Fitneye Sebep Olan Şeyler!

Hz. Peygamber (s.a.v.) ümmetini, vuku bulacak fitnelerden şiddetle sakındırmış, fitneler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmiştir.

“Aranızdan sadece zalimlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının.” (Enfâl; 25)

Fitne kelime olarak, altın ve gümüşü yabancı maddelerden arıtıp temizlemek için ateşe sokup temizlemeye denir. Madenlerdeki cevher ateşte eritilmek suretiyle elde edildiği gibi insanların kalitesi de ateş gibi yakıcı ve ağır olaylar karşısındaki tavrıyla ortaya çıkar. Fitne genellikle imtihan anlamında kullanılır. İnsanlarda gerek şahsî gerekse de toplumsal planda müspet veya menfi tavırlarını belirleyen bir takım maddi ve manevi sıkıntılarla karşı karşıya kalırlar. Bu sıkıntı ve problemler bir nevi mihenk taşı gibidir. Takınacakları tavırlara göre kişilik ve karakterler ortaya çıkar.

İmam Birgivi’ye göre fitne: İnsanları, meşrû bir fayda olmaksızın ıstıraba, ihtilale, ihtilafa ve belaya düşürmektir. Gerek ferdî gerekse ictimaî manada fitne insanlığın kaderidir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Aslolan fitneye fırsat vermemek, şayet vaki olursa fitne karşısında Müslümanca bir tavır koymaktır.

FİTNEYİ UYANDIRMAYIN!

Hz. Peygamber (s.a.v.) ümmetini, vuku bulacak fitnelerden şiddetle sakındırmış, fitneler karşısında nasıl tavır takınmaları gerektiğini bildirmiştir. Uyuyan fitneyi uyandırmak lânete muciptir. “Fitne uykudadır. Uyandırana Allah lânet etsin.” (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, hadis no: 1817) Fitne başlangıçta külün içindeki kor gibidir. Fitne çıkarmak, ortalığı ateşe vermek için külün içindeki koru meydana çıkarmak, ateşe körükle gitmek gibidir. Yangın söndürmek için su kullanılır, fitne tahrikçileri ise ateşe benzin dökenlerdir. Fitne karşısında Müslümanın tavrı, Hz. İbrahim’i yakmak için tutuşturulan Nemrut’un ateşini ağzındaki su ile söndürmeye giden güvercin tavrı olmalıdır.

Korku, kaos, kargaşa, katliam, terör, günah, inkar gibi kötülüklere yol açan fitnelere alet olmamak, bilakis izalesi için gayret göstermek her mü’minin görevidir. Elinden hiç bir şey gelmeyenler ise hiç olmazsa sabretmek ve fitneden uzak durmak durumundadırlar. Başlangıçta bir kıvılcım gibi olan fitne söndürülmezse bütün toplumu sarar, kurunun yanında yaş, zalimin yanında mazlum da yanar.

Fitneler toplumda can ve mal emniyetini ortadan kaldırır. Güvensizlik ve panik havası oluşturur. Şüphe, tereddüt, korku ve güvensizlik ortamında müspet manada bir gelişme olmaz. Bu yönüyle fitne öldürmekten bile beterdir. Mevla’mız fitnenin korkunçluğunu şöyle belirtiyor: “Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara, 191)

Öyle dayanılmaz fitneler vardır ki, insan bu fitneler karşısında ölümü bile temenni eder hale gelir. Ayrıca fitne kitlesel ölümlere yol açar.

Hz. Peygamber (s.a.v.) vuku bularak fitneler karşısında takınılacak tavır hususunda şöyle buyurmuştur: “Kıyametten hemen önce karanlık gece parçaları gibi fitneler zuhur edecektir. O esnada kişi mümin olarak sabahlar, akşama kâfir çıkar, mümin olarak akşamlar, sabaha kâfir çıkar. Fitne esnasında oturan ayakta olandan daha hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha hayırlıdır.” (Ebû Davud, Fiten 2, Tirmizi, Fiten 33)

Fitne ateşini söndürmekte sağ duyuyla hareket etmek, dedikodulara aldırmamak, olayların arka planını görebilmek menfaat, sevgi ve nefret duygularından uzak kalarak objektif hareket etmek asıldır. Yalan-yanlış her sözü etrafa yaymak, kitleleri tahrike yönelik hareketlerde bulunmak bir Müslümana asla yakışmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdular “Her duyduğunu başkasına aktarmak, kişiye yalan olarak yeter.” (Müslim, Mukaddime)

Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme, çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi de yaptığından sorumludur.” (İsra, 36) “Ey iman edenler! Şayet fâsıkın birisi size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa fenalık edersiniz de sonra ettiğinizden pişman olursunuz.” (Hucurât, 6)

MEDYA FİTNE TAHRİKÇİLİĞİ YAPMAKTADIR

İletişim imkanlarının son derece geliştiği günümüzde medya, fitne tahrikçiliğinde korkunç bir silah olarak kullanmakta, bu sayede kaos, güvensizlik ve panik ortamı oluşturularak toplumun huzuruna kastedilmektedir.

Oluşturulan sanal tehlikeleri, tahrikleri, tezgahları bertaraf etmek için insanımızın müspet manada bilgilendirilmesi, bu türlü tuzaklara karşı psikolojik yönden güçlendirilmesi gerekir. Bu konuda yöneticilere, medyaya, eğitimcilere, kanaat önderlerine önemli görevler düşmektedir.

Kişilerin özel hayatlarını deşifreye yönelik olarak yerleştirilen gizli kameralar, kanunsuz dinlemeler, foto montaj yoluyla itibarsızlaştırmalar günümüzde son derece yaygınlaşmış, komplolara karşı kişilik haklarının korunması iyice zorlaşmıştır. Bu olumsuzluklara karşı idari, hukuki ve teknik tedbirler yanında yaygın bir ahlakî eğitim seferberliği başlatılmalıdır. Pek çok problemin kaynağı manevî, ahlâkî zaaftır. Nesillere kul hakkının önemi, dedikodu, iftira, gıybet ve başkalarını aşağılamanın kötülüğü ve vebali anlatılmalıdır.

KANAAT ÖNDERLERİ FİTNE KONUSUNDA HASSAS DAVRANMALI

Fitneleri önleme konusunda bilhassa yöneticilerin ve “kanaat önderlerinin daha titiz davranmaları, şehvet, şöhret ve servet gibi nefsani zaafları aşarak toplum yararına özveride bulunmaları gerekir. Çünkü onlar her yönden topluma örnek olmak durumundadırlar.

Fitneye âlet olmama hususun­da canlı bir örnek olarak Said b. Ubâ­de’nin tavrına bakalım: Bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatını müteakip halife seçimi konusunda nazik bir durum hasıl olmuştu. Ensar, Sa’d b. Ubade’yi kendilerine başkan seçmek istiyorlardı. Kendilerini bu konuda hak sahibi görüyorlardı. Zira bütün Arap yarımadası Hz. Peygambere ve Mekke’deki müminlere düşman iken Ensar (Medineli Müslümanlar) onlara kucak açmış, her şeylerini onlarla paylaşmışlardı. Fakat muhacirlerin, bu konuda kendilerini desteklemediklerini görünce; “Bir başkan bizden, bir başkan da sizden olsun” dediler.

Muhacirlerin adayı Hz. Ebû Bekir söz alıp hassas bir noktaya işaret etti. Mekke ve Kâbe sebebiyle Kureyş’lilerin Araplar üzerinde güçlü bir itibarı ve otoritesi vardı. Asayişi sağlamak için halifenin Kureyş’ten olması uygundu. Netice de Ensar da bu nazik siyasi durumu takdir etti ve başkanlık taleplerinden vazgeçtiler. Bir daha da bu meseleyi tartışma konusu yapmadılar. Ensar bu anlayış ve fedakarlığı göstermeseydi iktidar kavgası başlar, kılıçlar çekilir, iki gurup arasında savaş bile çıkabilirdi. Böyle bir savaş da İslam’ın ışığını karartabilirdi. Böyle nazik bir durumda Ensar tavrını sergilemeleri büyük bir fitneyi önlemiş, İslam nurunun dünyaya yayılmasını sağlamıştı. Ensar’ın halife adayı Hz. Ebu Bekir’e biat etmediyse de halifelik iddiasını sürdürmedi, fitne konusu olmaktan çekinerek Medine’den Şam’a göç etti ve ölünceye kadar da halifelik konusunda susmayı tercih etti.

Bir insanın, hak etmediği şeyin kavgasını vermesi abestir. Fakat fitneye vesile olmamak ve umumun menfaatini korumak için normal hakkımdan vazgeçmesi ise fazilettir. Bunun için Ensar ruhuna ve anlayışına sahip olmak gerekir. Cenab-ı Hak onların bu asil ruhunu şöyle ifade ediyor.

Onlardan önce Medine’yi yurt edinmiş olup da imanı gönüllerine yerleştiren kimseler, hicret edip kendilerine gelen müminleri severler. Onlara verilen ganimet mallarından dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar bile muhacirleri kendilerinden önde tutarlar. Kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa işte kurtuluşa erenler onlardır.” (Haşr, 9)

Genel olarak dünyada, özel olarak da İslam âle­min­de büyük fitneler daima olagelmiştir. Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’nin katledilmesi, Cemel, Sıffin Savaşları, haricilerin fitnesi, Kerbela olayı vs. bu büyük fitnelerdendir.

İstenmese de bu fitneler kıyamete kadar devam edecektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de bu gerçeği haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilmeyecek.” (Müslim, Fiten 56) Neyin niçin yapıldığı bilinmeyen kaos ortamı tam bir fitne ortamıdır. Böyle ortamlarda kimin haklı kimin haksız olduğu belirlenemez, faili meçhul cinayetler, sabotajlar, yalan haberler, ajitasyonlar tezgahlanır. Bu tablo toplumun çöküş tablosudur.

Fitneyi tezgahlayanların suç ve günahı elbette büyüktür. Fakat fitneye alet olanların, bilmeden de olsa bu değirmene su taşıyanların vebali de az değildir. Mü’minin görevi fitne yangınına benzin değil su dökmektir. Aksi halde bu yangın herkese sirayet eder, ümitler de dahil her şey kül olur. Toplum düzenini, maddi ve manevi değerleri korumak için her kesin fitne ve fitnecilere karşı uyanık olması gerekir.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 339

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.