Hak Dostlarının İnsan İlişkileri

İnsanın kalitesi, ilişkilerindeki kaliteyle ölçülür. İletişim uzmanlarının da ifade ettiği gibi “İnsan, ilişkileri içinde sürekli yeniden tanımlanan bir varlıktır”[1]. Her bir ilişki tarzının, size kattığı ya da sizden eksilttiği bir değer vardır. Bütün ilâhî kitapların ve peygamberlerin gönderiliş hedeflerinden biri ve belki de birincisi, insanın ilişkilerini sıhhatli bir zemine oturtmaktır, denilebilir.

İnsanın-Allah ile ilişkisi, İnsanın kendiyle ilişkisi, İnsanın-insanla ilişkisi

İnsanın kâinâtla yani tüm varlıkla ilişkisi gibi çok sayıda ilişkiler ağından bahsetmek mümkündür.

Biz burada özellikle insan-insan ilişkisine dair belki uzunca sürecek bir yazı dizisine başlamak istiyoruz. Bu alanı çok önemli görüyoruz. Zira ilişkiler, ahlâkımızın dışa yansıyan yönleridir. Ahlâk seviyemizin ise, imanımızla, kulluğumuzla, hayat kalitemizle, huzurumuzla, dünya ve âhiretimizle ve nihâyet Rabbimizin katındaki değer ölçümüzle doğrudan bir ilişkisi vardır.

Ahlâkının yüceliğine Rabbi­mizin şehâdette bulunduğu Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz[2] buyururlar ki:

“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8)

“Mü’minlerin iman bakımından en kâmil olanı, ahlâk yönüyle en güzel olanıdır.” (Ah­ med b. Han­ bel, Müs­ ned, II, 250)

“Kıyâmet günü, amellerin tartılacağı terazide, güzel ahlâktan daha ağır gelecek bir başka şey yoktur.” (Ebû Davud, 4799)

“İçinizde en çok sevdiğim ve kıyamet günü bana en yakın mesafede bulunacak kimseler, güzel ahlâk sahibi olanlarınızdır.” (Tirmizî, Birr 71)

“Kişi güzel ahlâkı sayesinde geceleri namaz kılan gündüzleri oruç tutan kimselerin derecesine yükselir.” (Ebu Davud, Edeb, 7)

İLİŞKİ KALİTESİ

İlişki kalitesi itibariyle, zayıf ve hastalıklı fertlerden oluşan bir toplumun huzuru da, terakkisi de düşünülemez. Aziz ümmet, kendi içinde ilişki kalitesi belli bir kıvamı yakalamış kimselerden oluşan ümmettir. Seviyesiz ilişkilerin cereyan ettiği ailelerde, iş ve arkadaş çevrelerinde, devlet ve millet hayatında hiçbir zaman arzulanan saâdet ve başarı elde edilemeyecektir. Müslüman coğrafyada, bugün yaşadığımız sıkıntıların en büyük sebeplerinden biri, hiç şüphesiz iç ve dış ilişkilerdeki zaaflarımızdır, hastalıklı hallerimizdir.

Öyleyse huzurlu fert ve huzurlu toplum için ilişkilerimiz üzerinde yeniden düşünmek gibi bir sorumluluğumuz vardır. Böylesi bir ıslah ve ihsan yönelişi, sıhhatli bir kulluk hayatımız için de bir zarurettir. Yukarıdaki nebevî beyanlar, bu hakikatin en yüksek düzeyde hem uyaranı hem de müjdesidir.

Bu yolculukta kılavuzumuz, elbette medeniyet değerlerimiz olacaktır. Bu değerlerimizin kaynağı ise Kur’ân-ı Kerim’dir, Allah’ın bize seçip gönderdiği Rahmet peygamberi efendimiz ve diğer peygamberlerdir, onların izinde yürüyen peygamber vârisi sâlih âlim ve âriflerimizdir. Elbette insanlık ailesinin bu değerlerle çelişmeyen tecrübe birikimleri de bizim için önemlidir. Zira fıtratın ve vicdanın sesi, hakikatin sesidir.

Biz bu yazı dizisinde daha çok Hak dostlarının insan ilişkilerindeki davranış modellerinden hareketle konuyu ele alacağız. Zira onlarda görülen güzellikler, Hakk’a kurbiyyetin tabiî bir tecellisi ve Allah Resûlünün izini takip etmelerinin güzel bir meyvesidir.

METHEDİLECEK GÜZELLİKLER

İbn-i Atâullah el-İskenderî der ki:

“Hak Teâlâ seni nefsinle baş başa bırakacak olursa, kötülüklerin ve ayıpların saymakla bitmez. Fakat Yüce Mevlâ senin üzerinde ikrâm ve ihsanlarını tecelli ettirecek olursa, işte o zaman da methedilecek güzelliklerin saymakla bitmez.”

Kul, Hakk’a yakınlıkta (kurbiyyette) mesafe katettikçe, cemâli ve kemâli artar. Tasavvufî eğitimin hedefi olan tezkiye (arınma ve terakki), sonuçları itibariyle insanın hem zâhirî ve hem de batınî uzuvlarında ve melekelerinde eserleri görülen bir terbiyedir. Bu itibarla insan kemâl yolculuğuna devam ettikçe, ahlâk ve davranış olarak letâfet ve zarâfet bakımından da tekâmül etmelidir. Böylesi bir güzelleşme zuhur etmiyorsa, hakikatte yol yürünmüyor ve ilerleme sağlanamıyor demektir.

İslâm terbiyesi, kişiler arası ilişkilerde -müseccel Hak ve hakikat düşmanları hariç- sulh, sükûn, ülfet, muhabbet, letâfet, zarafet ve nezâket içinde bir insan idaresini (müdârâtü’n-nâs) esas alır.

İnsan, ünsiyet eden yani kaynaşabilme istidadında olan bir varlıktır. Bu özelliklerinin ortaya çıkması için tezkiyeye/terbiyeye ihtiyaç vardır. Tezkiye, hem kötü vasıf ve temâyüllerin temizlenmesini ve hem de fazilet ve olgunlukla mücehhez hale gelmeyi ifade eder.

İnsaniyet melekeleri dumura uğramamış, kendini kin, haset, fesat ve düşmanlıkla kilitlememiş her bir insanla, bir şekilde ilgi ve ilişki kurulabilecektir. Bu anlamda herkesle geçimli olabilecek bir ülfet düzeyine erişmenin mümkün olabileceğini söyleyebiliriz.

Mısır’da başarılı bir valilik vazifesi icrâ etmiş olan Amr İbn As -radıyallâhu anh-’a, bunu nasıl gerçekleştirdiği sorulduğunda şu cevabı vermiştir:

“Etrafımdaki her bir insanla aramda bir ip varmış gibi düşünürüm. Bu ip gerilip kopma noktasına yaklaşınca, onu biraz gevşetirim. Gereğinden fazla gevşediğini hissettiğim anda ise onu hemen gererim. Böylece bütün insanlarla ilişkimi belli bir denge içinde devam ettiririm.”[3]

Dışlanan her insan, muhalif ya da düşman safına destek veren bir konuma itilmiş demektir. Bunun yerine herkesi bir şekilde daire içinde tutabilmek, feraset, basiret ve dirayetli bir liderlik ister. Aşırı gideni dengelemek, geri kalanı ilerletmek, uzaktakini yakınlaştırıp, yakında olanı şımartmadan büyütmek, gerçekten firaset ve basiretli bir yönetim üslûbu gerektirir. Adâlet herkese eşit davranmak değil, herkese hak ettiği muameleyi gösterebilmektir.

HAK DOSTLARI GERÇEK İLETİŞİM KAHRAMANLARIDIR

Hak dostları, güzel ahlâkları sayesinde birbirine zıt karakterleri bile bir arada tutmayı başaran gerçek iletişim kahramanlarıdır. Onların bu başarılarının arkasında yatan sırları, Rabbimizin lütfettiği ölçüde ilerleyen yazılarımızda ele alacağız. Ancak şu kadarını söyleyelim ki onların iletişimlerinin merkezinde gönül vardır. Yani hem kendi gönüllerinin arı duru oluşu, Rabbe teslimiyeti, tazarrusu, genişliği ve herkes hakkında hayır dilemeleri vardır; hem de muhataplarının gönüllerini nazar-ı itibara almaları vardır. Nefislerini merkeze alan hesaplardan kurtulmanın verdiği sâfiyetle, âdeta gül alırlar, gül satarlar. Huzurda olmanın enginliğinde ve derinliğinde, huzur soluklar ve etraflarına da huzur rayihaları yayarlar. Sever ve sevilirler.

Niyaz-ı Mısrî bu hakikati bir beytinde şöyle ifade eder:

Ben sanırdım âlem içre bana hiç yâr kalmadı

Ben “ben”i terkeyledim, gördüm ki ağyâr kalmadı

İnsan ilişkileri ile gönül genişliği ya da darlığı (şerh-i sadr ve dıyk u sadr) arasında yakın bir ilgi vardır. Hak dostlarının gönülleri, iman, İslâm ve ihsanın kemâl derecesinde yaşanma azmiyle genişlediğinden, tüm varlıkla ülfet ve muhabbet üzere bir ilişki geliştirebilmişlerdir.

İnsan ilişkilerinde herkesle aynı ölçüde bir ilişki seviyesini gerçekleştirmek elbette mümkün değidir; fakat her ilişkide adâleti gözetebilme faziletine ermek gerekir. Bilindiği gibi adâlet, eşitlik demek değildir; herkese ve her şeye hakettiğini layık-ı veçhile verebilmektir. Bu ise ilim, irfan, hikmet ve basiret ister. İşte Hak dostları, -kendi aralarında seviye ve derece farkları olsa da-, bu mazhariyete büyük oranda erişmiş bahtiyarlardır. Bunun içindir ki insan ilişkilerini ele alırken onların ölçülerine ve davranış modellerine daha fazla yer vermiş olacağız.

Şimdi sözü fazla uzatmadan bu giriş yazımızı Sâhibu’l-vefâ Mûsâ Efendi’nin konuyla ilgili sözleriyle bitirelim

“Nezaketin de bir hududu yok, şahsa göre değişir. Nazik bir insan, daha nazik bir insanın yanında kaba saba kalıverir. Hem nezâketli olunacak hem de hakikat söylenecek. Bazı insan, aşırı yumuşak oluyor. Onu vird edinmiş oluyor; ben herkesle bilaistisna dinli-dinsiz geçimli olacağım diyor. Halbuki tebliğciler, mürşidler her şeye göz yummazlar. Kimisine çok iltifat ederler, kimisine yüzünü asar, ağzını bile açtırmazlar. Hak, hukuk, adalet beraber yürüyecek, nezaketin içinde. Bazı insan vardır; naziktir, herkesle geçimlidir. Evet efendim diye devamlı baş sallar. Adam dedikodu, gıybet yapar, o da ona başını sallar. Yalan olduğunda ona iştirak etmiş olur. Ölçülü işleri ancak Cenâb-ı Hak nasib eder. Bilhassa fesadın, hasedin, hubbu riyasetin kalbden çıkması lazım.”[4]

Dipnotlar: 1) Doğan Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi (19. Basım), sh. 13. 2) Kalem Sûresi, 4. 3) Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti, II, 536. 4) Bk. Allah Dostunun Dünyasından, Hacı Mûsa Topbaş Efendi ile Sohbetler, Erkam Yayınları, 170-171.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 395

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.