî ikramlar, kullara meccânen, yâni bir bedel ödemeden veya çalışıp hak etmeden, Cenâb-ı Hak tarafından ihsân edilmiştir.

Allah Teâlâ, âyet-i kerîmede:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lutuf olarak) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13) buyurmaktadır. Lâkin bu durum, nîmetlerin hiçbir kayıt ve şarta tâbî tutulmmadan, istenildiği gibi gelişigüzel kullanılabileceği mânâsına da gelmez. Nitekim diğer bir âyet-i kerîmede de: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” (el-Kıyâmet, 36) buyrulmaktadır.

Gerçek müʼminler, şu hakîkati hiçbir zaman hatırlarından çıkarmazlar:

“Helâlin hesâbı, harâmın da azâbı var!..”

O hâlde, Allâh’ın lutfettiği nîmetleri sarf ederken ilâhî emir ve nehiy ölçülerini göz önünde bulundurmak mecbûriyetindeyyiz. Helâlin hesâbı, harâmın da azâbı olduğunu unutmamalıyız. Haramlardan kaçınmak kadar, helâl nîmetleri kullanırken “israf” sınırlarına taşarak diğer bir harâma düşmekten de sakınmalıyız. Zîrâ nîmetleri kullanmada haddi aşarak ilâhî ölçülere hürmetsizlik demek olan israf, Cenâb-ı Hakk’ın lutuf ve ihsânınna karşı büyük bir nankörlüktür.

İNSANOĞLUNUN HADDİNİ AŞTIĞI HER HUSUS "İSRAF"TIR

“İsraf” ifadesi, umûmiyetle mal ve servet gibi maddî imkân ve kıymetler hakkında kullanılırsa da, bu onun ilk akla gelen sınırlı mânâsıdır. Hâlbuki israf, insanoğlunun haddini aştığı her husûsu şümûlüne alan geniş bir mânâyı ifade eder. Buna göre kulun, -her ne hususta olursa olsun- Allâh’ın koymuş olduğu ilâhhî hudutların dışına çıkması da, israftır. Yâni nîmeti boşa harcayyarak ziyân etmektir.

Nitekim İyâs -rahimehullâh-:

“Allâh’ın emirleri hâricine taşan her şey israftır.” demiştir.

İnsanoğlu, sâhip olduğu benlik sebebiyle, kendi hatâlarını mâzur görme temâyülündedir. En ağır bir cürmü irtikâb eden kâtiller dahî birtakım sebep ve bahânelerin ardına sığınarak kendilerini mâzur görmeye çalışırlar. Onlar bile böyle olunca, müsrifler ve cimriler -haydi haydi- kendi hâllerinden memnûn olma bedbahtlığına düşerler. Üstelik içine düştükleri israf çılgınllığını ve cimrilik sefâletini saâdet zannetme gafletinden de ekserriyetle kurtulamazlar. Bu yüzden ilk olarak, boş bir çerçeve gibi görünen “israf” mefhûmunu, ilâhî beyanlara muvâfık bir şekilde doğru olarak doldurmak lâzımdır.

Nasıl ki maddî emânetlerde israf, dînimizce men edilmişse; bunlarla birlikte mânevî kıymeti hâiz îtikad, ibâdet, ilim, ahlâk, zaman ve akıl gibi hususlarda yapılan hoyratça harcamalar ve haddi aşma türünden davranışlar da men edilmiş, hatttâ bunlar daha tehlikeli birer kayıp olarak görülmüştür. Zîrâ bu davranışlar, gelgeç dünyevî zevkler uğruna ebedî bir saâdeti gâfilce israf ve ziyân etmektir.

Rabbimiz, günlük hayâtımızdaki yeme-içme, giyinme gibi ihtiyaçlarımızdan mânevî hayâtımıza âit kıymetlerimize kadar bütün hususlarda israf  ve cimriliği yasaklayıp îtidâl üzere bulunmayı emretmiştir. Bu yüzden, her mü’min, bu iki zıt nokta arasında muvâzene örneği bir hayat yaşamak mecbûriyetindedir. Zîrâ maddî ve mânevî bütün nîmetlerin kullanılmasında ilâhî ölçülere riâyet edilmediği takdirde insan, israf veya cimrilik illetlerinden birine düşmekten kurtulamaz.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden ÖYLE BİR RAHMET Kİ, Erkam Yayınları.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.