Hayber’den Dönüşte Neler Yaşandı?

Müslümanlar Hayber’den dönerken neler yaşandı?

Hayber Fethi’nden sonra Allâh Resûlü, Medîne’ye iki günlük mesâfede bulunan Fedek arâzîsine bir mümessil gönderdiler. Orayı harpsiz bir şekilde İslâm topraklarına kattılar.

Son olarak, Hayber’den dönüş yolu üzerinde bulunan ve küçük bir Yahûdî yerleşim merkezi olan Vâdi’l-Kurâ da, bir günlük bir kuşatma netîcesinde fethedildi. Onlar da Hayberliler gibi topraklarında yarıcı olarak bırakıldılar.

Teymâ Yahûdîleri ise, kendileri gelerek cizye ve haraç vermek üzere, Allâh Resûlü ile antlaşma yaptılar. Böylece, yurtlarında kalarak toprakları kendilerinin oldu. Bu Yahûdî kabîleleri, daha önce Hayber Yahûdîleri ile anlaşarak Medîne üzerine yürümek için karar almışlardı.[1]

Hayber ve çevresinin fethiyle, Müslümanlar için Mekke Fethi’nin önü açılmış oldu. Zîrâ Benî Kaynukâ, Benî Nadîr, Benî Kurayza ve nihâyet Hayber Yahûdîlerinin mağlûbiyeti, insanların gözünü korkutmuş, Allâh Resûlü’nün muvaffak olacağı husûsunda artık kimsenin şüphesi kalmamıştı. Çünkü bunların hepsi de Hicaz Yahûdîlerinin en zengin ve en güçlüleri olup cesâret ve yiğitlikleri dillere destandı. Geçilmez, aşılmaz kalelere ve verimli hurmalıklara sâhiptiler. Bütün Araplar onlara sığınsa bile onları koruyacak güçte idiler. Fakat, Resûlullâh tarafından kuşatılıp O’na teslîm oldukları zaman, bu yiğitlik ve kahramanlıklarının nasıl tükenip gittiğini, nasıl ağır şartlar yüklendiklerini herkes görmüştü. Bu sebeple Müslümanların lehine bir hava esiyordu.[2]

Ayrıca Hayber Fethi sırasında, Peygamber Efendimiz, kocası savaşta ölerek dul kalan Safiyye annemizle evlendiler.[3] Safiyye, Peygamber Efendimiz’in Hayber’e gelişinden birkaç gün önce yahûdî ileri gelenlerinden biriyle evlenmişti. Zifaf gecesinde rüyâsında bir ayın Medîne tarafından gelip kucağına düştüğünü görmüş, bunu kocasına anlatınca, kocası öfkelenmiş:

“–Sen ancak Hicaz hükümdârı Muhammed’e varmak istiyorsun!” diyerek yüzüne bir tokat vurup gözünü morartmıştı. Kocası ölüp Hazret-i Safiye, Allâh Resûlü ile evlendiğinde, gözünde o tokatın izi hâlâ duruyordu. Varlık Nûru Efendimiz:

“−Nedir bu?” diye sorunca Hazret-i Safiyye hâdiseyi anlattı.

Resûlullâh, ona İslâm’ı anlatıp:

“–Biz seni kendi dîninde bulunuyorsun diye zorlayacak değiliz! Eğer sen Allâh’ı ve Resûlü’nü tercih edersen, seni zevceliğe kabûl edeceğim. Eğer Yahûdîliği tercih edecek olursan, seni âzâd ederim, kavmine gidersin.” buyurdu. Safiyye vâlidemiz İslâm’ı tercih etti ve “ümmehât-ı mü’minîn” (mü’minlerin anneleri) arasına dâhil oldu. (Vâkıdî, II, 674, 707; İbn-i Sa’d, VIII, 123; Ahmed, III, 138)

Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Yahûdîlerin ileri gelenlerinden Huyey’in kızı Safiyye ile evlenmesi, Hayber Yahûdîleriyle yakınlığa, aradaki husûmeti azaltmaya ve dostâne münâsebetler geliştirmeye vesîle olmuştur. Safiyye vâlidemiz, dikkat çekecek ve şikâyetlere sebep olacak derecede Yahûdîlere yakınlık göstermiş, âdetâ onların hâne-i saâdetteki temsilcisi olmuştur.

Bir gün Hazret-i Safiyye’nin câriyesi, hilâfeti zamânında Hazret-i Ömer’e:

“−Ey mü’minlerin emîri! Safiyye cumartesi gününü seviyor ve Yahûdîlerle alâkasını devâm ettiriyor.” diye şikâyette bulunmuştu.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer bir adam göndererek durumu tahkîk etti. Muhtereme vâlidemiz:

“−Cumartesi gününü soruyorsun. Allâh onun yerine bana Cumâ’yı ihsân ettiğinden beri o günü sevmiyorum. Yahûdîler hakkındaki soruna gelince, onlar arasında benim akrabâlarım var, sıla-ı rahim yapıyorum.” cevâbını verdi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 347)

Safiyye vâlidemiz, daha sonra câriyesine dönerek bu iftirâyı niçin attığını sordu. O da:

“−Şeytana uydum.” diyerek suçunu îtirâf etti.

Safiyye vâlidemizin cevâbı ise, onun İslâm ahlâkını ne kadar güzel bir sûrette benimsediğini gösterecek şâhânelikteydi. Zîrâ kendisine haksız bir ithamda bulunan bu kölesine:

“−Git, seni âzâd ettim!” dedi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 347)

Dipnotlar:

[1] Bkz. İbn-i Hişâm, III, 391; Vâkıdî, II, 707, 711.

[2] Bkz. Vâkıdî, II, 729-731; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, IV, 234.

[3] İbn-i Sa’d, VIII, 121-126.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HAYBER’İN FETHİ

Hayber’in Fethi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.