Günahkâra Gönül Dergâhını Kapatma!

Güzel bir ahlâk olan hayâ, özellikle günaha düşen kullarda, insanlardan özellikle dostlarından uzaklaşma hissiyatı verir. Böyle durumlarda onu yeniden kazanmak için hassas davranmalı, suçunu iki de bir yüzüne vurarak şahsiyetini ezmemelidir. Zira ezilen şahsiyeti yeniden diriltmek kolay değildir.

Fıtratı bozulmamış her insanda, utanma duygusu yani hayâ vardır. Hayâ, insan şahsiyetinin fıtrî bir süsüdür. Hayâsızlık ise bu perdenin yırtılmasıdır ki, sahibini bulunduğu ortamda rezil rüsvay eder.

Bu kadar güzel bir ahlâk olan hayâ, özellikle günaha düşen kullarda, insanlardan özellikle dostlarından uzaklaşma hissiyatı verir. Böyle durumlarda onu yeniden kazanmak için hassas davranmalı, suçunu iki de bir yüzüne vurarak şahsiyetini ezmemelidir. Zira ezilen şahsiyeti yeniden diriltmek kolay değildir.

HOCANIN TALEBESİNE HERKESE ÖRNEK  OLACAK YARDIMI 

“Nakledildiğine göre, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin bir talebesi vardı. Birgün onu, kendi şahsiyetini lekeleyecek bir durumda yakalamışlardı. Bundan son derece mah­cub olan talebe, oradan ayrıldı ve bir daha dergâha gelmedi. Aradan bir müddet geçtikten sonra, gönül hânesi harâb olmuş bu talebe, sohbet arkadaşlarıyla çarşıdan geçmekte olan Cüneyd-i Bağdâdî’nin gözüne ilişiverdi. Talebe, hocasını fark edip, utancı sebebiyle oradan hızla uzaklaştı. Durumu sezen Cüneyd (kuddise sirruh), yanındakilere dönerek:

“Siz gidin, benim yuvamdan bir kuşum kaçmış!” deyip, talebesinin ardına düştü.

Bir ara geri dönüp bakan talebe, hocasının kendisini tâkip etmekte olduğunu görünce, daha da heyecanlandı ve adımlarını sıklaştırdı. Gide gide bir çıkmaz sokağa girdi. Mahcûbiyetin verdiği telâşla, gayr-i ihtiyârî, başını duvara çarptı. Hocasını karşısında gördüğünde ise renkten renge girdi ve başını önüne eğdi.

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri:

“Evlâdım! Nereye gidiyorsun, kimden kaçıyorsun! Bir hocanın talebesine yardım ve himmeti asıl böyle zor günlerinde olur.” dedi ve onu şefkatle bağrına basıp dergâha götürdü. Hocasının ellerine kapanan talebe, yaptığı mâsiyetlere pişman olup tevbe etti.”[1]

 

[1] Osman Nûri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, s. 191-192.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.