Gönlümüzü Esaretten Kurtaran 3 Adım

Gönlün en büyük bahtiyarlığı; fânî câzibelerin esaretinden kurtularak Cenâb-ı Hakkʼın dostluğuna liyâkat kazanabilmesidir. Karşılaştığı ilâhî imtihanlarda; sabır, sebat, hamd, şükür, rızâ ve teslîmiyetle olgunlaşa olgunlaşa, ilâhî muhabbete lâyık hâle gelebilmesidir.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Aşırı arzularla (nefsânî ihtiraslarla) gönül âlemini mahvedeni, lânet kefenine sarıp nedâmet toprağına gömerler. (Süflî) arzulardan vazgeçmek sûretiyle nefsâniyetini bertaraf edeni ise, rahmet kefenine sarıp selâmet zeminine defnederler.”[1]

Bu dünyada Hakkʼa vuslatın yolu, “ölmeden evvel ölmek” sırrına nâil olmaktan geçer. Bunun için de nefsânî arzuları bertaraf edip Cenâb-ı Hakkʼa tam bir teslîmiyetle râm olmak gerekir. Yani ilâhî emir ve nehiylere, en ufak bir iç sıkıntısı veya üşengeçlik duymadan, cân u gönülden boyun eğmek ve aşkla, şevkle kullukta bulunmak îcâb eder.

Cenâb-ı Hak biz kullarını, Yüce Zâtʼına kulluk etmemiz için halketti. Gönülleri, nazargâh-ı ilâhîsi kıldı. Kalpleri, îman nûrunun yerleşip karar kıldığı yüce bir mekân eyledi. Yine kalbi -meşrû da olsa- fânî muhabbetlerin harmanı olsun diye yaratmadı. Hele de nefsânî ihtirasların ve süflî câzibelerin bir mezbeleliği olsun diye aslâ yaratmadı.

Bilâkis gönül tahtını, yalnızca Zât-ı İlâhîʼsine tahsis etmemiz için yarattı. Gönülleri, cemâlî esmâsının tecellî edeceği, mücellâ, pâk ve berrak bir ayna olması için halketti. Böylece kullarıyla “dost” olmayı murâd eyledi.

Bu dünyada Allah ile dost olan îmanlı gönülleri ise, son nefeste, kabirde, mahşerde, hesapta ve Sıratʼta da sahipsiz ve hâmîsiz bırakmayacağını müjdeledi.

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“Bilesiniz ki, Allâhʼın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, îman edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da âhirette de onlara müjde vardır. Allâh’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.” (Yûnus, 62-64)

Gönlün en büyük bahtiyarlığı; fânî câzibelerin esaretinden kurtularak Cenâb-ı Hakkʼın dostluğuna liyâkat kazanabilmesidir. Karşılaştığı ilâhî imtihanlarda; sabır, sebat, hamd, şükür, rızâ ve teslîmiyetle olgunlaşa olgunlaşa, ilâhî muhabbete lâyık hâle gelebilmesidir.

ESARETTEN KURTARAN 3 ADIM

Bunun içinse, meşrû olmayan fânî muhabbetler, arzular ve câzibeler hususunda nefse mukâvemet etmek ve onu susturabilmek, birinci adımdır.

İkinci adımda ise, zevc-zevce, evlât, mal-mülk, makam-mevkî gibi meşrû muhabbetlere de haddinden fazla bağlanmayıp o safhada takılı kalmamak gerekir. Bunların birer imtihan vesîlesi olduğunu düşünüp onlara lâyık oldukları ölçüde kıymet ve ehemmiyet vermek îcâb eder.

Üçüncü basamakta ise fânî muhabbetleri, “el-Vedûd” yani bütün muhabbetlerin kaynağı olan Cenâb-ı Hakkʼın muhabbetine gönlü hazırlayan bir merhale olarak telâkkî etmek gerekir. Tıpkı Leylâʼdan Mevlâ aşkına yükselen Mecnun gibi…

Unutmayalım ki hayattaki bütün fânî muhabbetler birer “Leylâ” hükmündedir. Kiminde Leylâ, karşı cinstir. Kiminde para-puldur. Kiminde makam-mevkîdir. Kimindeyse şan-şöhrettir.

Eğer Mecnun, Leylâʼya takılıp kalsaydı; insanlık tarihinde gelip geçen sayısız Mecnunʼdan biri olur, cismi gibi ismiyle de ölür gider, bir daha hatırlanmazdı. Fakat fânî muhabbetleri gönlüne bir basamak edinip mecâzî aşktan hakîkî aşka, yani muhabbetullâhʼa ulaşması neticesinde, bütün fânî muhabbetler Mecnunʼun gözünden düştü. Böylece o, kıyamete kadar gelecek olan ârif ve âşık müʼminlerin gönül ufkunda yıldızlaşacak kadar, müstesnâ bir şahsiyet hâline geldi.

[1] Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Bâyezîd-i Bistâmî, sf. 187.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.