Gönlümüz Hangi İzi Takipte!

Altınoluk Dergisi yazarı Ahmet Taşgetiren Peygamber Efendimiz'le (S.A.V.) kurmamız gereken gönül bağını anlatıyor.

O. Rasulullah. Allah’ın elçisi. Peygamber. Kutlu mesajın taşıyıcısı. Efendimiz...

Hayatımızın ufuk çizgisi. Hep kendisine koştuğumuz. Yaklaştıkça önümüze yeni insanlık ufukları koyan. Ömür boyu O (s.a.v.) olmak için koşacağımız.

Önderimiz. Rehberimiz. Yol klavuzumuz. Gönül ışığımız. Çerağımız. Siracı münirimiz. Allah’a çağıranımız. Arındıranımız. Hikmetle buluşturanımız.

Hazreti Muhammed. Sallahü aleyhi ve sellem.

ONDAKİ GÜZELLİKLERİ KENDİMİZE TAŞIYALIM

Gönül bağımız kopmasın!

Gönül bağı. Sufilerin “Rabıta” dediği şey.

İçinde yaşadığımız bütün şartları aşıp, gözümüzü, elimizi, ayağımızı, dimağımızı ve gönlümüzü dünyevi alakalardan koparıp, aynı iklimi teneffüs etmeye yöneldiğimiz bir ruhi kıvam hali.

Bir hal transferi iklimi. Bir gönül sofrası. Bir hasret şöleni. Bir vuslat şöleni. Arayı arayı izini bulma, izinin tozuna yüzünü sürme gayreti.

Gönül bağı. Kendine güzellikleri taşıma atmosferi.

Özleme, arama, onu boy aynası olarak gördüğünde, ya da yanyana durduğunda kendindeki eksikliği fark etme, hal transferine müsait bir ruh kıvamına yönelme ve bebeğin anneden süt emmesi gibi arı - duru şahsiyet ölçüleri taşıma.

Rasulullah (s.a.v.) ile gönül bağımızdan bahsediyoruz.

“Gönül bağımız kopmasın” diyebilmemiz için önce bir bağımızın olması lâzım.

O’nun bizim için özel bir anlamının bulunması lâzım.

Elini tutuyor olmamız lâzım. Bağımızın farkında olmamız lâzım. Elimizin O’nun elinin içinde olması lâzım.

“Rasulullah bizim neyimiz olur?” sorusunun tereddütsüz cevabı “Hayat rehberimiz” olması lâzım.

Sonra bağımızın gönül bağı olması lâzım. Mekanik bir bağ değil yani.

İçimizde hissettiğimiz, kılcal damarlarımıza kalbimizden kan pompalanır gibi, hayatımızın en kuytu alanlarına ulaşan bir hayat iksiri gibi... Candan aziz tutulacak bir varlık halinde.

Sonra, kopma kaygısı taşımamız lâzım.

Dünyaya bakmamız, kendimize bakmamız, bir vahşi cangılın içinden geçiyor gibi, ins ve cin şeytanlarının oluşturduğu günah badirelerini aşarak, gözlerimizdeki – gönüllerimizdeki perdeyi kaldırarak, kulaklarımızı O’ndan gelen sesleri duyacak ölçüde kirlerden ardındırarak, ellerimizin kirlenmemesine, O’nun elini tutacak nezahette olmasına itina ederek, ayaklarımızın O’na varmasına mani olan prangaları sökerek, tuzakların farkına vararak, yere kapaklanmamak için her türlü hassasiyeti kuşanarak...

GÖNÜL EĞİTİMİ MESELESİ

“Ya düşersem” diye bir yürek çarpıntısı ile, “Ya yolda kalırsam” diye titreyerek, “Ya yeryüzünü kaplayan bu Şeytan cangılında her parçam bir yere savrulursa” diye içimizi kavuran bir kaygı ile, O’ndan kopuşu, hayat damarlarımızın kesilmesi ile eş tutarak...

Daha sıkı sarılmamız lâzım ellerine. Yüreklerimizi daha derin bağlarla merbut hale getirmemiz lâzım.

Asla kopmamalıyız, kopmamalıyız, kopmamalıyız.

Gönül bağımızı zayıflatmamalıyız. Ve kopma riskine sürüklememeliyiz.

Gönül bağını diri tutabilmek ise, bir gönül eğitimi meselesidir.

Onu başarmamız lâzım öncelikle.

Öyle bir gönül mektebinin içinde olmamız lâzım.

Sufiler, “Rabıta” eğitimi ile, insanı hep bir iyiler, salihler, sadıklar, Allah dostları, Peygamber yaranı ile içiçe, yanyana, aynı halkada, aynı iklimde, aynı kalb sofrasında, aynı aynileşme potasında, aynı hal transferi ameliyesi içinde bulundurmaya gayret ediyorlar.

Bu eğitim süreci içinde kalbler sanki Rasulullah sallalahü aleyhi ve sellemin muazzez kalbine raptoluyor, oradan süt emiyor, oradan asırları, nesilleri aşan tam bir kalb yolculuğu ile bizim kalblerimizi besleyen bir ana kaynak haline geliyor.

İZİ KAYBETME!

Böyle bir insan, kalbinin farkında olan insandır, kalbini yoğurma azmi taşıyan insandır, kalbin “Allah zikri”nin hakim olduğu bir iklimde en sıhhatli şekilde yoğrulabileceği bilgisine sahip olan insandır.

Böyle bir insan, Allah Teala’nın insanın, hatta tüm alemlerin önüne üsve-i hasene, en güzel örnek, rahmet önderi olarak koyduğu Hazreti Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemi gözünden asla ırak tutmayacağı bir çerağ olarak görür ve gözünü, gönlünü O’ndan ayırmamaya gayret eder. İzi kaybetmemeye, şaşırmamaya, başka izlere yönelmekten kaçınmaya itina eder.

Fuzuli Su Kasidesi’nde ne der?

“Hâk-i payine yetem der ömrlerdir muttasil

Başını taştan taşa urup gezer avare su”

Su, O’nun ayağının tozuna erişebilmek için ömürler boyunca başını taştan taşa vurup gezmektedir.

O su gibi olmak.

Ya da Hazreti Mevlana gibi;

“Canını hak-i reh-i Muhammed-i muhtar olma”ya adamak...

Bütün bunlardan sonra sıra, gönül bağımıza bakmaya geldi. İrtibatlar sağlam mı Rasulullah ile? Bütün farklı irtibatlarımız, O’na olan bağlılığımız ile ahenk arzediyor mu?

İLK İSLAM NESLİYLE AYNİYETLERİMİZ NE KADAR FARKLARIMIZ NE KADAR?

Ne dersiniz, O’nun yetiştirdiği ve O’nun muazzez şahsiyetinden en çok güzellik taşıyan ilk İslam nesli ile, mesela Hazreti Ebubekir ile yanyana durduğumuzda ayniyetlerimiz ne kadar, farklarımız ne kadar? Ne dersiniz, ne kadar var bizde Rasulullah’ın izdüşümü?

“...Sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi.” (Enfal, 33)

İçimizde Allah Rasulü’ne bağlılığı hep diri tutmak, farkları en aza, en aza indirme gayreti içinde olmak ve Rabbin azabından kurtulup, rahmetine sığınmak...

Dünya imtihanını başarmak.

Rabbimiz başarmayı nasib etsin. Amin.

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Nisan 2015, 350. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.