Hayatın Kaynağı: Anne

Âsiye, tüm bahaneleri elimizden alan devrimci ey! Ne güzel habersin sen öyle! Darlıktan varlığa yol bulunurmuş meğer. Dikenlerden gül rayihası çıkarmış. Firavun’un sarayında bile mümin olunurmuş. Sabır yıkarmış her duvarı. İman yırtarmış karanlıkların kozasını. Çevre baskısı değilmiş bizi bizden eden. Geleneğin yumuşacık ellerinde, alışkanlığın sıcacık kucağında, zihin konforuna yaslanıp gitmeler savunulamazmış.

Zulme âsi olmanın iftihar tablosusun sen ey Âsiye. Küfre karşı durmanın, nankörlüğe direnmenin yâdısın sen. Lût’un eşi de, Nûh’un eşi de kadındı. Allah’ın Elçilerine eş oldukları halde, küfre teslim oldular, zulmün tarafında kaldılar. Ama sen… Ama sen… İnsanın çelik iradesini perçinledin akıllarımıza. Artık kimse, kadın ya da erkek hiç kimse “İyi ama…” deyip kendine mazeret üretemez. O vakit adın gelir aklımıza, der ki: “Eşin Firavun kadar da azgın olamaz ya!” O vakit kalbimize kor düşürür hatırın: “Çevren Firavun sarayı kadar da baskıcı olamaz ya!”

HİÇ EKSİLMEYEN İMAN

Sevgili anne,

Ne güzel dersin sen bize. Ne güzel derssin sen bize. Ne yakıcı bir ibretsin! Mûsa’yı sudan alıp kıyıya alan ana yüreğini gösteriyor bize Rabbimiz. Çekip alıyor seni tarihin karanlığından. Unutulmuş asırların sadefinden bir inci gibi çıkarıyor vakarını. Kadınca duruşunu. Asil direnişini. Eşsiz sabrını. Pırıl pırıl ümidini. Hiç eksilmeyen imanını. İtaatsizliğini zulme. İsyanı güzelleştiren adını, uyuyan kalbimizin odacıklarına salıveriyor Rabbimiz.

Ey Âsiye, Ey Anne,

Bize yüklediğin sorumluluk öyle böyle değil! Omuzlarımız çöküyor hatıranın ağırlığından. Kolayca yok sayamayız seni. Unutamayız adının meydan okuyuşunu. Müminleri “muhafazakâr” diye etiketledikleri garip bir vakte geldik. Hayır, hayır; isyandır mümine yaraşan. Ne millî kaygılar içinde ne toprak derdindedir mümin. Bütünlük hesaplarımız ‘ulus-devlet’e göre değil; yürek devletine göre. İsyan olmalı adımız. Hiçbir şeyi sabit bilmemeliyiz. “Her an bir iş’te olan Yaratıcımızın işini iş edinmeliyiz. “Böyle gelmiş böyle gider!”cilere aldırış etmemeli. Teslim olmamalı şartlara mümin kalbi. Razı olmamalı koşullara. Çağın gereğine başkaldırı olmalı iman.

Ey Âsiye, çileli anne ey, mahzun şehid ey,

Sanma ki kesildi sesin, sanma ki bitti dersin; hak adına isyan etmeyi sen öğretiyorsun bize hâlâ. Sabûr ismini ders alıyoruz senden. Sabır kesilmeyi Hak adına. Hakkın gölgesi olmayı sabrın ateşinde. Senden sonra “akıp giden zaman tanıktır hüsranına insanlığın.” “Ama iman edenler başka...” demeye senin çabanla iman ettik.”Ama imanını eyleme dökenler başka…” diye ümitlenmeyi senin isyanından öğrendik. Şimdi, imanın doğurduğu ümidi koyuyorsun yırtılan avuçlarımıza.

Gel de, çıkar bizi şu dünyanın bulanık sularından. Sürüklenen Mûsa bebeği çekip çıkardığın gibi Nil’in hırçın bağrından. Kıyıya al bizi! Artık Firavunlara saray olmuş şu dünyada, bir direniş ümidi fısılda içimize. Yak içimizin közlerini. Yâ Sabûr diyelim yeni baştan…

 TESLİMİYETİN MAYASI

Meryem, ateşli telaşların durulduğu susuş zirvesi ey! Sükunetin annesi… Teslimiyetin mayası ey!

“Ana” dediğimizde çöl biter, ateşler söner ya… İçimize Nil akar ya… Mavi-yeşil hatıralar canlanır ya. Yokuşlar düzleşir ya! Fırat coşar, Dicle nazlanır ya. Yağmurların cümlesi senin “ana” bakışının vadisinde. Hele “Meryem Ana” dediğimizde anadan öte bir ana buluruz yanımızda. Tebessümlü güneşler doğar ufkumuza. Göğümüz olur adın. Ki nereye varsak, seni buluruz karşımızda. Tükendiğimiz yerde. Darlandığımız köşelerde. Sesimizin kısıldığı kabalıklarda. Hakkımızı alamadığımız soğuk duvar diplerinde. Kalın parmaklıklar ardında. Cılız bir kan gibi aktığımız savaş meydanlarında. Senin susuşun düşer aklımıza. İftiralar karşısında, sabırla bekleyişin yetişir imdadımıza. Sloganlara sarılan, ezberlere yaslanan kalabalıklar karşısında Meryem sancısıyla kıvranırız. Sessizce doğurmaya niyetleniriz kendimizi ağrımızdan.

Rüyasını unutmuş soğuk bir taş etmek istiyorlar bizi. Hamelesi olduğumuz hakikatten utanmamızı bekliyorlar. Taşıdığı cevheri kabukları arasında boğan talihsiz bir çekirdeğin yazgısını yazmak istiyorlar alnımıza.

Hayır, bin kere hayır! Biz de uyanacağız sadık rüyamıza. Bizden doğacak elbet Kelimetullah… Söz’e hameleyiz biz; kimse bizi öbür türlüsüne inandıramaz. Bir bitki gibi bizi de büyütecek Halık’ımız dünya toprağından. Neşvünemamız senin gözünde başladı bile ey annemiz. Dal budak saldı ümidimiz çoktan… Gözlerine değer bir baharın eşiğindeyiz.

OCAKLARIMIZIN GİZLİ KÖZÜ

Ey Meryem, hep aradığımız anne çığlığımız ey, küllenmiş ocaklarımızın gizli közü ey, öyle özledik, öyle özledik ki senin şaşırmız yüzüne fısıldanan teselliyi duymaya: “Öyle bilirsin ama bu Rabbine kolay!”

Sebeplerin çölüne bırakmadı seni Rabbin. “Bittim” dediğin yerde, “Yettim” dedi. Vardır bize de bir hurma dalı elbet. Seni gündemimiz eyleyen Rabbimizin Söz’üdür tutamağımız.

Serin bir rüyanın hatırına değil mi şu çektiğimiz dünya sancısı… İşte, kıyısına çekildik dünyanın. Bir hurma dalına tutuna tutuna kendi İsa’mızı doğurma heyecanındayız. Senin ağzından duyalım müjdeyi ey Meryem: “Kadir’dir Allah elbet… Rahim’dir de! Rabbine kolay imkânsız bildiklerin…” de!

Can kulağımız sende… Duyduğunu duyur bize:

“Öyle sanırsın ama bu Rabbine kolay…”

Kaynak: Senai Demirci, Altınoluk Dergisi, Sayı: 362, Nisan 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.