Hazret-i Ali İle Hazret-i Fâtıma'nın İzdivâcı

İHicretin ikinci yılında Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- evlenmişlerdir. İşte bu izdivacın ayrıntıları...

Hazret-i Fâtıma’ya daha önce Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer gibi Kureyş eşrâfından birçok kimse tâlip olmuş, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ben onun hakkında ilâhî hükmü bekliyorum.” buyurmuştu. Bu sebeple Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, akrabâları Hâşimoğulları’nın teşviklerine rağmen böyle bir şeye teşebbüs edemiyordu. Bir müddet sonra yakınlarının da ısrârı ile Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna çıktı.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- hâdisenin devâmını şöyle anlatır:

“Nihâyet Allâh Rasûlü’nün huzûruna çıktım. Kendisinin bütün mânevî vakar ve heybeti üzerindeydi. Önüne oturdum ve sükût ettim. Konuşmaya muktedir olamadım. Bana:

«–Niçin geldin, bir ihtiyâcın mı var? Herhâlde Fâtıma’yı isteyeceksin!» buyurdu. Ben de ancak; «Evet!» diyebildim.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 379)

Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muvâfakati üzerine Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bâzı eşyâlarını satarak 480 dirhem mehir hazırladı. Allâh Rasûlü bunun üçte ikisi ile güzel koku, üçte biriyle de elbise alınmasını söyledi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’ya çeyiz olarak kadife bir örtü, bir su kabı ve içerisi izhir otuyla doldurulmuş bir minder verdi. Bilâl-i Habeşî’ye de:

“–Ey Bilâl! Ben evlenme sırasında ümmetimin yemek yedirmeyi sünnet edinmelerini arzu ediyorum!” buyurarak yemek hazırlamasını istedi. Bunun üzerine Hazret-i Ali zırhını bir yahûdîye rehin vererek yarım ölçek arpa aldı. Velîme (düğün ziyâfeti), “hays” diye bilinen tatlı bir yemekten ibâretti. Muhâcirler ile Ensâr, grup grup gelerek yemek yiyip dağıldılar. (İbn-i Sa’d, VIII, 23; Abdürrezzâk, V, 487; Diyârbekrî, I, 411)

Varlık Nûru bir kapla su getirterek abdest aldı. Hazret-i Ali’yi çağırdı. Abdest suyundan onun göğsüne ve iki omuzunun arasına serpti. Sonra Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’yı çağırdı. Ona da aynısını yaptıktan sonra kendisini ev halkının en hayırlısına nikâhladığını söyledi. Fâtıma ve Ali için önlerinden ve arkalarından:

“Ey Allâh’ım! O ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan Sana sığınırım!” diyerek duâ etti. (İbn-i Sa’d, VIII, 24; Diyârbekrî, I, 411)

Peygamber Efendimiz iş taksîmi yaparken kızı Fâtıma’ya ev işlerini, damadı Ali’ye de hâricî işleri tavsiye etti.

Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Ben Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. Ali ve Abbâs -radıyallâhu anhümâ- gelip huzûruna girmek için izin istediler. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Niçin geldiler biliyor musun?» buyurdular.

«–Hayır, bilmiyorum!» dedim.

«–Fakat ben biliyorum, onlara izin ver!» buyurdular. (İçeri aldım), onlar da girdiler.

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ehlinden hangisinin Sana daha sevgili olduğunu sormaya geldik!» dediler. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Fâtıma bint-i Muhammed.» buyurdular.

«–(Kan bağı) olan âilenden kimi sevdiğinizi sormuyoruz. (Onlar dışındaki yakınlarından kimi sevdiğini) soruyoruz.» dediler.

«–Ehlimin bana en sevgili olanı, kendisine (hidâyet lutfederek) Allâh’ın nîmetlendirdiği, (âzâd edip evlât edinmekle) ikrâm etmiş olduğum Üsâme’dir!» buyurdu.

«–Peki sonra kim?» dediler.

«–Ali!» buyurdu. Bunun üzerine amcası Abbâs -radıyallâhu anh-:

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Amcanı en sona bıraktın!» dedi.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Ali hicrette senden önce davrandı!» cevâbını verdi.” (Tirmizî, Menâkıb, 40/3819)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- şöyle anlatmaktadır:

“Peygamber Efendimiz yere dört çizgi çizdi ve:

«–Bu çizgileri niye çizdiğimi biliyor musunuz?» diye sordu.

Sahâbîler:

«−Allâh ve Rasûlü daha iyi bilir.» dediler.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:

«−Cennet kadınlarının en fazîletlileri Hatîce bint-i Huveylid, Fâtıma bint-i Muhammed, Meryem bint-i İmrân ve Firavun’un hanımı Âsiye bint-i Muzâhim’dir.» buyurdu.” (Ahmed, I, 293)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, âile efrâdının eğitimi, mânevî terbiyesi ve ebedî hayâta hazırlanması husûsuna titizlik gösterirdi. Meselâ Ahzâb Sûresi’nin:

يَانِسَاءَ النَّبِىِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلاَ تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِى فِى قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا وَقَرْنَ فِى بُيُوتِكُنَّ وَلاَ تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ اْلاُولَى وَاَقِمْنَ الصَّلَوةَ وَاَتِينَ الزَّكَوةَ وَاَطِعْنَ اللهَ وَرَسُولَهُ اِنَّمَا يُرِيدُ اللهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا

“Ey Peygamber’in hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allâh’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümîde kapılır. Güzel söz söyleyin! Hem vakarınızla evlerinizde durun da evvelki câhiliyet çıkışı gibi süslenip çıkmayın! Namaz kılın, zekât verin, Allâh ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allâh sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” (el-Ahzâb, 32-33) âyeti nâzil olduğunda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, altı ay boyunca sabah namazına giderken Hazret-i Fâtıma’nın kapısına uğrar ve:

“–Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt! «Allâh sizden, sâdece günâhı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.» buyururdu. (Tirmizî, Tefsîr, 33/3206)

Yine ebedî hayâtın en mühim sermâyelerinden biri olan teheccüd namazı için Peygamber Efendimiz bâzı geceler Hazret-i Ali ile Fâtıma’nın kapısını çalıp:

“−Namaz kılmayacak mısınız?” buyururdu. (Buhârî, Teheccüd, 5)

Bu hususta Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şu dikkat çekici hâdiseyi nakleder:

“Fâtıma, babasına âilesinin en sevgili olanı idi. Değirmen çevirdiği için elinde, kırba ile su taşıdığı için boynunda yaralar oluşur, evi süpürdüğü için de üstü başı toz toprak içinde kalırdı. Bir ara Allâh Rasûlü’ne bâzı köleler getirilmişti. Fâtıma’ya:

«–Babana gidip bir köle istesen!» dedim.

Fâtıma gitti, -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in, yanındaki bâzı kimselerle konuşmakta olduğunu gördü ve geri döndü. Ertesi gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Fâtıma’ya gelerek:

«–Kızım ihtiyâcın ne idi?» diye sordu. Fâtıma sükût edip cevap vermedi. Ben araya girip:

«Ben anlatayım ey Allâh’ın Rasûlü!» dedim ve anlattım. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Ey Fâtıma! Allâh’tan kork! Allâh’ın farzlarını edâ et! Âilenin işlerini yap! Yatağına girince otuz üç kere sübhânallâh, otuz üç kere el-hamdü lillâh, otuz dört kere Allâhu ekber, de! Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır.” buyurdular.

Fâtıma -radıyallâhu anhâ-:

«−Allâh’tan ve Allâh’ın Rasûlü’nden râzıyım!» dedi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona hizmetçi vermedi.” (Ebû Dâvûd, Harac, 19-20/2988)

Diğer bir rivâyette Varlık Nûru’nun şunları da söylediği nakledilmektedir:

“–Vallâhi Ehl-i Suffe açlıktan mîdelerine taş bağlar ve ben de onlara sarf edecek bir şey bulamazken size hizmetçi veremem. Esirlerin karşılığında fidye alacağım ve bu geliri Ashâb-ı Suffe için harcayacağım.” (Ahmed, I, 106)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzatlısı Sevbân -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Allâh Rasûlü yolculuğa çıkacağında âilesinden son olarak kızı Fâtıma -radıyallâhu anhâ-’ya vedâ ederdi. Döndüğünde ise yanına ilk uğradığı kimse yine Fâtıma olurdu. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine bir yolculuktan dönmüştü. Fâtıma da kapısının üzerine bir perde asmış, ayrıca Hasan’la Hüseyin’e gümüşten iki bilezik takmıştı. Peygamber Efendimiz Fâtıma’nın evine gelmiş, ancak eve girmemişti. Fâtıma, Rasûlullâh’ın eve girmeyişine, gördüğü şeylerin sebep olduğunu anladı. Derhâl perdeyi yırttı, çocukların kolundaki gümüş bilezikleri çıkardı. Bunlardan birini iki çocuğuna paylaştırdı. Hasan’la Hüseyin ağlayarak Rasûlullâh’ın yanına gittiler. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu bilezikleri aldı ve:

“−Ey Sevbân! Bunları falan âileye götür. Hasan ve Hüseyin benim Ehl-i Beyt’imdendir. Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşedeceği güzellikleri dünyâ hayâtında yiyip tüketmelerini istemiyorum. Ey Sevbân! Fâtıma’ya kemikten yapılmış bir gerdanlık ile (çocuklar için) yine kemikten yapılmış iki bilezik satın al!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Tereccül, 21/4213)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.