Gök Kapıları Ne Zaman Açılır?

Semanın kapıları ne zaman açılır? Gök kapılarının ne zaman ve hangi hallerde açılacağına dair haberler.

Gök hayır ve şerrin mekânıdır. Vahiy oradan gelmiş, azap oradan inmiştir; bu mânâda bir tefekkür vesilesidir.

Yağmur yağıyor. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- ridasını sıyırıyorlar ve damlaların mübarek omuzlarına temasına müsaade ediyorlar. “Neden” diye sorulduğunda verdikleri cevap derin ve sarsıcıdır: “Onların ahdi benimkinden tazedir.” (Müslim, İstiskâ 13)

Rabbimize karşı bir ahdimiz var. Yağmur tanelerinin de bir ahdi var. Henüz kopup geldikleri için o tanelerin ahdi bizimkinden yenidir. Yenilik tazeliktir. Anlaşılan o ki taze kalmak için taze ile buluşmak gerekir. Bir tazelenme derdi olmayanın buluşma derdi de olmaz. Hep taze kalmak, hiç pörsümemek derdini çekenler aslında heyecanı ve diriliği muhafaza etmek isteyenlerdir.

Tazeliğin ve bereketin kaynağı göklerdir. Orası bir cümbüş meydanıdır ki görene, bilene ve tadana manevi sofralar kurulur. Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle bu sofralarda bedensiz canlar yiyip içerler. Taze kalmak, dinçliğin, gençliğin ve erliğin kemaline ermek isteyenler gök sofralarında buluşurlar. Göklerle irtibat gönlün pörsümemesinin yegâne çaresidir. Gökler önemlidir, çünkü “orada size vaat edilen şeyler ve rızkınız vardır.” (Zariyat, 22) Vaat edilen, müjdeleneni de tehdit edileni de içerir. Rızık ise hem maddi hem de manevidir.

HAYIR VE ŞERRİN MEKANI

Gök hayır ve şerrin mekânıdır. Vahiy oradan gelmiş, azap oradan inmiştir; bu mânâda bir tefekkür vesilesidir. Rabbimiz onu üzerimize sağlam bir kubbe yapmıştır. Bu kubbe burçlarla doludur, üzerine yemin edilmiştir, sadece adaletle ayakta durur. Bir ahenkle yükseltilmiş ve dengeli kılınmıştır. Secde eden yıldızları, Rabbini hamd ile tesbih eden şimşekleri vardır. Yıldızları güvencesidir; onlar gitti mi kendisi de gidecektir. Birbirleriyle haberleşen ehli ve sakinleri ile tıka basa doludur. Öyle ki orada dört parmaklık bile boş yer yoktur. Alnını secde için koymuş melekler her tarafını kaplamıştır. Onlar burada Rablerini zikrederler. Müminler için de “Rabbimiz senin ilim ve rahmetin her şeyi kuşatmıştır, tövbe edip senin yolunda gidenlere mağfiret et, bağışla, onları cehennem azâbından koru” (Mümin, 7) diye af ve bağış dilerler.

Gökler bir tefekkür, bereket ve tazelenme kaynağı olarak Allah Rasûlü’nün -sallallahu aleyhi ve sellem- hayatında dikkat çekici bir yere sahiptir. Bir hayat tarzı olarak sünnet göklerle irtibatın en ibretli derslerini muhtevidir. O en güzel insan sık sık göğü temaşa eder, bu muhteşem yapının yaratılışı, deveranı ve içindekileri tefekkür ederlerdi. Gök karardığı ya da bulutlandığında gözlerini endişe ile yukarıya çevirirler, oradan gelebilecek bir azabın endişesi ile Allah’a sığınırlardı. Gök gürlediğinde “Allah’ım bizi gazabınla öldürme, azabınla da helâk etme, bundan önce bize afiyet ver” diye dua ederlerdi.

Gökler Kur’an’ımızda önemli bir delil ve ibret manzarası olarak takdim edilir. Göklere ait pek çok vasfın yanında dört ayrı yerde gök kapılarından bahsedilir. Bu ayetler içinde bir tanesi gök kapılarının kendilerine asla açılmayacağı kişileri söz konusu eder:Ayetlerimizi yalan sayanlara ve onları kabule tenezzül etmeyenlere gök kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, onlar da cennete giremeyeceklerdir. İşte biz, suçlu kâfirleri böyle cezalandırırız.” (A’raf, 40)

Müfessirler gök kapılarının açılmamasını, bu insanların hiçbir amel ve duasının kabul edilmemesi kadar onlara göklerden hiçbir hayır ve bereketin inmemesi olarak da yorumlamışlardır. Gök kapıları bu mânâda çift taraflı işlemektedir; hayır ve bereket kendilerinden inmekte, kulların dua ve taat kabulleri de yine buralardan yapılmaktadır.

Ayetin bize söylediği bir diğer hakikat kendilerine gök kapıları açılanların varlığıdır. Bu bahtiyarlar, Kur’an’ın hükümlerine göre yaşayan ve her ne indirilmişse “amenna ve saddakna” diye baş ve gönül üstü edenlerdir. Onlardan olmanın yolu göklerden indirilmiş en büyük rahmet olan Kur’an ile buluşmaktan geçer. Tevazu ve tefekkürle Kur’an’a yapışana gök kapıları doğrudan açılır. İlahi feyiz ve bereket o kişinin kalbini sarıp sarmalar ve onu başka hiçbir şeye muhtaç olmayacak bir seviyeye terfi ettirir. Şu hadise bunu ne güzel ifade eder:

Hz. Ömer radıyallahu anh’ın kapısına gidip gelen bir garip vardı. Bu şahıs bir keresinde nereden geldiğini bilmediği bir sesin kendisine şöyle hitap ettiğini işitti: “Ne diye Ömer’e geliyorsun? Allah’a güvenmiyor musun? Git, Kur’an öğrenmeye bak. O seni muhtaç olmaktan kurtarır.” O garip o günden sonra Hz. Ömer’in kapısına gitmez oldu. Kur’an okumaya, onun yüce emirlerini tatbik etmeye başladı. Kısa bir müddet sonra maddi ve manevi rahatlığa erdi. Bu arada Hz. Ömer adamı merak etmişti. Onu arayıp buldu ve neden eskisi gibi gelmediğini sordu.

Adam dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri, ben Rabbimin kitabını okudum, orada bir şey buldum ve o beni başkasına muhtaç olmaktan kurtardı.” Hz. Ömer adama Kur’an’da ne bulduğunu sordu. Adam şu ayeti okudu: “Rızkınız ve size vaat olunan şeyler göklerdedir.” Sonra şunu ilave etti: “Bu ayeti görünce kendi kendime dedim ki; benim rızkım göklerdeymiş ancak ben onu yerlerde aramışım. Ve yine benim istediklerim Allah’ın katındaymış, ben onu başkalarının kapısında talep etmişim.” Kendisini gayet hislendiren bu sözler üzerine Hz. Ömer adamı takdir etti ve bundan sonra onunla görüşmeye bizzat kendisi gider oldu.

Kur’an’ımızın bahsettiği gök kapılarını Habibimiz Efendimiz de farklı vesilelerle zikretmişlerdir. O’nun, öğle namazının farzından önceki dört rekât namazı hiç ihmal etmediklerini, çünkü bu vakti, gök kapılarının açıldığı bir zaman olarak nitelediğini biliyoruz. Böyle bir zamanda Allah’ın huzuruna iyi amellerinin çıkmasını istedikleri için bu ilk sünneti muhakkak eda etme gayretinde olmuşlardı. “Her mümin için gökte iki kapı vardır” buyurarak, bu kapıların birinden rızık indiğini, diğerinden de güzel amelin çıkıp yükseldiğini ve mümin vefat ettiğinde bu kapıların yas tuttuğunu yine Peygamber Efendimiz haber vermişlerdir.

GÖK KAPILARI BEŞ ŞEKİLDE AÇILIR

Gök kapılarının başka hangi vesilelerle açılacağını da yine O’nun bir hadislerinden öğreniyoruz. İbni Ömer’in rivayet ettiği ve Cami’üs-Sağir‘de geçen bu hadis bize bunun beş şekilde olabileceğini söylüyor:

  • Gök kapıları Kur’an okunduğunda açılır. Kur’an bizatihi rahmettir. Göklerden gelen rızkın yerdeki kaynağıdır. Kur’an bir gök sofrasıdır; önüne oturanı doğrudan göklerle buluşturur ve oradan beslemeye başlar.
  • Mücahitler düşman ordusu ile karşılaştığında da gök kapıları açılır. Düşmana karşı çıkan, Allah ve Rasûlü’nün vaat ettiğini kıyamıyla yaşayandır. O, ahirette ayan beyan ortaya çıkacak hakikatlerin dünyada şahitliğini yapmaktadır. Bu şahitlik, belki şehitlik ile taçlanacak bir aşkınlık ve fedakârlık anlamına gelir. Rahmeti celbedecek ve edilen duaları geri çevirmeyecek bu duruş gök kapılarının açılmasına vesiledir.
  • Gök kapıları yağmur yağdığında da açılır. Yağmur; rahmet, bereket ve tazeliğin simgesidir. Ayetin ifadesiyle “tertemiz” bu suyun her damlasını bir rivayete göre iki melek taşır. Yağmur gök ile yer arasındaki irtibatın sırlı şifresidir. Sabit bir vakti yoktur; o yüzden dua, yakarış ve ellerin göğe açılması ile neticelenecek yöneliş ile yağmur arasında nazlı bir münasebet vardır. Biri diğerini çağırır, diğeri onu geri çevirmez.
  • Mazlum dua ettiğinde de gök kapıları açılır. O an arşın titrediği bir andır. Rasûlullah Efendimiz Hz. Enes’i Yemen’e gönderdiklerinde Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir” uyarısını yapmışlardı. Mazlumun âhı ile Allah’ın hükmü arasında bütün engeller kaldırılmıştır. Bu mazlum facir ve fâsık olsa da böyledir.
  • Ezan okunduğunda da gök kapıları açılır. O Hak sedasının göklere doğru dalga dalga yükselmesi ile her yerde bir hareket başlar. Ezan, Müslümanlığın nişanesi ve Müslümanların varlığının göstergesidir. İslam serapa rahmettir; bu rahmet, ezan ile âleme saçılır. Rasûlullah Efendimiz sadece ezan okunurken değil ezan ile kâmet arasında ve yine kâmet getirilirken de gök kapılarının açılacağını ve o anda yapılan duaların kabul edileceğini haber vermişlerdir.

Gök kapılarının ne zaman ve hangi hallerde açılacağına dair haberler aslında bize açık bir hakikati anlatmaktadır: Kul ne zaman “Rabbim” diye gönlü ile Hâlıkına yönelse o anda gökler hareketlenmekte ve kapılar ardına kadar açılmaktadır. “Aç kapılarını Ya Rabbi, aç kapılarını” diye dua eden birisine Rabia’tül Adeviyye’nin “Behey şaşkın, o kapılar ne zaman kapandı ki?” deyişi bu anlamda ibrettir; göklerin kapısı tefekkür ve tevazu ile yönelenlere zaten hep açıktır ve güneş batıdan doğuncaya kadar da açık kalacaktır.

Rabbimiz bizi sonsuz selamet yurduna davet ediyor. Oraya liyakat gök sofralarından gıdalanmaya bağlıdır. Rızkımız göklerdedir. Gök kapılarının açıldığı zamanlar mânevî sofraların kurulduğu ve rızıkların saçıldığı kutlu demlerdir. O sofralara Kur’an ayetlerini tefekkür eden, göğe ve dengesine bakıp “Bunları boşuna yaratmadın Ya Rabbi” diyerek tevazu ile gönlünü mamur edenler otururlar. Sadece yerden beslenen yere ait olur. Er olanlar gökten de beslenmesini bilenlerdir.

Kaynak: M. Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi, Sayı: 399

Not: Diğer sayılar ve yazılar altinoluk.com.tr’da...

İslam ve İhsan

MANEVİ KAPILARI AÇAN NİMET

Manevi Kapıları Açan Nimet

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.