Güney Amerika'dan Hidayet Öyküleri

Çok az sayıda yerli Müslümanın yaşadığı Latin Amerika, dünyada İslam’ın en son ulaştığı bölge.  Müslüman halk, geniş bir coğrafyada, küçük gruplar halinde ve dağınık biçimde elinden geldiğince İslam’ı yaşamaya çalışıyor. Mescitten camiye, dini kitaplardan hocaya kadar birçok ihtiyaçları olan yerli Müslümanlar, İslam’ı yaşayarak onlara örnek olabilecek ve temsil ve tebliğ faaliyetlerinde bulunabilecek Müslümanlara ihtiyaç duyuyor. Latin Amerika bölgesini yakından tanıyan Hüdayi gönüldaşı Serdar Yıldırım Bey, bize bütün bu zorluklara rağmen İslam’a giren halkın, hidayet öykülerinden misaller anlattı.

 Haber: Abdullah Güner, Levent Mete

BİR RAHİBİN MÜSLÜMAN OLMASI

Meksika’da bine yakın nüfusu olan bir köyde yaşayan başrahip Uhan, İslam’ı tebliğ etmeye gelen Müslümanlardan etkilenerek, kendine bazı sorular sormaya başlar. İslam’a olan merakı giderek artar ve araştırmaları sonucunda Müslüman olmayı düşünür fakat o an daha Müslüman olmamıştır. Bir gün; oğlu, Amerika’dan çıkagelir ve “Baba! Ben Müslüman oldum” der. Uhan, bu duruma çok sevinir ve ardından kendisi de Müslüman olarak Yahya adını alır. Yahya, ‘Çok huzurluyum. Doğru yolu bulduğuma inanıyorum. Ve inşallah bu köydeki, benim kilisemdeki Hıristiyan cemaatten olan kardeşlerimizi de Müslüman yapmak için gayret edeceğim’ diyor.

BABA BEN MÜSLÜMAN OLDUM

Latin Amerika bölgesinde konuştuğunuz ve Müslüman olma hikâyesini dinlediğiniz insanlar var mı?

Çok var. Onlardan biri, Meksikalı bir rahibin Müslüman olma hikâyesidir. Bu yeni bir durum ve ben de gittiğimde kendisini ziyaret ettim. Şu çok çarpıcı bir bilgi ki; bahsini edeceğimiz kişi, aşağı yukarı bine yakın nüfusu olan bir köyde rahiplik yapıyormuş.

 Meksikalı Başrahip Uhan, Müslüman olduktan sonra Yahya adını aldı.

Önce şunu belirtelim; Meksika’daki bütün köylerde kilise vardır, bazen birden fazla olur bu sayı. Küçük, 500 kişilik bir köy bile olsa 3 tane kilise görmeniz mümkün. Hatta kiliseler arası mücadele bile var. Çünkü Protestan kiliseleri de birer misyonerlik çalışması yapıyorlar Katoliklere karşı. İlginç bir şekilde biz bunu görüyoruz.  Özellikle Amerika merkezli kiliselerin, Katolik kilisesinden insan devşirip Protestan bir Hristiyan haline getirmek yönünde bir gayretleri var.

Uhan adında Protestan kilisesi rahibi vardı. Elhamdülillah, sonradan yine adının karşılığı olan Yahya ismini aldı. Hasıl-ı kelam; kendisi burada rahiplik yaparken orayı ziyaret eden yerli Müslümanlardan –irtibata geçtiği kişinin yerli olması mühim, çünkü biz söylesek bizi dinlemez- bir tanesi kendisini ziyaret edip, İslam konusunda bilgiler vermiş. ‘Sen’ demiş ‘İşte bak, dini bilen, akıllı bir adamsın. İslam böyle bir din, şöyle bir din…’ diye, ön bilgi vermiş. Tabiri caizse basit de olsa bir tebliğ. Bir adım atmış, bir tohum atmış. Bu konuşma onun zihnine yerleşmiş ve böylece merak etmiş ve aramaya, sormaya, araştırmaya başlamış.

Kendi oğlu şu anda Amerika’da yüksek tahsil yapıyor. Ailece bu konuyu konuşmuşlar ve böyle bir süreç geçmiş. Daha sonra bizim orada temasta bulunduğumuz, beraber çalışmış olduğumuz kardeşlerimizin bu durumdan haberi oldu. Arkadaşlarımız ziyaretlerine gitmeden bir gün önce de oğlu Amerika’dan döndüğünde  ‘Baba ben Müslüman oldum‘ diyor. Bir rahip olmasına rağmen buna seviniyor babası. Sonra arkadaşlarımız ziyaret ettiler birkaç defa kendisini ve bu ziyaretlerde daha çok ‘İslam’ konuşuldu. Onun soruları da o yöndeydi. Arkadaşlarımız da halisane bir şekilde bu sorulara cevaplar verdiler ve İslam’ı anlattılar ki zaten ondan başka da bir niyet yoktu. Çok kısa bir süre sonra da oradaki kardeşlerimizin bir ziyareti sırasında hem kendisi hem de eşi şehadet getirip Müslüman oluyorlar. Bizde bu aileyi o köylerinde ziyaret ettik.

BEN DAHA GÜZEL BİR DİN BULDUM

Bahsettiğiniz olay hangi ülkede oluyor? Bunu biraz da bölgenin mevcut durumunu öğrenmek için soruyorum.

Meksika’nın Chiapa eyaletinde gerçekleşiyor bu olay. Chiapa dediğimiz eyalet, Meksika’nın en güney eyaletidir. Buradaki nüfus yerli ağırlıklıdır. Şunu söyleyebilirim ki Chiapa, geniş bir saha ve beş milyon nüfusu olan ve yerlilerin çoğunlukta olduğu tek Meksika eyaletidir. Diğer bütün Meksika eyaletlerinde çoğunluk diğer unsurlardadır. İspanya’dan etkilenmiş unsurlar örneğin. Biz de daha çok burada çalışıyoruz, çünkü bu insanlar buna çok müsaitler, İslam’a hazırlar. Anlattığım olay, bunun en güzel misallerinden biridir.

Bahsini ettiğimiz rahip doğru düzgün İspanyolca bile bilmiyor. Çünkü bu bölgede mahalli diller var. Totsil diye yerel bir dil konuşuyorlar mesela. Bu şekilde 4-5 tane farklı dil var. İspanyolcaları zayıf. Orada Müslüman olmuş bir kabile var. O kabilenin Mücahit adında reisi var, bu arkadaşımız da tercümanlık yaptı bize.

Müslüman olduktan sonra Yahya adını alan kardeşimizin, ‘Çok huzurluyum. Doğru yolu bulduğuma inanıyorum. Ve inşallah bu köydeki, benim kilisemdeki cemaatimden olan kardeşlerimizi de Müslüman yapmak için gayret edeceğim’ diyor. Ve şu anda da öyle bir hareket var, Allah’a hamd ü senalar olsun. Mesela eşine, köyden bazı hanımlar gelmiş ve ‘Niye artık kiliseye gelmiyorsun?’ diye sormuşlar. O da demiş ki ‘Ben daha güzel bir din buldum. Doğru ve Allah’a daha yakın olan bir şeyi buldum. Dolayısıyla çok mutluyum artık kiliseye gelmeyeceğim’ deyince, köydeki hanımlar ‘O zaman biz de oraya gelelim’ demişler. İlk tepki bu.

Hemen o kilisenin üst yönetiminden piskopos seviyesindeki görevliler gelmişler ziyaret etmişler, ‘Niye bıraktın, ne oldu, Allah’la aran mı bozuldu?’ filan gibi sözlerle baskı yapmışlar. Ama bakmışlar; İslam'ı içine sindirmiş vaziyette ve yapacakları bir şey yok, o zaman ‘Biz başka bir rahip göndeririz’ deyip gitmişler.

YUNUS EMRE ŞİİRİ İLE HİDAYETE ERDİ

Şilili Mustafa, bir Yunus Emre şiirinin İspanyolca tercümesini okuduktan sonra “Bu kadar güzel şeyler söyleyebilen bir insan, yanlış bir dinde olamaz” diyerek, Müslüman olmaya karar verdi.

BİR ŞİİR HİDAYETİNE VESİLE OLDU

Latin Amerika’da örnek olarak anlatabileceğiniz başka hidayet hikâyesi var mı?

Şili’den bir örnek vereyim ki bu çok çarpıcıdır. Orada Mustafa kardeşimiz var. Kendisi yakın zamanda İstanbul’u ve İLAM’ı ziyaret etti. Buradaki büyüklerimizi gördü ve ellerini öptü. Onun Müslüman olma hikâyesi çok daha ilginçtir.

Yunus Emre’nin İspanyolca’ya tercüme edilmiş bir şiirini okuduktan sonra Müslüman oluyor. Kendisi anlattı bunu, ‘Olacak iş mi?’ diyorsunuz ama Allah hidayet verince oluyor. ‘Okudum, çok etkilendim’ dedi.

MÜSLÜMAN BİRİNİN GELMESİ HEYECAN OLUŞTURUYOR

İspanyolca’ya tercüme edilmiş bir Yunus Emre şiirinden etkilenerek Müslüman olması çok ilginç hakikaten... İnsan, ‘Bir de Türkçe olarak okusaydı etkisi ne olurdu’ diye sormadan edemiyor, değil mi?

Yunus’un şiirleri kuvvetlidir, etkilidir ama her dilin kendine özgü hususiyetleri, anlam klıpları vardır. Bunlar bilinmeden ne kadar anlaşılabilir ki? Tercüme ettiğimiz zaman şiirin bir şeyi kalmaz normal şartlarda. Ki bende o şiirin doğrudan doğruya Türkçe’den İspanyolca’ya tercüme edildiğini de zannetmiyorum. Muhtemelen İngilizce’den tercüme edilmiştir diye düşünüyorum.  Belki yüzde elli hatta daha fazla anlam kaybı oluşmuş olmasına rağmen etkisini görüyorsunuz. Söyledim ona da ‘Sen bunun Türkçe’sini okusaydın kim bilir ne olurdu?’ dedim. Şunu söyledi: “Okuduktan sonra bu kadar güzel şeyler söyleyebilen bir insan, yanlış bir dinde olamaz dedim ve ondan sonra Müslüman olmaya karar verdim.” dedi.

Bu arkadaşlar çok entelektüel ve kaliteli insanlar.  Öyle ki araştırmış, kabul etmiş. Daha sonra da Türkiye’yi ziyaret edip, burada Müslümanlığını pekiştirdi Allah’a bin şükür. Şimdi orada gayretlerine devam ediyor. Şili’ye gittiğimizde hem Santiago’yu hem de bu kardeşimizin yaşamakta olduğu Vinya Del Mar adında bir şehri ziyaret ettik. İki yerde de Müslüman kardeşlerimizle de toplantılar yaptık. Çok güzel bir heyecan gördük ki bizim gitmemiz de uzaktan Müslüman birisinin gelmesi de bir heyecan oluşturuyor.

RÜYA GÖRDÜ, MÜSLÜMAN OLDU

Panama’da Tercüme vesilesiyle Musa ile tanıştık ve öğrendik ki onun da Müslüman olma hikâyesi tamamen rüyalarla ve internetle. Hiç kimse tebliğ dahi etmemiş. Tebliğ edecek Müslüman da onların ortamında yok. Varsa da tebliğ edemiyor. Bütün bir coğrafya için konuşmak gerekirse, böyle bir durum da var.

İSLAM’I HİÇKİMSE TEBLİĞ ETMEDEN İSLAM'I BULDU

Sanırım bu örnekleri çoğaltmak mümkün ama en çarpıcı olanlarından bir tanesini daha anlatır mısınız?

Panama’da esas ismi Henrique olan, sonradan Ali Kazım ismini alan bir kardeşimiz var. Onunla buluştuk. Onun İngilizcesi olmadığı ve benim de İspanyolcam çok iyi olmadığı için yanında Musa isminde bir genç kardeşimizi getirmiş tercüme yapması için. Üç sene önce bu ismi alan Musa da bir üniversite talebesi ve İngilizce’si iyi. Tercüme vesilesiyle Musa ile tanıştık ve öğrendik ki onun da Müslüman olma hikâyesi tamamen rüyalarla ve internetle. Hiç kimse tebliğ dahi etmemiş. Tebliğ edecek Müslüman da onların ortamında yok. Varsa da tebliğ edemiyor. Bütün bir coğrafya için konuşmak gerekirse, böyle bir durum da var. Rüyasında hep böyle İslam’la ilgili şeyler görüyormuş. En son kendisi anlattı bunu: ‘Panama City şehrinde akşam vakti dolaşıyorum’ diyor, rüyasında. ‘Bir araba ve içinde 4-5 kişi var. Bana dediler ki ‘Sen Müslümansın galiba... Bize mescit ne tarafta gösterir misin? dediler. Ben de hiç bozmadan mescidi tarif ettim. Onlar da teşekkür edip gittiler. Ben de uyandım bu rüyayı anneme anlattım, annem de Hristiyan olmasına rağmen dedi ki ‘Galiba Allah senin Müslüman olmanı istiyor’.

Ondan sonra; sadece internet üzerinden araştırarak, orda bulduğu bilgilerle şehadet getirip, Müslüman olmuş ve Musa ismini almış. Surelerini ezberlemiş, ibadetlerini yapmaya çalışıyor, namazlarını kılıp, oruçlarını tutmaya çalışıyor vs. ‘Allah yardımcınız olsun’ dedim. Biz de bu olay karşısında duygulandık.

Bizim Türkiye’de alışık olmadığımız şeyler bunlar. Türkiye’de herkes doğuştan İslam’ı hazır bulduğu için kıymetini bilmiyor. Orada ne kadar zorluklarla bu işlerin olduğunu bilmek bizi de etkiliyor. Ama hamdolsun tabi ne istiyorsunuz deyince de benim gibi şunu söyledi Musa kardeşimiz; ‘Benim gibi çevremde, üniversitede çok arkadaşım var arayan, merak eden, İslam’ı kabul etmeye hazır. Bana İspanyolca kaynak, kitap ulaştırın.’ Tabi o bizim için nispeten kolay bir şey. Çünkü Meksika’da da bir hayli kitap gönderdik. Ben de söz verdim. İnşallah kendisine kitap göndereceğiz. O da bunları dağıtarak birçok insanın hidayetine vesile olacak, inşallah.

İSLAM’I TEMSİL EDECEK İNSANLARA İHTİYAÇ VAR

Siz oradaki atmosferi solumuş bir Müslüman olarak; o coğrafyada İslam adına ne ler  yapılması gerektiğin düşünüyorsunuz?

Dediğim gibi aslında her şeye ihtiyaç var ama öncelikli olarak İslam’ı güzel temsil etmek ve onlara güzel örnek lazım. Mesela İslam’ı bilen yaşayan bir hoca efendi hatta hoca efendi olması da şart değil, İslam’ı bilen ve yaşayan bir Müslüman insan; bu bir iş adamı da olur, üniversite talebesi de olur, herhangi bir kişi de olabilir. Ama hayatında İslam’ı yaşayan, İslam’ın ne şekilde yaşanıldığını gösterebilecek, onlara örnek olabilecek biri lazım.

Tebliğe gidenler var. Onlar bir vazife yapıyorlar ama tebliğe gidenlerin dışında orada yaşayıp da İslam’ı temsil edebilecek çok insana ihtiyaç var. Böyle olduğu takdirde çok hızlı bir şekilde orada birçok insanın İslam’ı kabul edeceğini, İslam’la güzel tanışacağını ve yolunu çizeceğini düşünüyorum. Bunun örnekleri de mevcut. Bu tip güzel örnekler olmamasına rağmen yine de görülen çok ufak şeylerle bile insanlarda bir heyecan oluşuyor bu şekilde. Bana göre birinci sırada bu temsil meselesi gelir. Bana göre bu konuda çok zayıf olan yerli Müslümanlar bu noktada değiller. 10 sene önce Müslüman olmuş birisi hâlâ öğrenme safhasında ve öğrenmeye, daha iyi şeyler yapmaya çalışıyor. İmkânlar çok kısıtlı ama bu işi içine sindirmiş ve yaşamakta olan birilerinin -hele ki bir aile olsa, sonuçta hanımların da durumu önemli- bu işe göüllü olması lazım. Malûmdur ki İslam sadece erkek dini değil. Onların da nasıl yaşaması gerektiği nasıl giyinmesi gerektiğini gösterecek birine çok ihtiyaç var.

Faaliyete geçmiş olan yeni sitemiz aracılığıyla, böyle idealist kardeşlerimize şunu söyleyebilirim: Bu bölge hem çok güzel bir bölge, yaşamak içinde çok güzel yerler. Yemyeşil ve mesela Afrika’daki bazı zorluklar orada yok. Onun için gönlüne böyle bir şeyi koyan genç kardeşlerimiz olursa, buraya gidip rahatlıkla yerleşebilir burada yaşayabilir ve bu büyük hizmeti de yapabilirler. Ben bu tip insanları aslında arıyorum açıkçası, keşke olabilse, diye. Bu yalnız da olabilir, evli de olabilir, ailece de gidip yerleşilebilir. Böyle bir şeye karar verdikleri takdirde oradaki Müslüman kardeşlerimizin de oradaki her türlü yardımı yapacağı, her türlü desteği vereceğinden de hiç şüphem yok.

Tabii bu fedakârlığı gösterecek kardeşlerimizi bulmak da açıkçası kolay bir iş değil. Belli bir yaştan sonra da düzenleri bozmak zor olduğu için çok zor oluyor. Ama genç kardeşlerimiz henüz daha düzenini kurmamış ve bu safhada olan kardeşlerimizin yapabileceklerini düşünüyorum. Sahabelerin Çin’e, en uzak coğrafyalara kadar gittiklerini ve oralara yerleşerek, İslam’ı nasıl yaydıkları örneği bu noktada çok mühim. Veda hutbesi sırasında 100 bin sahabenin hutbeyi dinlediğini ama Medine’de veya Mekke’de gömülü olanların, bu sayının çok altında olduğunu ve geriye kalan büyük bir sayının dünyaya dağıldığını ve oralarda vefat ettiklerini, oralara medfûn olduklarını biliyoruz. Bazı şeylerden fedakârlık etmek gerekiyor ve zaten ahirette ancak böyle kazanılabiliyor.

İSLAM’I BULMUŞ OLANLAR ENTELEKTÜEL İNSANLAR

Son bir soru sormak istiyorum. Orada Müslümanlar var dedik fakat araştırmalarımda veya gözlemlerimde fark ettim ki orada Şii veya Selefî gibi mezhep ve akımların da çok ciddi bir etkisi var. Yerli Müslümanların veya genel olarak Müslümanların Sünniliğe ve tasavvufa karşı bakış açılarını gözlemleyebildiniz mi?

Mezhep çatışmaları dünyanın diğer yerlerinde de olan bir problem maalesef. İslam dünyasının gelişmekte olan gücünü kırmanın en ciddi yolu içeriden parçalamaktır. Her şeyde olduğu gibi içeriden yapılacak işler her zaman daha etkili olur. İslam’ı bir tehdit olarak gören unsurlar da gayet iyi biliyorlar bu durumu. Dolayısıyla bunun önünü açıyorlar. Birçok bölgede olduğu gibi o bölgede de bu tip İslam’ı bölme ve Müslümanları rahatsız etme noktasında faaliyetler var.

Bu duruma Venezuela’yı örnek verebiliriz belki. Müteveffa başkan Chavez ile o zamanki İran başkanı olan Ahmedinejat’ın, şahsi dostluk ilişkilerine dayandığından mıdır, yoksa ortak bir Amerika düşmanlığı gütmelerinden mi kaynaklanıyor bilemiyorum ama ülkede çok ciddi bir İran etkisi ve Şia çalışması var. Buna benzer bir çalışma Arjantin’de ve Panama’da var. Bu bir etki yapmakla beraber oradaki Müslümanlar, söylediğim gibi İslam’ı bulabilmiş olanlar, zaten entelektüel insanlar. Bunu yapabilmek zor bir iş, çünkü okuma yazma bilmeyen insan zorlanıyor bu işlerde. Daha çok şu anda Müslüman olmuş olanlar bu işleri anlayan kişiler dolayısıyla dünyayı değerlendirerek bunun da farkına varıyorlar.

Diğer bahsettiğiniz Selefî akımlar da var. Özellikle Suud öncülüğünde camileri, bir takım müesseseleri var. Onlar da tasavvuf karşıtı bir akımı teşvik ediyorlar. İşte Pakistan’dan tebliğ cemaatinin faaliyetleri var vs. Herkes orada var ve neticede orası hem mümbit bir arazi hem de boş bir alan. Böylece orayı herkes kullanmak ve ele geçirmek istiyor. Oysa bunu yaparken esas olanın İslam’a zarar vermemek olması lazım gelir.

MÜSLÜMAN OLUN KENDİNİZİ KURTARIN DİYORUZ

Bu tür mezhep ve akımların kötü etkilerini azaltmak için nasıl bir yaklaşımda bulundunuz?

Biz her gittiğimiz yerde birlikten beraberlikten bahsettik. Hiçbir zaman bölücü bir dil ve davranış kullanmıyoruz. Ama bu tip bölücü olabilecek akımlara da karşı dikkatli olunması gerektiğini söyledik. Fakat şunu gördüm ki zaten farkındalar oradaki insanlar. Hatta Türkiye’deki gelişmelerin, mücadelelerin bile farkındalar. Onları dahi doğru yorumluyorlar. Bu konu ile ilgili önemli bir hususta şunu söylemek lazım. Özellikle Selefî akımın kılık kıyafet yasağı ile ilgili çok önemli işleri var. Bunlar da onların başarı şansını çok azaltıyor. Bana şikâyet olarak gelen bir örnekten bahsedeyim. Şili’de yaşanmış bir olaydır ve benzeri Kolombiya’da da yaşanmış. Müslüman olan bir takım insanlar, çocuklarını Kuran öğrenmeleri için Selefîlerin kurduğu kurslara göndermişler. Bu kişilerin arkalarında devlet gücü olduğu için çok büyük imkânlar sayesinde, şaşılabilecek derecede büyük ve gelişmiş yerleri var. Onlara da aldanarak göndermişler ama bu gelen tertemiz çocukların zihinlerini Kuran ile doldurmak, kalplerine o aşkı yerleştirmek yerine ilk yaptıkları şey cellabiye (geleneksel bir Arap erkek kıyafeti) giydirip, başlarına sarık takmak olmuş. 9-10 yaşlarında küçücük çocukları böyle giydirip, ondan sonra bu işin alfabesi budur gibi bir harekette bulununca ailelerde büyük bir tepki oluşmuş. Toplum derhal bunları reddediyor. O kıyafetle çocuk sokağa çıktığı zaman mevcut düzene mensup olanların, İslam’ı terörist olarak göstermeye çalışan hâkim güçlerin işine geliyor. ‘Bak sen çocuğunu kuran öğrenmeye gönderiyorsun ama çocuğun yabancılaştı ve kime benzedi?!’ diyorlar.

Elinde silahla dolaşan entarili ve uzun sakallı bir Müslüman imajı var. Böyle oluşturulmuş bir imaj var ve bu imaj iyi bir imaj değil. Dolayısıyla bu tuzağa niye düşüyorsunuz. Öncelik bu mudur? Sana çocuk gelmiş, sen çocuğa Allah’ın dinini kitabını öğreteceğine; böyle kılıkla kıyafetle şekille uğraşmanın bir esprisi yok. Bu yüzden onlar da bunun farkına varıp çocuklarını almışlar ve fakat orada olan çocuklara olmuş. İslam’ı öğrenememişler. Bu da netice itibari ile bir kayıptır. O yüzden Türkiye’ye çok önem veriyorlar. Çünkü bizim öyle bir gayretimiz yok. Biz kimseyi Türkleştirmeye veya Türk kültürünü orada aşılayıp da öyle yaşamalarını sağlamaya çalışmıyoruz. Biz ‘İslam doğru dindir hatta tek dindir, dolayısıyla Müslüman olun kendinizi kurtarın, ahiretinizi kurtarın ama Müslüman olurken de Kolombiyalı Müslüman olun, Şilili Müslüman olun, Meksikalı Müslüman olun, Brezilyalı Müslüman olun, Arap gibi Türk gibi İranlı gibi olmanıza gerek yok’ diyoruz. Biz herkese bunu söylediğimiz için daha çok ilgi görüyoruz. Bunu da rahatlıkla kabul ediyorlar ve hoşlarına gidiyor ve dolayısıyla bütün gözler Türkiye’ye dönmüş durumda. Allah Türkiye’ye güç kuvvet versin demekten başka bir şey elimizden gelmiyor.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.