Gâyen Ne Kadarsa Kıymetin O Kadar!

Nefis, Allah için hizmet etmenin ve faydalı olmanın tadını aldığı vakit, “Canlar canını buldum, kovanım yağma olsun!” diyen güzele benzer de herkes gibi düşünmeyi ve bakmayı bırakıp hâdiseleri başka bir boyuttan seyreder. Yorumları ve değerlendirmeleri farklılaşır. Çoğu insanın acâyip karşılayacağı işler yapar. Belki de bu sebeple birçok velî, halk tarafından deli addedilmiştir.

Seneler evvel, seksenini aşkın yaşlı bir teyzenin, hasta yatağında, var gücüyle lif ördüğüne şâhit olmuştum. Çocuklarının anlattığına göre birçok iç organı alınmıştı ve doğru düzgün gezinemiyordu; fakat yine de elindeki tığ ile lif örüyordu. Yüzünde azimli bir memnuniyet vardı. Şaşkınlığımı gizlemeyip sebebini sorduğumda şu cevabı verdi:

-Kızım. Benim bir komşum vardı. Kocası sürekli içer, sonra da kadıncağızı döverdi. Çoluk çocuk perişan… Günleri böyle zulüm altında geçen o komşuma, “Ne diye kahrını çekiyorsun. Bunun düzelmeye niyeti yok. Boşan da kurtul!” dediğimde, “Çoluk çocuğun rızkı için katlanıyorum” cevabını alınca, çok üzüldüm. Çâresizliğine çâre olmak istedim ve ona bir söz verdim: “Sen bu adamdan boşan. Ben senin rızkını biiznillah karşılayacağım.” O da bana güvendi, gereğini yaptı. Ayrıldılar. İşte ben o zamandan beri hep böyle lif örer satarım, parasını da o garibanlara ulaştırırım. Yıllardır geçinip gidiyorlar. Artık ayakları üzerinde duracak hâle de geldiler; fakat ben ölene dek sözümü tutacağım inşallah.

…Ve yüzünde tatlı bir tebessümle, örmeye devam etti.

O gün bir gâyeye sahip olmanın insanı nasıl dirilttiğini o yaşlı teyzede seyretmiş, üstelik çok da önemli bir bilgiye kavuşmuştum: Dinçlik ve dirilik, Allah rızâsı için bir maksada hizmet etmektedir.

İNSAN ÇALIŞTIKÇA UYUŞUKLUKTAN KURTULUR

Evet, yaşı çok genç, vücudu da sıhhatli olmasına rağmen, hâlsiz ve cansız oturup durmakta olan kişilerin en büyük eksikliği, hedefsizliktir. İnsan, sıradan bir dünyalığı bile hedeflemiş olsa, hareket etmek zorundadır. Ekmek isteyen biri hamur yoğurmalı veya fırına gidebilmek için ayağa kalkmalıdır meselâ. Susayan biri ya sürâhiye uzanmak ya da çeşme başına gitmek zorundadır. Hareketin olduğu yere bereket gelir ve böylece kişi, “İşleyen demir pas tutmaz” sözünü, yaşayarak kavramaya başlar. İşte o zaman çalışmak, yorulmak, bitkiye, hayvana ve insana faydalı olmak nefse ağır gelmemeye, bilakis zevk vermeye başlar. Zîrâ insan, çalıştıkça uyuşukluktan kurtulur. Çalışmanın başarılara sebep olduğunu gördükçe de azmi perçinlenir.

Dünyalık bir hedefte bile böyleyken, Allah rızâsı için yola çıkan kimselerin hâlini varın siz düşünün. Eyüp El Ensârî hazretlerine seksen küsur yaşında surlara kadar yürüyecek kuvveti kazandıran sâik, Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellemin müjdesine nâil olmak umûdudur. Sadece bu misâlden bile anlamak mümkün ki uhrevî bir gâye, dünyevî bir gâyeden çok daha fazla pozitif enerji verir.

BİZİM ÜCRETİMİZ ALLAH'A AİT

Nefis, Allah için hizmet etmenin ve faydalı olmanın tadını aldığı vakit, “Canlar canını buldum, kovanım yağma olsun!” diyen güzele benzer de herkes gibi düşünmeyi ve bakmayı bırakıp hâdiseleri başka bir boyuttan seyreder. Yorumları ve değerlendirmeleri farklılaşır. Çoğu insanın acâyip karşılayacağı işler yapar. Belki de bu sebeple birçok velî, halk tarafından deli addedilmiştir. Zira onlar, halkın kâr zannettiği işlerdeki zararı; zarar zannettiği işlerdeki kârı fark etmiş, standart üstü bir algıya kavuşmuş, gerçek îmâna ermiş kimselerdir. “Biz deli miyiz ki bu işten para alalım, bizim ücretimiz Allah’a aittir” demek de ancak, bu kimselerin harcıdır.

Allah rızâsı için yaşamaya azmetmiş olanlar, yalnızca Allah için kırılırlar. Onların kalpleri, Hazreti Ömer’in kalbinden özel bir pay aldığı için, birisi gelse ve kendilerini bedevî üslûbuyla îkaz etse bile, kırılmaz. Bilakis, böyle bir îkazı dahi nimet bilip şükreder. Dikkat edin! Hakikatli söze kırılan, kalp değildir. Hak ve hakîkat ancak, terbiye edilmemiş nefislere ağır gelir. Hedefi Allah rızâsını kazanmak olan bir kişi, yanlış ve eksik işleri husûsunda kendisini uyarandan rencide oluyorsa, birileri “Bu benim kendi kararım” diyerek Allah’ın kararlarını çiğniyor ve toplumun ahlâkının bozulmasına sebep oluyorsa, birileri de bunu “Normal” addedip sadece seyrediyor hatta mârifetmiş gibi sunuyorsa, burada çok ciddi bir problem vardır.

HAKKA HİZMET ETMEK

Bir Müslüman, ağırlığından ötürü tek başına taşıyamadığı için “Masanın ucundan tutabilir misiniz?” diyen kardeşine, “Branşım değil!” diye cevap verebiliyorsa, terbiyede ön lisans eğitimi bile alamamış demektir. Bu kimseler, kendilerince güya çok önemli ilimlerle meşgûl olduklarından, masa taşımayı önemsiz saymakta ve böylece, belki de çok hayırlı bir işi kibirleri sebebiyle ıskalamaktadırlar.

Allah için belirledikleri hedefe ulaşmak adına hizmet edenlerin kesinlikle hem mütevâzî hem de prensipli olmaları gerekir. Çünkü prensipler bir kenara bırakıldığında, ortaya birbiriyle çelişen tuhaf manzaralar çıkar. Meselâ Hakk’a ve hayra hizmet etmek maksadıyla kurulmuş bir medya organı, daha çok para kazanabilmek için her reklamı kabûl ettiğinde, bir de bakarsınız ki Hakk’a değil, şeytana hizmet eder olmuş.

İslâm’ı yaşama noktasındaki duruşumuz, “ Nerem doğru ki?” diyen deveninki gibiyse, düzelip daha iyi olmayı denemek yerine, “Battı balık yan gider” boş vermişliğiyle yaşıyorsak, rızâya ermemiz de zorlaşır. Halbuki Hakk’a sevdâlı olan, bâtıla dönüp bakmamalıdır. Bizler, hem Müslümanız deyip cennet umuyor, hem de bâtılı paramızla ve ilgimizle besliyorsak, kendimizi kandırıyoruz demektir. Dünyamız; zenginlerin, düğün salonlarını defile podyumu gibi kullandıkları, fakirlerin de kendini ispatlamak için paralandıkları bir yarışma sahasına dönüşmüşse, maksatlarımız basitleşmiş, seviyesizleşmişse kıymetimiz kalır mı?

RABBİMİZİN RIZASINA YÖNELİK HEDEFLERİMİZ OLMALI

Şunu herkesin hatırlaması lâzım: Hakîkat, çoğunluğun sahip çıkmayışından ötürü zarar görmez. Çoğunluk, hakîkate sahip çıkmamaktan ötürü zarardadır. Rabbimizin rızâsına ulaştıracak kaliteli hedefler belirlemek zorundayız. Çünkü ancak o zaman kuvvetliyken bile kırılmaktan kurtulacak, kırılırken bile kuvvet kazananlardan olacağız.

İşte o vakit geldiğinde, nefsimiz çıkacak aradan, kalacak bizi Yaratan! O vakit, bir ibâdetin aksamasından, bir mazlûmun zulme uğramasından, futbol câmiâsının mâlûm yengelerle (!) övünüyor olmasından, haramın hayırda kullanılmasından, bir milletin top ve pop peşinde kimliğini ve asıl gâyesini unutmasından, oyuncu / sanatçı/ sunucu adıyla, yüz karası kimselerin gençlere örnek diye sunulmasından, uyuşturucu satılmasından, çocukların tecâvüze uğramasından, iffet talep eden beyefendilerin sapıklıkla suçlanmasından, tesettür firmalarının tesettürsüzlüğünden, fâizin ve zinânın reklâm malzemesi yapılmasından, para için kırk takla atılmasından, giyinik çıplakların sokakları doldurmasından, kardeşin kardeşi kazıklamasından rencide olan, nefsi için değil, Allah için kırılan duyarlı Müslümanlar olacağız inşallah.

Şimdi, “Kıymetin, gâyen kadardır” desek, niyetlerinizi ihlâsla bir daha gözden geçirir misiniz? Ve şimdi, “Sevdânı gönlümüze doldur devletli Pâdişah! / Ki kurtulsun değmeyecek sebeple yorulmaktan. / Edelim rızân için tüm varlığımızı şah şah! / Ki korunsun Cemâlinden ayrı kalıp yanmaktan.” diye duâ etsek, “Âmin!” der misiniz?

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Ekim 2015, 356. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.