Gazneli Mahmut’un Hayatı

Hindistan fatihi Gazneli Mahmut’un hayatı.

Gazneli hükümdarı (998-1030) olan Gazneli Mahmut, 10 Muharrem 361 (2 Kasım 971) tarihinde Buhara’da doğdu. Gazneli Hükümdarı Sebük Tegin’in oğludur. Annesi Doğu Afganistan’daki Zâbülistan bölgesinden asil bir ailenin kızı idi. Bundan dolayı kendisine Mahmûd-ı Zâbülî de denilir.

Gazneli Mahmut’un çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur. Geleneğe uygun olarak küçük yaştan itibaren gerekli dinî tahsili yaptı ve Kur’an’ı ezberledi. Ayrıca siyasî eğitimi de ihmal edilmedi ve iyi bir devlet adamı olarak yetiştirildi.

GAZNELİ MAHMUT DÖNEMİ

Mahmut daha gençlik yıllarının başında devlet idaresinde görev almaya başladı. Nitekim Sebük Tegin, Saffârîler’e karşı Sîstan bölgesini daha iyi kontrol edebilmek için Büst şehrine çekildiğinde Mahmut’u Gazne’ye vekil olarak bırakmıştı. Mahmut bu dönemde babasıyla birlikte katıldığı savaşlarda cesaret ve zekâsıyla kendini gösterdi. Bir ara dedikodular yüzünden babası ile arası açılmış ve Gazne Kalesi’nde hapsedilmişti (380/990). Ancak bu anlaşmazlık uzun sürmedi ve birkaç ay sonra hapisten çıkarıldı. Sâmânî Emîri II. Nûh’un yardım istemesi üzerine Mahmud, babasıyla beraber Sâmânîler’in Türk kumandanları Ebû Ali es-Simcûrî ve Fâik’e karşı yaptıkları savaşta büyük yararlıklar göstermiş, bundan çok memnun kalan II. Nûh, Gazneli Mahmut’a “Seyfüddevle” lakabı vermiş ve kendisini Horasan ordusu kumandanı tayin etmişti.

GAZNELİ MAHMUT’UN KARDEŞLERİYLE TAHT MÜCADELESİ

Sebük Tegin öldüğü zaman (387/997) oğullarından Gazneli Mahmut Horasan ordusu kumandanı, Nasr Büst valisi, İsmâil ise Gazne ve Belh hâkimiydi. Sebük Tegin, İsmâil’in tahta geçmesini vasiyet etmişti. Bu vasiyet yerine getirildi ve İsmâil hükümdar ilân edildi. Bu sırada Nîşâbur’da bulunan Mahmut, İsmâil’in hükümdarlığını tanımadı, kardeşi Nasr ve amcası Buğracuk’u da kendi tarafına çekti. İki kardeşin orduları Rebîülevvel 388’de (Mart 998) karşılaştı, Gazneli Mahmut İsmâil’in kuvvetlerini yenerek Gazneliler tahtına çıktı.

Sultan Mahmut kardeşiyle taht mücadelesi yaptığı sırada Sâmânîler’den II. Nûh’un ölümüyle yerine oğlu II. Mansûr geçmişti. II. Mansûr, Horasan’a kendi kumandanlarından Begtüzün’ü sipehsâlâr tayin etti. Ancak Mahmut, Sâmânî başşehri Buhara’ya elçi gönderip Horasan’ın kendisine iadesini istedi. Bu teklifin reddedilmesi üzerine Nîşâbur’a yürüdü. Bu sırada Begtüzün ve Fâik, II. Mansûr’u yakalayıp gözlerine mil çektiler ve yerine henüz küçük yaşta bulunan Abdülmelik b. Nûh’u tahta çıkardılar. Mahmut, Sâmânî emîrinin intikamını almak için harekete geçti.

Yapılan savaşta Gazneli ordusu Sâmânî kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Mahmud bu zafer sonunda Horasan’ı ele geçirdi ve kardeşi Nasr’ı oraya vali tayin etti (27 Cemâziyelevvel 389 / 16 Mayıs 999). Ardından Bağdat’a elçi göndererek zaferini Abbâsî Halifesi Kādir-Billâh’a bildirdi.

GAZNELİ MAHMUT’UN LAKABI/ÜNVANI

Halife, Gazneli Mahmut’un elçisini kabul edip saltanatını tasdik etti ve kendisine “Yemînüddevle ve emînü’l-mille” lakabını verdi (Zilhicce 389 / Kasım 999). Sultan Mahmud bu tarihten sonra İslâmiyet’i yaymak ve Hindistan tapınaklarındaki zengin servete sahip olmak amacıyla her yıl gazâya çıkmaya karar verdi. Bu sırada Karahanlılar Buhara’ya girip Sâmânî hânedanı mensuplarını Özkent’e gönderdiler (389/999).

Sâmânî Devleti’nin ortadan kalkmasıyla Mahmud her yönden bağımsız bir hükümdar sıfatını kazandı. Amcası Buğracuk’un ölümüne sebep olan Sîstan hâkimi Halef es-Saffâr’ı cezalandırmaya karar veren Sultan Mahmud bu maksatla büyük bir ordunun başında Sîstan’a yürüdü. Ancak Halef’in 100.000 dinar para ödemeyi ve Mahmud adına hutbe okutmayı kabul etmesi üzerine anlaşma yaparak Gazne’ye döndü (390/1000). 393’te (1003) Sîstan’a bir sefer daha düzenleyerek bölgeyi itaat altına aldı.

SULTAN MAHMUT’UN HİNDİSTAN SEFERLERİ

Gazneli Mahmut, Karahanlılar ile bir anlaşma yaparak kuzey bölgesini emniyete aldıktan sonra Hint seferlerine başlamaya karar verdi. Şevval 390 (Eylül 1000) tarihinde ilk Hint seferine çıktı. Kâbil’in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintliler’in elinde bulunan birkaç kaleyi ele geçirdikten sonra Gazne’ye döndü.

Gazneli Mahmut’un ikinci seferi Vayhand Racası Caypal üzerine olmuştu. Mahmud, Hintliler’e karşı kazandığı bu zaferden (392/1002) sonra Hinduşâhî hânedanının merkezi Vayhand (Und) şehrini zaptetti ve Gazne’ye döndü. Bu başarısından dolayı kendisine “Gāzî” lakabı verildi.

Üçüncü Hint seferi, Bhâtiya denilen bölgenin racası Beci Ray’a (Bacra) karşı yapıldı (395/1004-1005).

Gazneli ordusu Bhâtiya’yı ele geçirdiği gibi racalığın diğer bölgelerini de itaat altına aldı. Mahmud bu bölgede mescidler yaptırdı, İslâm esaslarını öğretmek için din âlimleri gönderdi. Onun Hindistan seferlerinin bir amacı da Sünnîliği korumak ve güçlendirmekti. O sırada Mültan’ın idaresini elinde bulunduran Karmatî Ebü’l-Fütûh Dâvûd’un bâtınî düşünceleri yaymaya çalışması Mahmud’un oraya bir sefer düzenlemesine sebep oldu. Mültan’ı fethederek buradaki Karmatîler’i cezalandırdı (396/1006) ve Caypal’ın müslüman olan torunu Suhpal’ı (Nevasaşah) Mültan valiliğine tayin etti. Ancak Suhpal’ın tekrar Hindu dinine dönmesi üzerine Sultan Mahmud beşinci Hint seferine çıktı (398/1007-1008). Suhpal yakalandı ve Mültan valiliğine Gazneli kumandanlardan Tegin Hazîn getirildi.

Altıncı Hint seferi Caypal’ın oğlu Anandpâl’a karşı yapıldı. Pencap bölgesinin gittikçe artan İslâm baskısı altında bulunması, Anandpâl’ı Kuzeybatı Hindistan’daki diğer racalardan yardım istemeye sevketti. Racalar yaklaşan İslâm tehlikesi karşısında Anandpâl ile anlaşarak asker gönderdiler. Bu büyük Hint ordusuna Anandpâl’ın oğlu Brahmanpâl kumanda ediyordu. Mahmud bu hareketi kış ortasında öğrendi ve hava şartlarının kötülüğüne rağmen 29 Rebîülâhir 399 (31 Aralık 1008) tarihinde Gazne’den ayrıldı. Vaynand şehrinin karşısındaki ovada meydana gelen savaşta Hintliler’i mağlûp ederek Pencap yolunun güvenliğini sağladı. Ayrıca savaş alanından kaçanların sığındığı Nagarkot (Bhim Nagar) Kalesi üç günlük bir kuşatmadan sonra fethedildi (399/1009).

Gazneli Mahmut’un yedinci seferi, Nagarkot’tan dönüşünden kısa bir süre sonra Safer 400’de (Ekim 1009) büyük bir ticaret merkezi olan Narâyan (Narâyanpûr) üzerine gerçekleştirildi. Neticede Narâyan racası ile barış yapıldı; bu barış sayesinde Horasan ile Hindistan arasındaki yollar tüccarlara açıldı ve ticaret hız kazandı.

Gazneli Mahmut sekizinci Hint seferinde yine Mültan üzerine yürüdü; hiçbir zorlukla karşılaşmadan bölgeyi itaat altına aldı ve Karmatîler’e ağır bir darbe indirdi (401/1010).

Dokuzuncu Hint seferi Nandana’ya (Nâradîn, bugünkü Salt Range bölgesinde) karşı gerçekleştirildi ve burası ele geçirildi (404/1014). Sultan Mahmud daha sonra Raca Triloçânpâl’ın çekildiği Keşmir’e doğru ilerledi ve onu mağlûp etti. Mahmud yeni hâkim olduğu bölgelere İslâmiyet’i tebliğ için din âlimleri gönderdi ve camiler yaptırdı. Halife Kādir-Billâh bu başarısından dolayı kendisine “Nizâmeddin” lakabını verdi.

Onuncu seferini Thânesâr şehrine yapan Mahmud, Hintliler’ce mukaddes sayılan bu şehirdeki birçok tapınak ve putu tahrip ettirdi (405/1014-15).

406 ortalarında (1015 sonları) on birinci Hint seferine çıkan Sultan Mahmud, Keşmir yolu üzerindeki Lokhot (bugünkü Loharin) Kalesi’ni kuşattıysa da şiddetli kış yüzünden geri çekilmek zorunda kaldı.

On ikinci seferini Kannevc’e gerçekleştirmek üzere 13 Cemâziyelevvel 409 (27 Eylül 1018) tarihinde Gazne’den ayrıldı. Agra’nın 170 km. kadar doğusunda bulunan Sarsâva Kalesi ele geçirildi. Baran (bugünkü Bülendşehir) Racası Hordat itaatini bildirdi; raca ile birlikte 10.000 taraftarı İslâm dinini kabul etti. Gazneli ordusu, daha sonra Delhi ile Agra yolunun ortalarında bulunan Mathûrâ (Muttra) şehrine hâkim oldu. Sultanın asıl hedefi olan Kannevc ise 8 Şâban 409’da (20 Aralık 1018) fethedildi.

Sultan Mahmut 410 yılı ortalarında (1019 yılı sonları) on üçüncü Hint seferine çıktı. Amacı Kālincâr Racası Ganda ve müttefiklerini itaat altına almaktı. Bari şehri ele geçirildi, Ganda bir öncü savaşından sonra kaçtı.

On dördüncü Hint seferi yine Keşmir üzerine yapıldı (412/1021). Ancak Mahmud, Lokhot Kalesi önünde kışın şiddetle bastırması sebebiyle çekilmek zorunda kaldı.

On beşinci Hint seferinde Ganda’ya karşı tekrar harekete geçti (413/1022), önce Gevâliyâr’a, ardından Kālincâr’a yürüdü. Ganda’nın barış teklifini kabul ederek onu itaat altına aldı. Mahmud’un Hindistan’a yaptığı en önemli seferlerden biri Sûmenât (Somnât) seferidir. Sûmenât, Hindistan’ın batı sahilinde Kathiavar yarımadasında bir şehirdi. Mahmud, 30.000 atlı ve pek çok gönüllüden oluşan ordusuyla 416 Şâbanında (Ekim 1025) Gazne’den hareket etti. Gazneli ordusu 16 Zilkade 416’da (8 Ocak 1026) Somnât Kalesi’ni fethetti. Buranın tapınağındaki büyük put yerinden sökülerek dört parçaya ayrıldı. Parçalardan ikisi Gazne’deki ulucami ve sarayın kapıları önüne konulmuş, diğer ikisi Mekke ve Medine’ye gönderilmişti. Halife Kādir-Billâh bu başarısından dolayı kendisine “Kehfüddevle ve’l-İslâm” lakabını verdi.

Sultan Mahmut Hindistan’a son seferini, kendisine saldıran bölgenin yerli halkı Catlar’ı cezalandırmak ve yol güvenliğini sağlamak için yaptı (418/1027). İndus nehrinin iki yakasına hâkim olan Catlar aynı zamanda usta gemicilerdi. Mahmud, onlarla savaşabilmek için Mültan’da 1400 gemiden oluşan bir nehir filosu yaptırdı. İndus nehri üzerindeki savaşta Catlar mağlûp edildi. Sultan Mahmud, bu seferleriyle Hint ülkesinde yüzyıllarca sürecek olan Türk-İslâm hâkimiyetinin temellerini atmış, onun hâkimiyeti altındaki bölgelerde İslâm dininin yayılması, 1947’de kurulan bağımsız Pakistan Devleti’nin teşekkülünde birinci derecede etken olmuştur.

GAZNELİLERİN DİĞER TÜRK DEVLETLERİYLE MÜSADELESİ

Karahanlı Hükümdarı Nasr b. Ali, Buhara’yı zaptettikten sonra Sultan Mahmud ile birbirlerine dostluk mesajları gönderdiler. Ardından iki devlet arasında Ceyhun nehri sınır kabul edildi (391/1001). Fakat Nasr b. Ali, Sâmânîler’in bütün mirasına konmak istiyor ve Horasan’ı ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Nitekim Mahmud’un Hindistan’da bulunmasından yararlanarak iki koldan Horasan’a kuvvet gönderdi (396/1006). İki taraf arasındaki mücadele neticesinde Sultan Mahmud, Karahanlı kuvvetlerini Horasan’dan uzaklaştırdı (Zilhicce 396 / Eylül 1006). Nasr b. Ali ise kolay kolay Horasan’dan vazgeçmek niyetinde değildi. Bu sebeple Karahanlı Yûsuf Kadır Han’dan yardım aldı. Mahmud birleşik Karahanlı ordusunu Belh civarında mağlûp etti (Rebîülevvel 398 / Aralık 1007).

Nasr b. Ali’nin halefi ve kardeşi Ebû Mansûr Arslan Han, Sultan Mahmud ile iyi komşuluk münasebetlerini devam ettirmek amacıyla bir anlaşma yaptı. Ancak Ebû Mansûr daha sonra Yûsuf Kadır Han ile birleşti. Sultan Mahmud bu iki Karahanlı hükümdarının ordularını Belh civarında yenilgiye uğrattı (410/1019). Bu defa Yûsuf Kadır Han, Sultan Mahmud ile kardeşine karşı anlaşmak istedi. Mahmud, yeni komşusu Ali Tegin’e güvenemediğinden Yûsuf Kadır Han ile Semerkant civarında buluştu (Muharrem 416 / Mart 1025). İki hükümdarın görüşmesinde önemli kararlar alındı.

Sultan Mahmut, Ali Tegin’in müttefiki olan Selçuklu Arslan Yabgu’yu (Arslan b. Selçuk) Mâverâünnehir ve Türkistan’dan uzaklaştıracaktı. Mahmud, kendi ülkesine gelebilecek tehlikeleri önlemek için Arslan Yabgu’yu tutuklatarak Kālincâr Kalesi’nde hapsettirdi. Daha sonra Karahanlılar arasındaki mücadeleden faydalanıp Sâmânî Devleti’nin topraklarına hâkim oldu. Sultan Mahmud her fırsatta Hârizm bölgesini itaat altına almaya çalışıyordu. Nihayet Karahanlılar’ın aracılığı ile Mahmud ve Me’mûnîler’den Hârizmşah Ebü’l-Abbas Me’mûn arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre Hârizmşah Gazneliler’e tâbi olacaktı. Hutbenin Sultan Mahmud adına okunmaya başlanması Hârizm ordusu kumandanları arasında anlaşmazlığa yol açtı. İsyan eden kumandanlar Me’mûn’u öldürerek yerine on yedi yaşındaki yeğeni Ebü’l-Hâris Muhammed’i geçirdiler. Sultan Mahmud aynı zamanda eniştesi olan Me’mûn’un intikamını almak bahanesiyle, gerçekte ise Hârizm’i zaptetmek için harekete geçti. Gazneli ordusu Hârizm kuvvetlerini yenerek bölgenin başşehri Gürgenç’e girdi, böylece Me’mûnîler hânedanına son verildi (408/1017).

Arslan Yabgu’ya bağlı 4000 çadırlık bir Oğuz obasının ileri gelenleri Sultan Mahmud’dan Horasan’a geçmek için izin istediler. Sultan, Tus Valisi Arslan Câzib’in muhalefetine rağmen Oğuzlar’ın Ceyhun’u geçmelerine izin verdi. Ancak Nesâ, Bâverd ve Ferâve halkı Türkmenler’den şikâyette bulundu (419/1028). Bunun üzerine Sultan Mahmud hayatının sonuna kadar Türkmenler’le mücadele etti ve onları ülkesinden uzaklaştırdı.

Öte yandan Gurlular yol kesiyor, türlü kötülükler yaparak Mahmud’un halkını rahatsız ediyorlardı. Sultan buraya ilki 401’de (1010-11), ikincisi 411’de (1020) olmak üzere iki sefer düzenledi. Bölgede İslâmiyet’i yaymak için din âlimleri görevlendirdi. Ayrıca 401 (1010-11) yılında isyan belirtileri gösteren Kuslar hâkimini itaat altına aldı. 1012’de Garcistan bölgesini Gazneli Devleti sınırları içine kattı. Ziyârî Emîri Minûçehr, Sultan Mahmud’a tâbi olmak ve yıllık 50.000 dinar haraç ödemek suretiyle tahtında kaldı.

Mahmut, 420’de (1029) Büveyhîler’den Rey şehrini alarak Gazneli Devleti’nin topraklarını batı yönünde de genişletti. İndus nehriyle Gazne arasındaki dağlık bölgede yaşayan Afganlar, Sultan Mahmud’un ülkesinin sınır bölgelerine zaman zaman yağma akınları yapmakta, Horasan ile Hindistan arasında yol alan kervanları vurmaktaydılar. Mahmud, Afganlılar üzerine yaptığı seferle onları itaat altına aldı ve bölgenin İslâmlaşması için hocalar tayin ederek Gazne’ye döndü. (411/1020)

GAZNELİ MAHMUT’UN HALİFE İLE İLİŞKİLERİ

Sultan Mahmut başlangıçta Abbâsî halifeliğiyle iyi münasebetler içinde bulunmuş, Kādir-Billâh’ı halife tanımıştı. Kādir-Billâh da onun bu davranışından ve İslâm dinini yaymak için Hintliler’e karşı yaptığı gazâlardan memnun olmuş, Mahmud’a çeşitli lakaplar vermişti. Fakat daha sonra Gazneli-Fâtımî yakınlaşmasından şüphelendi ve bu yüzden Mahmud ile halifenin arası açıldı (414/1023). Buna rağmen Sultan Mahmud paralarında halifenin ismine yer vermiş, seferlerinde elde edilen ganimetten Bağdat’a hediyeler göndermeye devam etmiştir.

GAZNELİ MAHMUT’UN VEFATI

Sultan Mahmut 23 Rebîülâhir 421’de (30 Nisan 1030) Gazne’de vefat etti.

GAZNELİ MAHMUT NASIL BİR HÜKÜNDARDI?

İdarî kabiliyeti, siyaseti ve muazzam fütühatı ile Türk-İslâm dünyasının müstesna devlet adamlarından biri olan Mahmud hayatının büyük kısmını savaş meydanlarında geçirmiştir. Öldüğü zaman Gazneli Devleti batıda Azerbaycan topraklarından doğuda Hindistan’ın Yukarı Ganj vadisine, kuzeyde Hârizm’den güneyde Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniş bir sahayı içine alıyordu. Mahmud dindar, zeki, ileri görüşlü, ihtiyatlı ve âdil bir hükümdardı.

ALİMLERİ HİMAYE EDEN SULTAN

Âlimleri himaye eden Sultan Mahmud’un Şâfiî ve Hanefî fakihlerine huzurunda münazara yaptırdığı bilinmektedir. Âlimlere olan saygısı, adaleti ve iyi yönetimi, gerek kendi döneminde gerekse sonraki devirlerde edip ve şairler tarafından övülmüş, Fars edebiyatında adalet ve insafın timsali olarak gösterilmiştir. Başta Firdevsî olmak üzere Unsurî, Ferruhî-yi Sîstânî ve Ascedî gibi şairler onun ihsanlarına nâil olmuşlardır. Bir rivayete göre Firdevsî Şâhnâme’yi Gazne’ye giderek bizzat ona sunmuştur. Sultan Mahmud’un Şâhnâme’yi beğenmediği, bunun üzerine Firdevsî’nin ona hicviye yazdığı hakkında bazı kaynaklarda yer alan bilgilerin asılsız olduğu anlaşılmaktadır (Ateş, XVIII/70 [1954], s. 162-168).

Farsça’nın büyük bir gelişme göstererek Hindistan topraklarında yayılması da Sultan Mahmud sayesinde olmuştur. Bîrûnî Gazneli sarayında uzun süre kalmış ve Taḥḳīḳu mâ li’l-Hind adlı eserini bu dönemde yazmış, ölümünün ardından Sultan Mahmud’u “âlemin aslanı ve zamanın yegânesi” olarak tanıtmıştır.

Sultan Mahmut, Hint yarımadasıyla İslâm dünyası arasındaki kültür ve ticaret hayatına canlılık kazandırmış, birçok Müslüman âlim, edip ve şairin Hindistan’a yerleşmesiyle İslâm kültürünün bu bölgeye ulaşmasını sağlamıştır.

Kaynak: DİA

İslam ve İhsan

SULTANA YARAŞAN DERS

Sultana Yaraşan Ders

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.