Güçlü Mü’min Olma Sorumluluğu

Müminler olarak güç toplamak, kuvvetli olmak gibi bir mesuliyetimiz vardır. Bu emre uyanlar ile uymayanlar, Hak katında da eşit olmayacaklardır. Efendimiz'in (s.a.v.) şu sözleri, güçlü mümin olmanın ehemmiyetini anlatması bakımından bir hayat kılavuzu gibidir: "Kuvvetli mümin, (Allah katında) zayıf müminden hem daha hayırlı ve hem de Allah tarafından daha çok sevilen bir kimsedir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana faydası dokunacak olan şeyi elde etmeye var gücünle çalış, bu uğurda hırslı ol. Allah’tan yardım dile ve asla acizlik gösterme..."

Rabbimiz, yeryüzüne salih kullarının vâris olmalarını murâd etmiş ve onlardan bu emanete sahip çıkmalarını ve orada zulme, fesâda ve fitneye fırsat vermemelerini istemiştir. Hak ve hakikatin daima üstün tutulmasını, hâkimiyetin şeytan ve avenesine bırakılmamasını tembihlemiştir. Müminlerin kavî îmân sahibi olmaları ve bu imanın gereği olan sorumlulukları yerine getirmeleri halinde -sayıca az da olsalar- hiçbir gücün kendilerine asla galip gelemeyeceği hakikatini kendilerine müjdelemiştir.

İman, yüce bir nimet olduğu kadar aynı zamanda büyük bir sorumluluktur. İnananlar, “iman ettik demekle bırakılmayacak”, mutlaka sadakat testinden geçirileceklerdir.1 Bu durum Hakk’ın değişmez bir kanunudur.

Bu âlem, sebepler âlemidir. Rabbimizin Kur’ân-ı Kerim gibi okunan âyetleri olduğu gibi kâinâta ve hâdiselere koyduğu âyetleri de vardır. Bu âyetleri bir şekilde yok sayan ya da görmezden gelenler, elbette bu ihmalin acı karşılığını da er ya da geç tadacaklardır. İşte bu âleme konulan âyetlerden birisi de, Hak ve hakikat düşmanlarına karşı galip gelmek için, Hak ehlinin güçlü ve kuvvetli olmaya çalışması gereğidir. Mesele, güç ve kuvvetin az ya da çok olması değil, müminlerin takatleri nispetinde bu yolda gayrete soyunup soyunmamalarıdır. Bu gayret, ilâhî yardım ve zaferin gelmesine vesile olacak önemli bir anahtar niteliğindedir. Müminler güç toplamayı vazifeleri gereği yaparlar; yoksa zaferi güçlerine değil, elbette yalnız Allah’a nispet eder ve O’na güvenip dayanırlar. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Siz de onlara (yani düşmanlarınıza) karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve cihad için beslenen atlardan hazırlık yapın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutmuş olursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenecektir. Size hiçbir zaman zulmedilmez.” (Enfâl Sûresi, 60)

MÜMİNLERİN GÜÇLÜ OLMA MESULİYETİ VAR

Öyleyse müminler olarak güç toplamak, kuvvetli olmak gibi bir mesuliyetimiz vardır. Bu emre uyanlar ile uymayanlar, Hak katında da eşit olmayacaklardır. Allah Resülü –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin şu sözleri, hem güçlü mümin olmanın ehemmiyetini ve hem de bunun yolunu göstermesi bakımından bir hayat kılavuzu gibidir:

“Kuvvetli mümin, (Allah katında) zayıf müminden hem daha hayırlı ve hem de Allah tarafından daha çok sevilen bir kimsedir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana faydası dokunacak olan şeyi elde etmeye var gücünle çalış, bu uğurda hırslı ol. Allah’tan yardım dile ve asla acizlik gösterme. Başına bir şey gelirse de, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü, şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.” (Müslim, Kader 34).

Hakk’ın son elçisi Resûl-i kibriyâ –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu sözleriyle tüm ümmetine fert fert güçlü mümin olma vazifesi veriyor. Onlara âdeta kişisel bir misyon bildiriminde bulunuyor. Zira güçlü ümmet, güçlü fertlerin bir araya gelmesiyle oluşacaktır. Hadis şârihlerimiz buradaki gücü, öncelikle iman gücü olarak açıklıyorlar. Elbette doğrudur. Zira iman gücü, diğer güçlerin hem toplayıcısı ve hem de doğru bir şekilde yönlendiricisidir. Güç Allah için olursa faydalıdır. Aksi halde, saptırıcı, azdırıcı ve hatta zulme vesile olan bir araç haline dönüşüverir. Gücü Allah için kullanabilmek, ciddi bir iman ve İslâm terbiyesini gerekli kılar.

İMANDA GÜÇLÜ OLMAK

İmanda güçlü olmak, Kur’ân-ı Kerim’in beyanıyla şu iki şeyle sağlanır: Birincisi, Allah’ın hem sözlü âyetlerini ve hem de kâinât âyetlerini okumak ve gereğini kuşanmak.[2] İkincisi ise vesvese ve şüpheleri gideren ilâhî sekînetin gönüllere inmesidir.[3]

Bu sekînet, Allah Resûlünün beyanına göre Allah’ın zikredildiği ve ilâhî âyetlerin müzâkere edildiği meclislere ve topluluklarıa iner4. İmanı artıran, onu güçlü ve kuvvetli kılan daha başka vesileler de elbette zikredilebilir. Meselâ îmanı uğrunda fedakârlıklarda bulunmak, Allah yolunda malıyla ve canıyla cihâd etmek, kavi iman sahibi müminlerle beraber olmak gibi amel ve davranışlar da imanı yakîne erdiren hususlar olarak sayılabilir.

Müminler kendilerini güçlü kılacak diğer vasıtalarla da mücehhez olmalıdırlar. Meselâ:

İlim bir güçtür. Bilgiye sahip olan çoğu zaman bir adım öndedir. Meleklerin Âdem –aleyhisselâm-’a secde etmelerinde, onun farklı bir bilgiyle donatılması gerekçe olarak gösterilmiştir. Bugün de güçlü toplumların bilgi üreten toplumlar olduğu bilinen bir husustur. Kâinât kitabını iyi okuyan fert ve devletler, tarih boyunca diğerlerinin hâkimi olmuşlardır.

ZENGİNLİK GÜÇ VASITASIDIR

Zenginlik bir güç vasıtasıdır. “Salih bir adam için mal ne güzeldir”5 buyuran Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem-, müminleri her fırsatta veren el olmaya teşvik etmiştir. Zira hükümranlığın olmazsa olmaz esaslardan birisi, ekonomik yönden güçlü olmaktır. Gıpta edilecek iki kişiden birisi olarak infak ehli zenginin gösterilmesi son derece anlamlıdır.6 Özellikle devletler müvazenesinde etkinlik, çoğu zaman ekonomik varlıkla kendini göstermektedir.

İktidar gücü anlamında makam da önemli bir güç vasıtasıdır. Zira insanlar yöneticilerinin dini üzeredirler buyurulmuştur ki, Hak ve hakikatin hâkimiyetinde bu güç de asla ihmâl edilmemelidir. İslâm edebinde elbette makama talip olunmaz, matlûb olmak esastır. Burada makam için matlûb olabilecek bir liyakat ve ehliyet kazanmak hedef olarak gösterilmiştir diyebiliriz. Öyleyse ma’şerî vicdanın kabulünü sağlayacak bir kıvamı yakalamak bir kalite göstergesidir. Sağlam ve güçlü liderler çıkaramayan toplumlar, zilletten kurtulamazlar.

ASKERİ GÜÇ İHMAL EDİLEMEZ

Askerî güç de hiçbir zaman ihmâl edilmemelidir. Özellikle devletlerarasında saygı ve itibar görmede ve diğer toplumlar nazarında taklid edilebilecek bir etkinlik düzeyinin yakalanmasında ve hatta düşmanların şerrinden emin olmada bu güç çok daha öne çıkmaktadır.

Rivayete göre Yavuz Sultan Selim kıyafetine pek dikkat etmez, elbisesi eskidiği halde yeniletmezmiş. Bu yüzden devlet ricali, gerek saygı dolayısıyla, gerekse kendisinden çekindikleri için huzuruna yeni ve süslü elbiselerle çıkmaya çekinirlermiş.

Padişahın elbisesi gitgide fersûdeleşir, lakin kimse bunu kendisine hatırlatmaya cesaret edemezmiş. Bir ara bir kâfir elçisinin geleceği haberi alınır. Bunu fırsat bilen sadrazam, bin bir korku ile hükümdara:

“Efendimiz”, der “bu kâfir makulesi, akl-ı kasirleri (kıt akılları) muktezasınca, zâhirbin olup (görünüşe bakıp) alâyişe ziyade nazar ederler. Layıktır ki siz padişahımız dahi…”

Yavuz onun maksadını anlar, sözünü keser ve:

“Ha… Evet! Öyle yaparız. Hem siz dahi bir hoş ziynetlu libas tedarik eyleyin!” der.

Vezirler sevinir ve süslü elbiseler diktirip hazırlanırlar.

Padişah elçiyi kabul edeceği zaman, tahtın ayakucuna bir yalın kılıç konmasını emreder.

Her şey hazırdır. Vezirler, başta sadrazam bulunduğu halde muhteşem elbiseleriyle tahtın etrafında yer alıp padişahı beklemektedirler. Birdenbire Yavuz gelir, lakin eski kıyafetiyle!

Elçi huzura kabul olunur. Devrinde dünyayı titreten Yavuz’un önünde korkudan iki büklüm bir halde durur. Mutad merasim ve konuşmadan sonra ise huzurdan çıkar.

O zaman Yavuz vezirlere:

“İmdi varın, elçiye sorun. Padişahımızın libâsını nasıl buldunuz deyin!”

Vezirler koşarlar ve bu suali elçiye tekrar ederler. Aldıkları cevap ise şudur:

“Ben şevketli hünkârı görmedim bile. Tahtının ayakucundaki yalın kılıç, gözümü aldı; sadece onu gördüm.”

Bu cevap padişaha naklolunduğu zaman, parmağı ile hâlâ tahtın ayakucunda duran kılıcı göstererek şöyle der:

“Bunun ağzı kestikçe, küffârın gözü anda olup bizi görmezler ve libasımızı fark etmezler. Allah Teâlâ, anın keskin olmadığı günü göstermeye ki, libas ve alayiş o güne mahsustur. Çünkü kâfir gözü o zaman yerden kalkıp Âl-i Osman padişahlarına dikilir!”7

Yukarıda zikrettiğimiz hadis-i şerif, müminlere güçlü olmayı hedef gösterdiği gibi bunun nasıl gerçekleşeceğinin de yol haritasını sunmaktadır:

“Sana faydası dokunacak şeyi elde etmek için var gücünle çalış ve bu konuda hırslı ol”. Evet, dünyevî olsun uhrevî olsun, gücüne güç katacak ve sana azık olacak araç, gereç ve vasıtaları elde etme yolunda hırslı ol. Yeter ki niyetin Allah için olsun ve elde ettiğin gücünü de nefsin için değil Allah için kullanmış ol!

KENDİNDEN ÜMİDİ KESME!

“Allah’tan yardım iste ve sakın acizlik gösterme!” Nefsine güvenerek yola çıkarsan, yarı yolda kalır ve yanlış hedeflere doğru savrulursun. Fakat Allah’ın adıyla ve O’nun yardımıyla yola çıkarsan korkma! Hem, “benden bir şey olmaz, ben zayıf ve bîçâreyim” diyerek kendinden de asla ümidini kesme! Zira Allah’ın yardım ve inâyeti sana eşlik edecek olursa, hiçbir zorluk senin önünde duramaz ve gözünü korkutamaz.

“Her şey senin istediğin gibi olmayabilir, başına bir musibet gelebilir, böyle zamanda da elin kolun düşmesin! Allah’ın takdiri böyleymiş; o ne dilerse o olur” diyerek Hakk’a tam bir teslimiyetle kadere razı ol. Evet, her şey senin elindeymiş gibi gayret et ve fakat şunu bil ki her şey ancak Rabbinin elindedir. Böylesi bir inanç, her çeşit zorluk ve musibet karşısında sana yıkılmamayı ve dik durmayı öğretir. Hatta hikmetle bakmasını bilirsen, bu durum yeni yeni kapıların açılmasına bile vesile olabilir.

İşte güçlü mümin olmanın Allah Resûlü tarafından çizilmiş yol haritası.

Yaşadığımız acılar ve İslâm milletlerinin bugünkü manzarası, bize yeniden güçlü ümmet olmanın zaruretini en acı bir şekilde göstermiştir. Son sözü İstiklâl Marşı şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’a bırakalım:

Siyâsetin kanı servet, hayâtı satvettir8 

Zebûn-küş9 Avrupa bir hak tanır ki, kuvvettir

Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,

Üzengi öpmeye hasretti Garb’ın elçileri!

O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,

Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?

Dipnotlar: 1) Bk. Ankebût Sûresi, 2-3. 2) Bkz. Enfâl Sûresi, 2.  3) Bkz. Fetih Sûresi, 4. 4) Bkz. Müslim, Zikr 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 17 5) İbn Hanbel, Müsned, IV, 197. 6) Bkz. Buhâri, İlim, 15; Zekat, 5. 7) Mustafa Armağan, Osmanlı’nın Mahrem Tarihi, s. 69-70. 8) Satvet: sindirici güç. 9) Zavallı ve kimsesizi ezen zâlim.

Kaynak: Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, Sayı: 385

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.