Topluma Karşı İşlenen Suçların Hükmü

Topluma karşı işlenen suçların hükmü nedir?

Allâh için affetme fazîleti, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in en büyük şiârı idi. Öyle ki Peygamber Efendimiz, tebliğ vazîfesi esnâsında kendisine hakâret edip zulmeden nice insanları affetmiş, onların da hidâyete ermeleri için Rabbine niyazda bulunmuştur.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KIZI ZEYNEP NASIL ÖLDÜ?

Peygamber Efendimiz’in sevgili kerîmesi Zeyneb -radıyallâhu anhâ-, muhterem babasına hicret ederken İslâm düşmanlarından Hebbâr bin Esved peşinden koştu. Devenin üstündeki hevdec’de, yâni mahfazada bulunan Hazret-i Zeyneb’e mızrağıyla vurarak onu bir kayanın üzerine düşürdü ve ağır bir şekilde yaraladı. O vakit hâmile olan Hazret-i Zeyneb kanlar içinde kalarak çocuğunu düşürdü. Üstelik orada aldığı yaralar, daha sonra vefâtına sebep oldu. Hebbâr, bunun yanında daha birçok suç işlemişti. Mekke’nin fethinden sonra kaçtı ve ele geçirilemedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Medîne’de ashâbıyla oturduğu bir esnâda Hebbâr, huzûr-i saâdete gelerek Müslüman olduğunu bildirdi ve affını diledi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- onu da affetti. Üstelik önceden yaptıkları için ona hakâret edilmesini de yasakladı. [1] Çünkü Yüce Rabbimiz:

“(Ey Rasûlüm!) Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, câhillere aldırış etme, onlardan yüz çevir!” (el-A’râf, 199) buyuruyordu.

TOPLUMA KARŞI İŞLENEN SUÇLARDA HAK VE ADALET YERİNİ BULMALI

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şahsına karşı işlenen suçları hiç tereddütsüz affederdi. Lâkin umûma karşı işlenen suçlarda, hak ve adâlet yerini buluncaya kadar, O’nu hiç kimse sâkinleştiremezdi. Zîrâ affetmek, affedenin şahsına karşı işlenen suçlarda mevzu bahistir. Şayet bir suç, toplumu ilgilendiriyorsa, o zaman toplumun hakkını korumak gerekir. Zîrâ böyle bir suçlu affedildiğinde, daha büyük haksızlıklara kapı aralanıp topluma zulmedileceği muhakkaktır.

Nitekim İslâm’ı teblîğ için Tâif’e giden Efendimiz, oradaki câhil ve putperest halk tarafından taşlanmış, kan-revân içinde bırakılmıştı. Cebrâil -aleyhisselâm- Peygamber Efendimiz’e gelmiş ve bu kavmi helâk etmek için emrini beklediğini bildirmişti. Rahmet Peygamberi Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- ise:

“Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın, onların neslinden sadece Allâh’a ibâdet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.” karşılığını vermişti. (Bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Müslim, Cihâd, 111)

Bu rahmet üslûbunun bereketiyledir ki, hakîkaten Tâif halkı bir müddet sonra İslâm ile şereflendi.

HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) KIZINA İFTİRA EDEN KİŞİYİ AFFETMESİ

Dünyânın belki de en ağır zulüm ve haksızlığını işleyerek, iffet timsâli Hazret-i Âişe vâlidemiz hakkında çirkin bir bühtanda bulunan iftirâcılar arasında, Ebû Bekir -radıyallâhu anh-’ın yardım etmekte olduğu Mıstah isimli bir fakir de vardı. Onun bu hâli, Hazret-i Ebûbekir’in çok gücüne gitmişti. Zîrâ iftirâ edilen; ümmetin annesi, Rasûlullâh’ın zevcesi ve gözünün nûru kızı idi. Hazret-i Ebûbekir, nice zamandır yardım etmekte olduğu Mıstah’tan gördüğü bu dehşetli nankörlük karşısında; bundan sonra ona bir şey vermeyeceğine dâir yemin etti. Hazret-i Ebûbekir’in yardımı kesilince Mıstah ve âilesi perişan bir hâle düştü.

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, fazîlet sâhiplerinin kendilerine zulmedenleri dahî affetmeleri gerektiğini bildirip:

“Allâh’ın sizi affetmesini istemez misiniz?” (en-Nûr, 22) buyurunca, Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-:

“Evet, vallâhi Allâh’ın beni affetmesini elbette isterim!” dedi ve ardından yemin keffâreti ödeyerek Mıstah’ın nafakasını vermeye devâm etti. (Buhârî, Megâzî, 34; Müslim, Tevbe, 56)

Velhâsıl, affın asıl sâhibi Cenâb-ı Hak’tır. Mü’minler de, kalplerindeki Allah muhabbetinin seviyesi nisbetinde affetmekten haz alırlar. İlâhî vuslatın zevkini tatmak isteyenler, gönül bahçelerinin latîf güllerinden af râyihaları dağıtanlardır. Kişinin, kendisine zulmedeni Allâh için affedebilmesi, rûhunun kazandığı gerçek zaferdir.

Dipnot:

[1] Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, II, 857-858.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Öyle Bir Rahmet Ki, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. AİŞE’YE (R.A.) ATILAN İFTİRA

Hz. Aişe’ye (r.a.) Atılan İftira

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.