Gençliğin Önemi

Gençliğin önemi nedir? İslam’ın gençliğe verdiği önem nedir? Kerim Buladı, Altınoluk dergisinin 393. sayısında gençliğin önemi ve kimlik sorununu işledi.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilan edilen takvime göre Peygamber Efendimiz’in dünyaya teşrifleri, bu yıl Kasım ayında “Mevlid-i Nebi Haftası” olarak kutlanacaktır. Hafta dolayısıyla gerçekleşecek olan etkinliklerin ana teması, “Peygamberimiz ve Gençlik” olarak seçilmiştir. Biz de bu makalemizde gençliğin önemi ve kimlik sorunu üzerinde durmaya çalışacağız.

GENÇLİĞİN ÖNEMİ VE KİMLİK SORUNU

  1. Gençlik Dönemi

Psiko-sosyal açıdan gençlik ergenlikle başlayan ve 22-25 yaşlarına kadar devam eden bir süreç olarak tarif edilmektedir.

Peyami Safa (ö. 1961), gençlikle ilgili gerçekten orijinal bir profil çizer: “Gençliğin tabiat lügatindeki manası, tazeliktir. Boyda bir taze fidan serpilişi; tende bir taze yaprak parıldayışı; saçlarda bir taze çayır fışkırışı; gözlerde bir taze pınar kaynayışı; dudaklarda bir taze yemiş kırmızılığı ve yürüyüşte bir taze küheylan çevikliği. Gençliğin cemiyet lügatindeki manası, tazelikten çok üstün bir şeydir. Ruhta milli cevherle temastan doğma bir köpürüş; zekâda cemiyetin önümüze dizdiği meseleleri anlamak ihtiyacından doğma bir tecessüs pırıltısı; kalpte insanı insana bağlayan tellerin en tiz perdeden girilecek ses verişi; iradede hayvanca yaşamaktan daha manalı hedeflere atılmak için yayından fırlama hazırlığı. Geri adam ve geri millet, gençliğin yalnız tabiat lügatindeki manasını anlamakla kalandır; ileri adam ve ileri millet, gençliğin cemiyet lügatindeki manasını da katandır. Böylece genç, taze bir fidan ve çevik bir küheylan olmakla kalmaz; şuurlu, zekalı, kültürlü, gönüllü, iradeli ve iddialı bir insan olur.”1

  1. Gençliğin Önemi

Gençlik, her milletin ve toplumun övünç, kuvvet, ümit ve arzu kaynağıdır. Gençler, her sahada, ülkesinin ve milletinin kalkınmasında ve yükselmesinde lokomotif vazife görür. Genç nesillere değer veren her millet, yükselmiş, onları ihmal edenler ise gelişememiştir. Milletin ayakta kalması, dinin muhafazası, kültürel değerlerin korunması en başta iyi ve sağlam terbiye edilen gençlerin enerjisi ve aksiyonları sayesinde olur.

Gençlik Türkçe’mizde çok güzel bir şekilde ifade edildiği gibi “delikanlılık” çağıdır. Kanların kaynadığı, yüreklerin kıpırdadığı, heyecanların doruğa çıktığı dönemdir. Bu dönem, ırmağın çağlayana dönüştüğü, yatağına sığmadığı, deli-dolu bir hayatın yaşandığı bir dönemdir.2

Gençlik, Allah’a şükrü gerektiren ve Allah tarafından insana lütfedilen önemli bir nimettir. Bu nimetin nasıl ve ne uğurda harcandığı konusunda herkesin sorguya çekileceğini Peygamberimiz şu mübarek sözleri ile beyan buyurmuşlardır. “İnsanoğlu, kıyâmet gününde dört şeyden sorulmadıkça ayağını yerinden kımıldatamaz. Birincisi, ömrünü nerede tükettiği, ikincisi, gençliğini hangi yolda harcadığı...”3 İnsanoğlu böylece umumi olarak ömründen, hususi olarak gençliğinden sorguya çekilecektir. Çünkü gençlik, çocukluk ve ihtiyarlık denilen iki zayıflık dönemi arasında, Allah Teâlâ’nın insana ikram ettiği kuvvetlilik ve hareketlilik dönemidir.4

Milletlerin geleceği gençliğe ve gençliğin eğitimine bağlıdır. Gençlerin eğitimine ve öğretimine çağın gelişen şartlarını da göz önünde bulundurarak önem veren milletler, daima yükselmişler ve dünyada söz sahibi olmuşlardır. Bir ülkenin geleceği, gençliğin alacağı kültüre, ahlaka, edep ve terbiyeye bağlıdır. Bir milletin büyüklüğü ve gücü, nüfusunun çokluğu ile değil, akıllı, basîretli, faziletli, bilgili, iffetli, haysiyetli, kendine güvenen, imanlı ve azimli gençlerin sayısı ile doğrudan orantılıdır.

Gençlik ve delikanlılık çağı, deli dolu akan nehirlere benzer. Hareket ve enerjileri doğru bir istikamete kanalize edilmediği takdirde, debisi bol nehirler gibi, önüne gelen her şeyi silip süpürür, toplum ve millet hayatını aşındırır. Gençlik, milletin temeli, ülkenin istikbal ve istiklali, toplumun payandasıdır. Gençler, Allah Teâlâ’nın âileye ve millete en kıymetli lütfu ve ihsanıdır ve ayrıca emanetidir.

Bir milletin en büyük hedefi, millet ve vatanın mefkûresini dava edinecek, milletin ve toplumun menfaatini, şahsî menfaatinin üstünde tutacak nesiller yetiştirmek olmalıdır. Milletinin dini, örfü, âdet, gelenek ve görenekleri ile bütünleşen nesillerin yetiştirilmesi, millet idealinin vazgeçilmez gayesidir. Çünkü milletin ayakta kalmasını sağlayan hayatî kuvvet ve ilkeler onların hayatlarında gömülü ve saklıdır.

Gençlik, insan ömrünün en zinde ve hareketli dönemidir. İnsanın idealleri, çeşitli duyguları, zengin hayalleri, haz verici heyecanları bu çağda şekillenmeye başlar. Hayat boyu insana gerekli olacak faydalı bilgiler, güzel alışkanlıklar, şahsiyetin ve karakterin gelişmesi, feragat, sabır, metanet, irade, azim, mücadele yeteneği bu devirde inşa edilir. İdeallerin oluşması ve insanın hayatına yön verecek adımların atılması bu vakitte gerçekleşir. Sorumluluğun, yükümlülüğün başlangıcı bu noktada start alır.

Hayat mücadelesine hazırlanma, ebedi saadeti kazanma, kulluk şerefinin tadına varma da bu dönemde oluşur. Bu devre, insan ömrünün en önemli safhalarından biridir. Bu sebeple bu safhayı verimli, bereketli, feyizli kılmak için azami gayret gösterilmeli ve bu konuda önemli programlar hazırlanmalı ve projeler üretilmelidir.

  1. Kimlik Sorunu

Gençliği etkileyen önemli konulardan biri de kimlik konusudur. Kim olduğunu bilememe, kim olacağına karar verememe, kime benzeyeceğine ve kimi örnek alacağını tayin edememe, gençliğin en fazla zorlandığı bir meseledir. Doğu kültürünün torunu olarak, Batı çocuğu olma isteğinin arasında kalmış bir gençliğin huzur bulması, kendini tanıması ve geleceğe istikrarlı yürümesi hemen hemen mümkün görülmemektedir.

Kökenleri doğudan, arzuları batıdan; dini, ahlâkı, kültürü, örfü, gelenek ve görenekleri doğudan neşet etmesine rağmen hep Batı’ya yönelişini sürdüren ya da bu istikamette terbiye edilmeye ve yönlendirilmeye gayret edilen bir gençlik. Hem Batı’yı yargılayan hem de Batılı olmak için çırpınan bir gençlik.

Kimlik meselesi, belki de bugünkü gençliğin en büyük problemidir. Bir insan olarak herkesin bir alt kimliği; geldiği bir sülâlesi, bağlı bulunduğu bir ırkı, bir kavmi olduğu gibi, dini, dili ve milleti gibi üst kimliklere de sahiptir. Kur’ân-ı Kerim, alt kimlikleri asla reddetmez. Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah Katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır….”5âyetinde, bütün insanların aynı kökten geldiği belirtilmekte ve bu ana gövdeden çeşitli kabilelerin, boyların ve oymakların türetildiği açıklanmaktadır. İnsanların dünyaya gönderilmesinin, evrenin onların yaşamasına ve hayat sürmesine elverişli kılınmasının sebebi, birbirleriyle anlaşmaları, tanışmaları, ünsiyet kurmaları içindir. Herkes, bu ölçüler dâhilinde alt kimliğini muhafaza edebilir, geliştirebilir ve bununla kıvanç duyabilir. Bunların bir üstünde millet kimliği vardır. Bu kimlik de, diğer kimlikleri kucaklayan ve onların bir arada barış ve huzur içerisinde korunmasını temin eden önemli bir üst kimliktir. Bütün bunların üstünde ise din ve kardeşlik kimliği vardır.

Din kimliği ve kardeşliği, bütünleştirici, birleştirici ve kucaklayıcı bir kimliktir. Bu kimlik,Mü’minler ancak kardeştirler…”6  ilkesi ile geniş bir kapsama alanına sahiptir. Bu kimliğin dairesi geniştir. Bu kimliğin en temel prensibi, “tevhit”tir. Bu kimliğin birinci ve sarsılmaz öğretisi Allah’ın varlığına, birliğine imandır. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (s.a.v)’in risâletine, bütün peygamberlere, bütün kitaplara ve âhiret gününe inanan herkes, sahip oldukları alt kimliklerini, bu kimliğin içerisinde geliştirerek kardeşliğe ulaşır. Bu kardeşlik ebedi kardeşliktir. Hem bu dünyada hem de âhirette saadete ermenin yolu bu kardeşliğe bağlılıkla mümkündür. Bu Kimliğin tevhitten sonraki diğer önemli manifestoları, Kur’ân’a iman, kıbleye yönelme, Hz. Peygamber (s.a.v)’e ümmet olma gibi vazgeçilmez düsturlardır. Gençliğin huzuru, istikrarı, güveni, mutluluğu, birliği ve bütünlüğü de bu kimlikle mümkündür. Bu kimlikte kendini bulanların ve tanıyanların, asla şaşırmayacağını, birbirini incitmeyeceğini, vatan ve millet için bir tehdit oluşturmayacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. Yazımızı bir ilim ve fikir adamımızın değerlendirmesiyle tamamlamak istiyoruz

Kimlik bunalımı, farklı kültür çatışmaları sonucunda ortaya çıkan “kaotik ve çarpık” şahsiyetlerin sergiledikleri, hazin bir problemler yumağıdır. Kimlik problemi, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de giderek şiddetlenmektedir. Kitle haberleşme ve iletişim vasıtalarının hızlı gelişimi, milletler arası temasların artması, sanayileşmeye paralel olarak şehirleşmenin hızlanması, çalışan ana-babaların aile ve çocukları ile daha az ilgilenir duruma düşmesi, okullarda öğrenci ve öğretmen diyaloglarının zayıflaması; gizli güçlerin, hain çevrelerin ve art niyetli kimselerin gençlerin arasına sızması, başıboş ve müstehcen yayınların artan tahribatı, alkol ve uyuşturucunun yaygınlaşması, ister istemez ortaya bir kimlik bunalımı çıkarmakta ve daha ziyade genç nesillerin uyumunu zorlaştırmaktadır.7

Dipnotlar: 1) Peyami Safa, Seçmeler (Yeni Mecmua, 19 Mayıs, 1939), Hazırlayanlar, Faruk Timurtaş-Ergün Göze, İstanbul, 1970 (1000 Temel Eser) s. 31. 2) Mustafa Öcal, Gençliğimiz ve Geleceğimiz, Gençlik Dönemi ve Eğitimi, İstanbul, 2000 içinde (Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, 29), s. 13 3) Tirmizî, Sünen, Kıyâmet, 1 4) Bkz. Rûm, 30/53 5) Hucurât, 49/13. 6) Hucurât, 49/10. 7) Ahmet Arvasi, Kültür Emperyalizmi ve kimlik Bunalımı, Yeşilay Dergisi, Uyuşturucu Kültürü, İstanbul, 1992, içinde, s. 60.

Kaynak: Kerim Buladı, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393

İslam ve İhsan

GENÇLİĞİN KIYMETİ NASIL BİLİNİR?

Gençliğin Kıymeti Nasıl Bilinir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.