Fitne Zamanında En Zor İş

İnişler çıkışlar, zorluklar kolaylıklar, darlıklar bolluklar olacak. Bu kaçınılmaz. Bazan zenginlik fitne olacak, bazan fakirlik. Bazan güç-kudret fitne olacak, bazan zaaf. Bazan savaşta fitne yaşanacak bazan barışta... İstikameti korumak için çare ne? Allah’ı görüyormuş gibi yaşama disiplini.

-Karanlık geceler gibi fitneler...

-Öldürenin niçin öldürdüğünü, ölenin niçin öldüğünü bilmediği zamanlar... (Müslim, Fiten, 55)

-Herc zamanı... Mü’minlerin birbirini öldürdüğü zamanlar... (Rasulullah’ın en çok kaygı duyduğu konu) (Buhari, İlim, 24)

-Kişinin sabaha mü’min olarak girip akşama kafir olarak çıktığı, akşama mü’min olarak girip sabaha kafir olarak çıktığı, dinini küçük bir paha karşılığı satacağı zamanlar... (Müslim, İman, 186)

Bunlar, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz’in mü’mini uyardığı ortamlar...

TOPLUMUN KIYAMETİ

İnsanlar bunları “kıyamet alametleri”, yani “kıyametten önceki zamanlarda yaşanacak hadiseler” gibi okumuş, hem yaşadıkları ile bu örnekler arasında benzerlikler var mı diye bakmış, endişelenmiş, ama bir yandan da üstüne alınmamış, ötelemiş, “Daha vakit var” gibi bakmış...

Oysa “külli kıyamet”ten önce “kişinin kıyameti” veya bir “toplumun kıyameti” çerçevesinde baktığımızda ya da külli kıyametin ayak seslerinin belki de yüzyıllara uzanan bir tefessüh sürecine işaret ettiğini düşündüğümüzde yaşananlara bakıp kıyametle içiçe olduğumuza, kıyamete doğru gittiğimize hükmedebiliriz.

Üstelik Rasulullah Efendimizin ikazları, imandan küfre, küfürden imana gidiş gelişten bahsettiğine göre doğrudan mü’minleri ilgilendiriyor. Hani endişe etmemek mümkün değil, ya bizim yüreklerimiz böyle bir gidiş geliş anaforunun içine düşme tehlikesi ile karşı karşıya ise...

Mü’minler, İslam’ın ilk çağlarından itibaren böyle zor dönemleri yaşamışlar.

Rasulullah Efendimiz “Herc” diyor mesela böyle zamanların bir şeklini anlatırken... “Herc nedir?” diye sorulduğunda da “Birbirinizi öldürmenizdir” buyuruyor. (Buhari, İlim, 24, Hakim, Müstedrek, IV, 504/8412)

İLK FİTNE

İslam tarihine “İlk fitne” tanımlamasıyla geçmiş olan Sıffin Savaşında – karşı karşıya gelen iki gruptan birisinin başında Rasulullah’ın amcazadesi ve damadı Ali -kerremallahü veçhe- diğerinin başında Rasulullah’ın vahiy katibi Muaviye vardır. Bu savaşta 70 bin kişi ölmüş. İki taraf da, mü’min. Ammar bin Yasir gibi bir sahabi var şehit olanlar arasında. Sıffin’in hemen öncesinde Cemel Vak’ası yaşanmış, orada da savaşın içine Hazreti Aişe ile Hazreti Ali’nin çekildiğini görüyoruz.

Gündüz savaşıyor insanlar, akşam öldürdüklerinin cesedini toprağa gömüyorlar. Pek çoğu birbirinin akrabası, birbirini tanıyor, belki üç-beş gün önce aynı mescidde namaz kıldılar... Ama...

Kur’an ölçülerinde bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek gibi değerlendirildiği (Maide, 32) bir dinin içinde, iki mü’min taraftan 70 bin kişi can veriyor.

Alın bakalım size, nerede ise bütün İslam tarihinde cevabı aranacak olan dehşetli bir “ölenler ne öldürenler ne?” sorusu...

Nasıl oldu da daha Rasulullah’ın ahirete irtihalinin üzerinden yarım asır geçmeden böyle bir zemine sürüklendi Müslümanlar? Birbirlerini nasıl öldürülebilecek gibi görmeye başladılar, kendi tavırlarını nasıl meşrulaştırdılar, İslam’dan hükmü nasıl çıkardılar, ahiret hesabından nasıl emin oldular?

Gece karanlıkları gibi, diyor ya Allah Rasulü (s.a.v.) belli ki göz gözü görmez hale geliyor böyle zamanlarda...

Bize bulaşmaz demek, kolay değil. İnsan bu. İçinde canavarları da taşıyor, melekleri de...

Şeytan insanın damarlarında dolaşıyor. (Ebu Davut, Sünnet, 18)

MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLERİNDEN DOĞAN FİTNE

Onun için Rasulullah “Yiğit adam güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman öfkesini yenendir” buyuruyor. Çünkü güreşte rakibi yenmek bir fizik güç meselesidir, çalışır, didinir o gücü bulursanız, başarırsınız. Ama öfke bir ruh durumudur ve damarlar kabardığı zaman onu dizginlemek kolay değildir. Hele o öfke, kitlesel hale gelir, bütün bir toplumu sürüklerse... Alın size linç ve toplumsal vahşet ortamı.

Kerbela’yı düşünelim.

Nasıl bir beladır o? Rasu­lul­lah’ın torununu katledip, başını kesip, mızrağa takıp, Şam’a götürmek nasıl bir beladır! Nasıl şenaattir! Nasıl insanlıktan çıkmaktır!

İnsanların kabirlerden çıkarılıp cesetlerinin dövüldüğü günleri düşünelim... (Abbasi – Emevi gerilimi)

Kabile - soy asabiyetinin asırlar içinde işlettiği cinayetleri...

Ve zamanımıza ulaşan “Grup nefsi”nin Müslümanların birbiriyle ilişkilerinde doğurduğu fitneleri...

Bir adam Rasulullah’ın elbisesinin yakasından tutup çekiyor ve “Ganimetleri adil dağıt” diyor. Ne desin Allah Rasulü bu adamın densizliği karşısında? “Eğer ben adil olmazsam başka kimden adalet bekleyebilirsiniz?” demek zorunda kalıyor.

Paylaşım anı zor bir an. İnsan Peygamber’le hukukunun ölçülerini kaybedebiliyor.

Böyle adam her zaman bulunur. Paylaşım zamanlarında insanların gözü Peygamberi bile görmeyebilir. İçimizde uyur bu acayip insan potansiyeli ve ölçülerimizi zayıf bulduğu, ya da imtihanın zorlu olduğu bir vasatta ortaya çıkıp, bizi başkalaştırabilir.

Savaş alanında ganimet toplandığını görünce, asla bırakmamaları gereken tepeyi korumayı bırakan Uhud’un okçularının yaşadığı imtihan da böyle bir imtihan...

İNSANIN YAŞADIĞI SAVRULUŞLAR

Bunlar Saadet çağında yaşanmış, bizzat Rasulullah şahit olmuş ve Kur’an tashih etmiş insanın insanlık icabı yaşadığı savruluşları...

Diyelim savaş zamanı... Vuruştuğunuz adam birdenbire kelime-i şehadet getiriyor. Ne yapacaksınız?

Onu öldürür ve gerekçe olarak da “Korkudan iman etti” derseniz, Rasulullah sizi “Neden iman eden bir kişiyi öldürdün, neden öldürdün, kalbini yardında mı baktın?” diye hesaba çekebilir.

Diyelim savaşta vuruştuğunuz adam, onu öldüreceğiniz zaman yüzünüze tükürüyor, ne yapacaksınız?

Orada adamı nefsinize hakaret etti diye öldürdüğünüz hissine kapılıp öldürmekten vaz geçmek, işte o, Hazreti Ali gibi bir kalbi disiplin kişiliğinin tavrı olur.

Rasulullah, bir zaman bir kısım insanların Kur’an okuyacaklarını ancak Kur’an’ın onların boğazından aşağı gitmeyeceğini bildiriyor.

Kim acaba onlar?

Hem Kur’an okuyup, hem de Kur’an’ın hayatlarına bir şey katmayacağı insanlar kimler?

Rasulullah, aynı hadisi şeriflerinde “Siz onların namazlarını görünce kendi namazınızı, oruçlarını görünce kendi orucunuzu küçümseyeceksiniz.” diye buyurur. (Buhari : 7.c.3381.s – 15.c.6798.) Yani onların görünüşteki ibadet hayatlarında bir sorun yoktur. Demek Kur’an’la ilişki, başka bir idrak işidir.

Hariciler, Hazreti Ali’ye hakem meselesinde karşı çıkarken “Hüküm Allah’ındır” (Yusuf suresi, 40) ayetini delil olarak ileri sürdüklerinde Hazreti Ali “Hak sözü söylüyorlar ama batılı kastediyorlar” diye mukabele etmişti. Evet, “Hüküm Allah’ındır” Kur’an ifadesi idi, Allah kelamı idi, ancak onu kendi hevanız için kullandığınızda batıla gerekçe yapabiliyordunuz.

Fitne zamanı ne zaman?

Bizler fitne zamanını yaşıyor muyuz?

Rasulullah Efendimizin koyduğu bir tarih yok.

“Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorulduğunda da Rasulullah bir zaman vermiyor ki bizler “Şu zaman kıyamet öncesi zaman” diyebilelim.

Bu durumda herkes, ve her toplum kendi hayatına bakacak ve sabaha mü’min olarak girip, akşama kafir olarak çıkılabilecek bir iklimden korunacak. Sabahlarını ve akşamlarını mü’min olarak tamamlamaya itina edecek. Damarlarında şeytanın dolaşmasına izin vermemek için damarlarını zaptu rapt altına alabileceği bir şahsiyet disiplini edinecek. Allah’ın Kitabı ile ilişkiyi, okudukları boğazından aşağı geçmeyenlerin ilişkisi olmaktan çıkarıp, onu “Hayatının kitabı” haline getirecek.

EN ZOR İŞ İSTİKAMETİ KORUMAK

İstikameti korumak... En zor iş bu.

Çalkantı insan ve toplum hayatının vazgeçilmez seyri. İnişler çıkışlar, zorluklar kolaylıklar, darlıklar bolluklar olacak. Bu kaçınılmaz.

Bazan zenginlik fitne olacak, bazan fakirlik. Bazan güç-kudret fitne olacak, bazan zaaf. Bazan savaşta fitne yaşanacak bazan barışta...

İstikameti korumak için çare ne?

Allah’ı görüyormuş gibi yaşama disiplini. Allah’ı unutmamak, Allah Teala’nın bizi gördüğünü unutmamak ve o an yaptığımız işin gücünü – kudretini O’nun verdiğini, o nefes almamızı kesse hiçbir şeye muktedir olamayacağımızı, onun için O’nun razı olmayacağı bir şeyi yapmaktan, nefesimizi kesmişçesine bir refleksle kaçınmak...

Vücut ve ruh kimyamızın bozulmamasına itina etmek...

Ve fitne zamanı yaşandığına inandığımız dönemlerde Rasulullah Efendimizin tavsiyeleri istikametinde “Boğulmak üzere olan insanın Allah’a yalvarması gibi Allah’a sığınmak, dua etmek...” (Beyhaki, Şuab, II, 367-1077)

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 369

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.