Gençler Yaz Aylarını Nasıl Değerlendirmeli?

Bugünkü eğitim sisteminde verilen dersler, mânevî dünyadan ziyâde, dünyevî istikbâle dâir fayda temin etmeyi hedeflemektedir. Fakat bir gencin yaz aylarında ihtimam göstermesi gereken asıl husus; sene boyunca öğrendiği bilgileri, asıl maksadına yönlendirebilmektir. Yani sebepten Müsebbib’e, sanattan Sanatkâr’a, eserden Müessir’e intikâl ederek dünyevî ilimleri, ilimlerin asıl kaynağı olan Cenâb-ı Hakk’ı tanıyabilmeye, yani mârifetullâh’a bir basamak hâline getirmeye çalışmaktır. Zira bu fânî dünyada bir imtihan mevsimi içinde olduğumuzu ve esas hayatın âhiret hayatı olduğunu unutmamamız îcâb eder.

Cenâb-ı Hak bizi öyle bir imtihan dünyasında halk etti ki, zerreden küreye her şey, Allah Teâlâ’nın azametini ve sonsuz kudretini göstermekte.

İnsana bakıyoruz; bir damla sudan meydana gelmiş olan muazzam bir sistem.

Güneşʼe bakıyoruz; müthiş ve hassas bir denge. Nitekim Güneş, Dünyaʼmıza daha yakın olsaydı, sıcaktan bütün her şey kavrulurdu. Daha uzak olsa, bu sefer de her şey donardı.

Toprağa bakıyoruz; ne dehşetli bir tebeddülât, yani değişim. Bir toprak terkibinden bütün mahlûkâtı doyuracak sofralar kuruluyor. Küçücük bir tohum, toprağın bağrıyla buluşunca koca bir ağaca dönüşüyor.

Gökyüzüne bakıyoruz; tonlarca suyun arıtıldığı muazzam bir filtre… Sanki koca bir Akdeniz, havada temizlenip insana takdim ediliyor.

İSLÂM SON DERECE HASSAS ÖLÇÜLER MANZÛMESİDİR

Gençler, şunu aslâ unutmayın ki İslâm, sadece îman ve ibadetlerden ibaret bir hayat değildir. O, îman ve ibadetlere ilâveten, muâmelât, ahlâk ve bilhassa hak ve hukuka riâyet gibi, hayatın her alanını inceden inceye tanzim eden, son derece hassas ölçüler manzûmesidir.

Bir müslümanın taşıması gereken vasıfların zikredildiği pek çok âyet-i kerîmeden birinde şöyle buyrulmaktadır:

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allâh’a îmân edersiniz…” (Âl-i İmrân, 110)

GENÇLER, YAZ AYLARINDA, İSLÂMÎ KÜLTÜRLERİNİ ARTTIRILMALI

Bu sebeple gençlerin, yaz aylarında bir taraftan İslâmî kültürlerini artırmaları, diğer taraftan da gönül âlemlerinin inkişâfını temin etmeleri zarurîdir. Zira Cenâb-ı Hak ehemmiyetine binâen Kur’ân-ı Kerîm’de farklı kalıplarla 258 yerde “takvâ” kelimesini zikretmektedir. Bir âyet-i kerîmede de şöyle buyurmaktadır:

“…Allah katında en keremliniz (en değerli olanınız), en çok takvâ sahibi olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

Milletler, tarih sahnesinde hayâtiyetlerini ancak kendi bünyelerine has “kültür” değerleriyle devam ettirebilirler. Rûhunuzu İslâm kültürü ile dinlendirin.

İSLÂM'I BÜTÜN GÖNÜLLERE ANLATABİLMEYE GAYRET EDİN

Diğer taraftan da; “Müslüman devrin akışından mes’ûldür.” hakîkati çerçevesinde, yakın çevrenizden başlayarak İslâm’ın güzellik ve ihtişamını bütün gönüllere anlatabilmeye gayret edin.

Zira bugün artık dünya küçüldü. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna kısa bir zaman içinde gitmek mümkün artık. Önümüzde Afrika, Orta Asya var. Mazlum memleketler var. Türkiye’mizde mazlum Sûriyeliler var. Onlara karşı mesʼûliyetlerimizin idrâki içinde olmamız lâzım. Zira Cenâb-ı Hak, mü’min olmak bakımından hepimize büyük mes’ûliyetler yüklemiştir.

DÜNYA BİZDEN HİZMET BEKLİYOR

Dünya bizden hizmet bekliyor. Sadece Hakk’ın rızâsının arandığı, şefkat ve merhamet gösterirken hiçbir gönlün birbirinden farklı tutulmadığı, gönüllerin bir dergâh hâline getirildiği, yani bir Güneş gibi her karanlığı aydınlatan, her üşüyeni ısıtan bir hizmet… Yaralı gönüllerin sarılmasını, akan gözyaşlarının silinmesini gâye edinen bir hizmet… Mazluma kucak açan, muhtâcı incitmeyen bir hizmet… Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevmenin, bütün mahlûkâta şâmil merhametin muktezâsı bir hizmet… Velhâsıl mahlûkâta hizmeti, Hakk’a yakınlığın bir basamağı telâkkî eden bir hizmet…

Nitekim sahâbe-i kirâm, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den aldığı hidâyet nûrunu gönüllere ulaştırabilmek gâyesiyle tâ Çin’e gitti, Semerkant’a gitti. Kayrevan’a gitti. Hazret-i Ömer zamanında Dağıstan’a gidildi. Hazret-i Osman zamanında Kazan’a gidildi.

ORHÂN GÂZİ'NİN MURAD HÂN'A NASİHATİ

Ecdâdımız da îlâ-yı kelimetullah uğrunda İslâm dâvâsını kıtalara taşımanın aşk ve heyecanı içinde hiç durmadan gayret ettiler. Orhan Gâzi’nin, oğlu Murad Hân’a verdiği şu tâlimat, ecdâdımızın sahip olduğu îman ufkunu göstermeye kâfîdir:

“Osmanlı’ya iki kıt’a üzerinde hükmetmek yetmez! Zira îlâ-yı kelimetullâh (Allâh’ın dînini yüceltmek) azmi, iki kıt’aya sığmayacak kadar büyük bir dâvâdır! Selçukluların vârisi biz olduğumuz gibi, Roma’nın (Avrupa’nın) da vârisi biziz!..”

Bir taraftan fütuhat devam ederken, diğer taraftan da ictimâî huzuru temin eden 26.600 küsur vakıf kurdular. Bu vakıflarla gerçek fethin gönüllerin fethi olduğunu sergilediler. Yine bu vakıflar, toplumu bir ağ gibi ördü. Bütün garip ve kimsesizlerin, hattâ yaralı hayvanların dahî imdadına koştular. Bizler de o şanlı ecdâdın, bugün devam eden torunlarıyız. Onlara ne kadar lâyık olabiliyoruz?..

ALLAH'I VE RESÛLÜNÜ KENDİMİZDEN NASIL RÂZI EDERİZ?

Bu düşüncelerle bilhassa bu yaz aylarında kendimizi test etmemiz lâzım:

“Bizler, Allah ve Rasûlü uğrunda, bu günlerde neler yapabiliriz? Hangi gayretleri sarf ederek Allah ve Rasûlü’nü kendimizden râzı edebiliriz?”

Herkesin imkân ve istîdatları farklı. Herkes kendi istîdâdını ve yapabileceklerini daha iyi bilir. Zekâtın bir nisâbı/ölçüsü var; kırkta bir. Ama Allâh’ın bize lûtfettiği imkân ve istîdatların şükür borcu ne kadar, bilmiyoruz. Onun için, elimizden gelen bütün gayreti sergilemek durumundayız.

Zira Cenâb-ı Hak:

“Nihâyet o gün dünyada faydalandığınız nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz!” (et-Tekâsür, 8) buyuruyor.

Unutmayın ki gençlik, bir bahar mevsimidir. Bir insan, hayatı boyunca pek çok kez mevsimlerin geçişlerine şâhitlik eder. Lâkin ömrün bahar mevsimi olan gençlik bir defaya mahsustur. Geçince de bir daha tekrarı yoktur.

İSLÂM'IN YAYILMASINDA GENÇLERİN ROLÜ

Asr-ı saâdete baktığımız zaman, İslâm’ın yayılması ve öğretilmesinde gençlerin çok büyük vazifeler üstlendiğini görmekteyiz:

Mesela Câfer-i Tayyâr Hazretleri, Habeşistan Necâşî’sinin önünde İslâm’ı müdâfaa ederken 17 yaşında idi. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mus’ab bin Umeyr’i Medîne’ye muallim olarak gönderdiğinde, o 25 yaşlarında bir gençti. Muaz bin Cebel Yemen’e kadı ve muallim olarak tâyin edildiğinde 21 yaşındaydı. Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke’yi fethettiğinde 20 yaşında olanAttâb bin Esîd’i oraya vâli tâyin etmişti. Hazret-i Üsâme büyük bir orduya kumandan tayin edildiğinde 19 yaşında idi.

Velhâsıl İslâm, fedakâr gençlerin gönül iklîminde inkişâf etmiş ve gençler, İslâm’ın kaderinde mühim vazifeler üstlenmişlerdir. Bize düşen de ashâb-ı kirâmın heyecan ve gayretini gücümüz nisbetinde bugüne taşıyabilmektir.

İSLÂM'DA TATİL ANLAYIŞI YOKTUR!

Son olarak şunu da ifade edeyim ki, İslâm’da bugün yaygın olan mâhiyetiyle bir “tatil” anlayışı yoktur. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Bir işi bitirince, hemen başka bir işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel ve O’na yaklaş!” (el-İnşirâh, 7-8)

Yani bir işte çalışırken yorulan bir kimsenin, meşgalesini değiştirerek dinlenmesi söz konusudur. Dolayısıyla ibadet ve hayırlı işlerin biri bittiğinde, hemen diğerine koşmak gerekir. Zira insan koşmayı bırakırsa tembelleşir. Atâlet ise girdiği her yerin âhengini bozar, mahveder.

Nitekim akılda atâlet; idrâki öldürür. Gönülde atâlet; hassâsiyeti yok eder. İlimde atâlet, basîret ve irfânı köreltir. Hak ve hukuka riâyette atâlet, zulmü tetikler. Muhabbette atâlet, ayrılık ve gayrılık getirir. Dünyada atâlet, -Allah korusun- âhirette ebedî saâdetten mahrumiyete sebep olur.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Genç Dergisi, 105. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.