Fethin Babası 1. Murad Han

Murad Hüdâvendigâr, yirmi dokuz sene süren hükümdarlığı müddetince zaferden zafere koştu. Mağlûbiyet yüzü görmedi. Babasından devraldığı küçük bir beyliği, kısa zamanda yüce bir devlet hâline getirdi. İşte iz bırakan Osmanlı sultanının hayat hikayesi.

Halkı ve askeri tarafından çok sevilen 1. Murad Han, birçok ünvan ve lâkaplarla yâd olunur. Bunların başlıcaları:

Sultânü’l-guzât ve’l-mücâhidîn (gâzilerin ve mücâhidlerin sul­tâ­nı), Melikü’l-meşâyıh (mürşidlerin sultânı) Gıyâsü’d-dünyâ ve’d-dîn (dîn ve dün­ya işlerine imdâd edici, yardım edici), Ebu’l-feth (fethin babası), Es-sultânü’l-adl (adâletli sultan), Leysü’l-İslâm (İslâm’ın arslanı) Ve en meşhuru olarak da Hüdâvendigâr’dır. (mücâhid, kahraman, sahip ve hükümdar)

 

Murad Hüdâvendigâr, yirmi dokuz sene süren hükümdarlığı müddetince zaferden zafere koştu. Mağlûbiyet yüzü görmedi. Babasından devraldığı küçük bir beyliği, kısa zamanda yüce bir devlet hâline getirdi. Gerçekten babası Orhan Gâzi’nin vefâtında 95.000 km2 olan Osmanlı’nın toprakları, Murad Han devrinde 500.000 km2’ye ulaşmıştır.

İHLAS VE AZİM

Sultan Murad Han, yirmi dokuz senelik saltanatı müddetine 37 muhârebe sığdırmış, ömrünü harp meydanlarında geçirmiş ve ta­rihin ender şahsiyetlerinden biri olmuştur.

Bütün hris­ti­yanlık âleminin lideri olan Papa dahî, onun satvetine karşı âcizdi. Şâir bu ihtişâmı şöyle anlatır:

Çünkü ol Gâzî Murâd’a erdi baht,

Buldu ârâyîş anınla tâc ü taht...

O, ağabeyinin Rumeli’de başlattığı fütûhâtı, büyük bir ihlâs ve azim ile kısa zamanda geliştirdi ve Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Balkanlar kâmilen Türk topraklarına dâhil olmuş, Bizans, Bulgaristan ve Sırbistan, Osmanlılar’ın haraç-güzârı olmuştu.

Murad Han, fethettiği yerlere, devrin mânevî büyüklerini yerleştirdi. Oralara, zamanının en mükemmel ilim ve irfan müessesesi olan tekke ve zâviyeler inşâ ettirdi.

Ayrıca ciddî bir iskân siyâseti takip etti. Türkmen aşîretlerini getirip bu bölgelere yerleştirdi. Bu göçler sâ­ye­sinde torunlarının fütûhâtı, Viyana önlerine kadar ilerleyebildi. Rumeli’de beş yüz yıl devam edecek olan Osmanlı Devleti hâkimiyetinin temelleri atılmış oldu.

1.MURAD

KÜFFARA KARŞI GAZÂ ÜZERİNEYDİ

Osmanlı sultanları, küffâra karşı gazâ ve cihâd üzere iken, zaman zaman Anadolu’daki birtakım beyliklerin saldırılarına da mâruz kalıyorlardı. Nitekim Sultan Murad Han, Rumeli’de gazâ ve cihâd üzere iken de böyle bir durum vâkî oldu ve Karamanoğlu Alâaddîn Bey, Osmanlı topraklarına taarruz etti. Bunu öğrenen Hünkâr, son derece üzülerek yanındakilere:

“–Şu zâlimin yaptığına bakın! Bizler bir aylık mesâfede kâfirler ile cenk üzere olup gece gündüz gazâ eyleyelim, o da gelip müslümanların mülkünü yağma etsin! Ey gâziler! İmdi cihâdı bırakıp da ben nasıl müslüman kardeşlerime kılıç çekeyim?!.” diyerek tevhîd-i ümmet için Anadolu beyliklerine karşı sabır ve tahammül-fersâ müsâmahasını sergiledi.

ROMA'NIN VARİSİ BİZİZ!

Çünkü ceddi gibi o da, Anadolu beyliklerine düşman nazarıyla bakmı­yordu. Ayrıca, beylikleri kuvvet ve cebir yoluyla kendilerine râm etmeyi mahzurlu buluyor, böyle kurulacak bir vahdetin çok çabuk zevâl bulacağını biliyordu. Bu sebepledir ki onun ve diğer Osmanlı sultanlarının, Anadolu’da işi hep ağırdan almaları, bir zaaf eseri değil, kendileri gibi müslüman olan Anadolu’yu iknâ yoluyla birleştirip bütünleştirmeyi daha münâsip bulmalarındandır. Dolasıyla onlar, kesin bir mecbûriyet olmadıkça kuvvet ve zor kullanma yoluna başvurmamışlardır. Bu firâsetli ve uzun sabrın neticesi olarak Anadolu birliği, ancak Yavuz zamanında kurulabilmiştir. Ama öyle muhkem kurulmuştur ki, bütün Osmanlı topraklarının dağıldığı zamanlarda bile Anadolu, dimdik ve yek-vücut yapısını olduğu gibi muhâfaza etmiştir.

Babası Orhan Gâzi, velî ve şehîd bir pâ­di­şah olan Murad Hân’a yap­tığı va­si­yetinde:

“Nasıl Selçuklular’ın vârisi biz isek, Roma’nın da vârisi biziz!” buyurarak oğluna Avrupa’yı hedef göstermişti.

Sultan Murad Han da, kendinden sonra gelenlerin önünü açmış ve Avrupa’yı onların fethine âmâde bir hâle getirmiştir. Avrupa ova ve yaylaları, hâlâ onun cevvâl atının ayak izleri ile doludur.

Kaynak: Osmanlı, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.