Fakir Kimse Kestiği Kurban Etinden Yiyebilir mi?

Fakir bir kimse, Allah’a yaklaşmak ve kurban sevabına nail olmak maksadıyla bayram günü kestiği kurban etinden yiyebilir. Hatta böyle bir kimse, kendisi fakir ve ihtiyaç sahibi olduğundan, kurbanın etini fakir fukaraya dağıtmadan hepsini kendisine ayırabilir.

Fakir bir kişi kendi kestiği kurbanın etini yiyebilir mi” şeklindeki bir soru, şu şekildeki bir yanlış kabule dayanır: “Kurbanı dinen zengin olanlar keser. Bir kişi dinen zengin değilse ve buna rağmen kurban kesmek isterse, keseceği kurban “adak” yerine geçer. Adak kurbandan ise adak sahibi ve ailesi yiyemez.

Fakir kimsenin kestiği kurbanla ilgili böyle bir yaklaşım doğru değildir. Şöyle ki: Dinen zengin olmayan bir kişinin keseceği her kurban adak olarak nitelenemez. Zira adak, kişinin, bir işi veya dileği yerine gelirse Allah için kurban keseceğini kendi kendine vaat etmesiyle gerçekleşir. Bu kişinin adağı yerine gelirse bu kurbanı kesmesi gerekir.

BU KİŞİLERE KURBAN VACİP DEĞİL

Hâlbuki kurban bayramında kurban kesmek isteyen fakir kimse, bu ibadeti, o mübarek günlerde kurban sevabından mahrum kalmamak maksadıyla yapmaktadır. Bu kişinin kurban kesmesi vacip değildir. Yani dinen kurban kesmek mecburiyetinde değildir. Fakat kurban keserse bundan büyük sevap kazanacaktır. Bu yüzden de, kişi kurban keserek, Yüce Allah’ın rızasını ve kurban ibadetinin sevabını kazanmak istemektedir.  Ayrıca kestiği bu kurban ile hem kendisine hem de aile fertlerine gelebilecek kaza ve belaları önlemeyi ummaktadır. Dolayısıyla fakir bir kimse, bu niyetlerle kurban kesebilir ve etini de hem kendisi hem de aile fertleri yiyebilir.

Fakir kimsenin kurban kesmesiyle ilgili göz önünde bulundurulması gereken bir husus, bu kişinin borçlu olup olmadığıdır. Şayet fakir kimsenin herhangi bir borcu yoksa kurban kesmesi sevaptır ve Allah rızasına erme vesilesidir.  Fakat borcu varsa, önce borcunu vermelidir. Çünkü borç ödemek farzdır. Bu bakımdan fakir birisinin, borçluyken kurban kesmemesi veya borç alarak kurban kesmemesi daha iyi olur.

KAYNAK: Dr. Recep ÖZDİREK, Kurban İbadeti, Erkam Yayınları, 2007, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.