Hayata Müslümanca Bakış

Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’dan, kitâbullah olarak Kur’an-ı Kerim’den razı olan ve bu suretle imanın tadını tadan bir Müslümanın hayata bakışı.

İyilik ve takvâda yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta birbirine engel olmak onların şiârıdır. Gönülleri Allah’tan bir rahmet sayesinde birbiriyle ülfet edip kaynaşmıştır. Yüce Allah onları birbirine kardeş olarak ilan etmiş ve kardeşliği ifsad edecek; alaya alma, küçük görme, kötü lakaplarla isimlendirme, ayıpları araştırma, sû-i zanda bulunma, gıybet ve dedikodu yapma gibi nice fiil ve davranışları kendilerine haram kılmıştır.

Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed Mustafa’dan, kitâbullah olarak Kur’an-ı Kerim’den razı olan ve bu suretle imanın tadını tadan kimselerden oluşan topluluğun adı ümmet-i Muhammed’dir.[1]

Rabbimiz şöyle buyurur: “Hakikat şu ki, (Hak din İslam etrafında birlik oluşturan) bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) sadece bana kulluk edin.” (Enbiyâ Sûresi, 92)

İYİ GÜZEL BULDUĞUNU EMRET, KÖTÜ VE ÇİRKİN BULDUĞUNA ENGEL OL

Bu ümmet, bütün insanlık için Rabbimiz tarafından ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmettir. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya, din ve hâkimiyet, Hak ve hakikatin oluncaya kadar “Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” yani “Akl-ı selimin ve şer-i şerifin iyi ve güzel bulduğunu emretmek, kötü ve çirkin kabul ettiğine de engel olmak” vazifesiyle görevlendirilmişlerdir.

Ümmet-i Muhammed olarak birbirlerinin velisidirler. Bu itibarla biri diğerinin hem yâri/dostu hem de yardımcısıdır. Tek bir vücudun uzuvları gibidirler. El-ele tutuşup en güzele hep birlikte ulaşmak gibi bir sorumlulukları vardır. İyilik ve takvâda yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta birbirine engel olmak onların şiârıdır. Gönülleri Allah’tan bir rahmet sayesinde birbiriyle ülfet edip kaynaşmıştır. Yüce Allah onları birbirine kardeş olarak ilan etmiş ve kardeşliği ifsad edecek; alaya alma, küçük görme, kötü lakaplarla isimlendirme, ayıpları araştırma, sû-i zanda bulunma, gıybet ve dedikodu yapma gibi nice fiil ve davranışları kendilerine haram kılmıştır. Hasep, nesep ve ırkî asabiyetler değil, Hak katında makbuliyet ve şeref ölçüsü, ancak takvâ olarak ortaya konulmuştur.

Ümmetin birlik ve beraberliğini sağlama adına fert fert, cemaat cemaat, devlet devlet yüklenilecek nice sorumlulukları vardır. Şayet şu aziz ümmet, bir bütün olarak, kendi içinde öz disiplinini sağlamak suretiyle, Hakk’ın gösterdiği hidâyet üzere bulunabilirse, kâfir, zalim ve münafıklardan oluşan nice sapkınlar onlara asla zarar veremeyecektir. Ümmet için en büyük tehlike, onların kendi aralarında birbirine düşerek fırkalara ayrılması ve kuvvetlerinin kaybolmasıdır. Bu itibarla mü’minlerin arasını islah etmek en büyük salih amellerin başında gelirken, ülfetlerini, dostluklarını ve birliklerini bozmak en ağır günahlardandır.

ÜMMET OLARAK TEMEL PRENSİBİMİZ

Görünür ve görünmez insan ve cin şeytanları ya da nefsânî ve dünyevî menfaat çatışmaları, onları birbirine düşürecek ve hatta birbiriyle savaştıracak bir duruma getirse bile, diğer müminlere düşen vazife, zulme yönelene karşı birlik olup, onu da girdiği yanlış yoldan çevirmektir. Yani zalim de olsa mazlum da olsa diğer mü’minlere düşen vazife, kardeşlerine yardım etmektir. Elbette zalime yapılacak en önemli yardım, onun zulmüne engel olabilmektir.

Ehl-i kıble olan, inkârına apaçık delil ve ikrar bulunmayan, İslâm’ın selâmıyla diğer müminlere selam veren herkes bu ümmetin aslî bir unsurudur. Hiç kimse bir diğerini kendi anlayışına uymadığı gerekçesiyle, ümmet havuzunun dışında değerlendiremez.

Ümmet olarak temel prensibimiz: “İnsanları zâhirine göre yani dışa yansıyan amel ve davranışlarına göre değerlendirmek, iç dünyalarını Allah’a bırakmaktır.”

Birini İslâm dairesinin dışında değerlendirmek için, çok açık ve ciddi delillerin ve ikrarın olması gerekir. Aksi halde bu tekfir suçlamasını yani birini kâfir ilan etme fiilini yapan kimse, kendini büyük bir tehlikeye mahkûm etmiş demektir.

Helali haram, haramı helal kabul etmedikçe, işlenen günahlar kişiyi ümmetin dışında bırakmaz. Müminler olarak günaha olan düşmanlığımızı ve buğzumuzu, günahkâra taşımamak gibi bir sorumluluğumuz vardır. Hatta daha da ötede bu kardeşimizi düştüğü bu günah çukurundan kurtarma vazifemiz vardır.

ÜMMETE ZARAR VEREN ŞEYLER

Büyük ümmet havzasında muttaki, muhsin, sâlih ve sadıklara yer olduğu gibi hatalı, eksik ve günahkârlara da yer vardır. Bütün bu gruplar arasında olmaması gereken en büyük günahlardan biri, ibâdullahı istihkârdır. Rahmân ve Rahîm olan Rabbimizin kullarında görmek istediği en önemli vasıflardan birisi, rahmet ve şefkat duygularının gazaplarına galip gelmesidir. Bu itibarla bencil bir bakış açısıyla herkesi dairenin dışına doğru çıkarmaya çalışanlar değil, imana dair en ufak bir işareti bile değerlendirip Allah’ın kullarını dairenin içinde gören ve merkeze doğru çekmeye çalışan kimseler makbul kimselerdir.

Ümmet içerisinde elbette zaman zaman ana çizgiden sapan kişi ya da gruplar da olagelmiştir. Burada da önemli olan, müminlerin birbirini uyarması ve ana çizgiye yaklaştırmaya çalışmasıdır.

Ne adına olursa olsun, ümmet içinde kast sistemi gibi sınıflar oluşturmaya çalışan herkes, esasen ümmet için zarar vericidir. Hiçbir zaman mezhep ve meşrepler, çatışmanın vasıtası hâline dönüşmemelidir. Grup nefsini besleyecek her çeşit tutum ve davranış, Rabbin rızasına değil, gazabına vesile olacaktır.

Ümmet bütünlüğü, sıhhatli liderliklerle gerçekleşebilecektir. Bu bakımdan ümmet, hem sıhhatli liderlikler oluşturmalı ve hem de bu liderliklerin etrafında kenetlenebilmelidir. Onlar masiyetle emretmedikçe, kendilerine samimiyetle itaat etmeyi de Hakk’ın emri bilmelidirler. Böyle bir liderlik oluşturamayan ya da var olan liderliği parçalayan fert ya da grupların, büyük bir günahın ve mesuliyetin içine düştükleri de apaçık bir hakikattir.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 370. Sayı

İslam ve İhsan

MÜSLÜMANCA YAŞAYABİLMENİN YOLLARI

Müslümanca Yaşayabilmenin Yolları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.