Fürey'a Binti Mâlik (r.anha) Kimdir?

 Fürey’a binti Mâlik radıyallahu anha, başından geçen bir hâdiseyi Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize sorarak İslâm’ın bir mes’elesinin ortaya çıkmasına vesîle olan bir hanım sahâbî!…

Hazreti Osman radıyallahu anh’ın halîfeliği döneminde fıkhî bir konunun çözümünde kıyas noktası teşkil eden bir bahtiyar hanım!... O, Medine’li olup Hazrec kabîlesindendir. Babası Mâlik ibni Sinan, annesi Enîse binti Ebî Hârice’dir. Meşhur sahâbî Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ın ana baba bir kızkardeşidir. Katâde ibni Numanradıyallahu anh da, Fürey’a (r.anha)’nın ana bir kardeşidir.

Fürey’a (r.anha), İslâmiyeti tereddüdsüz kabul eden iman erlerindendir. Kendisine son din ve son peygamber ile ilgili haberler ulaşınca, gönlünde İslâm’ın nûru parlayıverdi. Zaman kaybetmeden,derhal  Allah Rasûlüne biat ederek İslâm’la şereflenip hanım sahâbeler arasına katıldı.

Fürey’a binti Mâlik radıyallahu anha, ilk önce Sehl ibni Râfî  (r.a) ile evlendi. Onun vefatından sonra ikinci evliliğini Sehl ibni Beşir (r.a) ile yaptı. Bu evliliği de uzun sürmedi. Zira kocasını yol kesiciler Medine’ye yakın bir yerde “Tarafü’l- Kudüm” denilen bir mahalde, öldürüp şehid etmişlerdi.

“YOKLUK VE FAKİRLİK İÇİNDE BİR ÖMÜR GEÇİRDİ”

Fürey’a binti Mâlik (r.anha) çok sıkıntılı bir hayat yaşadı. Yokluk ve fakirlik içinde bir ömür geçirdi.  Ama hiç şikayet etmedi. Zira o, dünya hayatının  geçici, asıl ebedî hayatın âhiret olduğunu biliyordu.  İki Cihan Güneşi sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, İslam’ın zor günlerinde  ashâbının  sıkıntıya düştüklerini gördüğünde, onların îmânî direncini artırmak ve moral gücünü yükseltmek için onlara sabır tavsiye edip şu hedefi gösteriyordu:

“Asıl hayat âhiret hayatıdır!…Sabredin!… Sizi Cennetle müjdelerim!…” buyuruyordu.

Saâdet Çağı Sîmâlarının hepsi  âhiret hedefli yaşayan yiğitlerdi. Onlar başlarına gelen belâ ve musîbetlere  karşı sabır kalkanıyla direnirlerdi. Çektikleri sıkıntı ve çilelerin hepsinin  birer imtihan olduğunu, karşılığının da Cennet olacağını bilirlerdi. Bu yüzden mala mülke fazla değer vermezler, ihtiyaçtan fazlasını biriktirmezlerdi.

Fürey’a (r.anha)’nın kocası da mal mülk adına miras olarak dünyalık bir şey bırakmamıştı. Bunu sebeb göstererek o, iddetini geçirmek üzere Hazrecoğullarından olan âilesine dönmek istiyordu. Onlarla beraber oturmayı daha uygun görüyordu. Ama kendi başına hareket edemezdi. O, zihnine takılan ve gönlünü meşgul eden bu soruya cevap aramak üzere, bu isteğini Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’e bildirmeğe karar verdi.

Huzura vardı ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem’e durumunu arz etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onun bu isteğine önce müsaade etti. O da sevinerek dışarıya çıktı. Tam gitmek üzere idi ki; Efendimiz onu geri çağırttı ve:

“- Senin durumunu bir daha anlat! Başından geçen hâdiseyi bir daha tekrarla!” buyurdu. Fürey’a (r.anha)  başından geçen hâdiseyi tekrar anlattı. Bu sefer Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurdu:

“- İddetin dolasıya kadar (eşinden kalan) evinde otur.” Bunun üzerine Fürey’a binti Mâlik radıyallahu anha, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in emrine itaat ederek, eşinin vefatında bulunduğu evde dört ay on gün iddet bekledi. (Üsdü’l-gâbe, I, 1402. İsâbe, IV, 45-46)

Fürey’a Binti Mâlik (r.anha) başından geçen bu hâdise sebebiyle, İslâm dîninin bir mes’elesinin açığa çıkmasına vesîle olmuş ve Hazreti Osman radıyallahu anh’ın halîfeliği döneminde de fıkhî bir hususun çözümünde kıyas noktası teşkil etmiştir. Şöyleki:

Hazreti Osman radıyallahu anh’ın halifeliği döneminde Fürey’a (r.anha)’nın durumuna benzer bir mesele zuhur etti. Bunun üzerine Halife bir kimse gönderip onu huzuruna çağırttı.  Fürey’a (r.anha) müminlerin emiri Hazreti Osman radıyallahu anh’ın yanına geldi. İçeride bazı kimselerle oturmakta olan halîfenin huzuruna girdi.

Hazreti Osman radıyallahu anh ona ; başından geçen hâdiseyi ve bu durum karşısında Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in kendisine ne emrettiğini sordu. O da durumunu Hazreti Osman radıyallahu anh’a olduğu gibi anlattı. Bunun üzerine Halîfe, o kadını, kocasının vefatı sırasında oturmakta bulunduğu eve gönderdi. İddeti bitesiye kadar oradan ayrılmamasını emretti. (Tabakatü’l-Kübra, 8/367)

Bu duruma göre; Ölen bir erkek, mal mülk ve nafaka bırakmasa bile, onun dul kalan eşi, iddet müddetini kocası ile beraber oturduğu evde geçirmek zorunda bulunmaktadır. Bir zarûret veya meşrû mazeret bulunmadıkça kocasının evinde geçirecektir.

İDDET NEDİR?

İddet; sözlükte, saymak anlamındadır. İslâm âile hukukunda ise, boşanma, fesih, ölüm gibi bir sebeble evliliği sona eren kadının başka bir erkekle evlenmeden önce beklemesi gereken süreyi ifade eden bir terimdir. Bu süre, âyet-i kerîmelerde iki gurupta ele alınmıştır.

Birincisi, vefat iddeti.

İkincisi, talak veya fesih iddeti.

Kocaları ölen hanımlar şayet hamile iseler, iddetleri, vefat ile doğum arasındaki sürenin kısa veya uzun oluşuna bakılmaksızın, doğumla sona erer. Bu konuya ışık tutan âyet-i celîlede meâlen şöyle buyrulur:

“ Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları) dır. Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.” (Tahrim sûresi/4)

Hamile değilse, iddetleri dört ay on gündür. Bu hususu aydınlatan âyet-i celîlede de şöyle buyrulur:

“Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına evlenmeden dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.” (Bakara sûresi/234)

BOŞANDIKTAN SONRA YENİDEN EVLENME SÜRESİ

Boşanmış, nikâhı feshedilmiş kadının iddeti de, eğer hamile ise doğumla sona erer. Kadın hayız görmekte ise iddeti üç hayız süresidir.

Şu âyette bu husus şöyle zikredilmektedir;

“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler (Bakara sûresi/228)

İddet süresince kadının yiyecek, giyecek, mesken gibi aslî ve tabiî ihtiyaçlarını kocasının karşılama yükümlülüğü vardır. Âyet-i celîlede kocaların iddet süresince boşandıkları kadınlarını evlerinden çıkarmaması emredilmektedir. Bu konu ile ilgili âyet-i celilede meâlen şöyle buyrulmaktadır:

“Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa,şüphesiz kendine zulmetmiş olur…” (Talak sûresi/1)

İDDET MÜDDETİN KONULMASININ SEBEBİ

İslâm dini evliliğe ve âile hayatına çok önem vermiştir. İki evlilik arasında iddet adı verilen, kadınlar için evliliğin sona ermesini müteakip böyle bir bekleme süresinin konmuş olması, şüphesiz ki birçok fayda ve hikmete yöneliktir.

Bunlar arasında, kadının hamile olup olmadığının anlaşılması, ölen kocasının hâtırasına saygı ve bağlılık,yeniden düşünme ve durum değerlendirmesi yapma imkânı vermek, sık sık boşanıp evlenmelerini zorlaştırarak âile bağını korumak ve hakkın kötüye kullanımını önlemek gibi maksatlar sayılabilir.

Fürey’a binti Mâlik radıyallahu anha hakkında kaynaklarda fazla bir bilgiye rastlanmamaktadır. Nerede ve ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Allah ondan razı olsun. Cenâb-ı Hak cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 272, Ekim 2008

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.