Faiz Neden Haram?

İslam’da faiz neden haramdır? Faiz alan, veren ve aracılık edenlerin hükmü nedir? Faiz (Ribâ) ile ilgili ayet ve hadisler...

Faiz (Ribâ) ile ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1. Câbir (r.a) şöyle der:

“Resûlullah faiz yiyene, yedirene, bu muameleyi yazan kâtibe ve şahitlerine lânet etti ve:

«–Onlar müsâvîdir...» buyurdu.” (Müslim, Müsâkât, 105-106. Ayrıca bkz. Buhârî, Büyû’, 24, 25, 113; Ebû Dâvûd, Büyû, 4/3333; Tirmizî, Büyû’, 2/1206; İbn-i Mâce, Ticârât, 58)

2. Abdullah bin Mesut Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Faiz yoluyla malını artıran herkesin âkıbeti, malının azalarak fakirliğe dûçâr olmasıdır.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 58; Hâkim, IV, 353/7892; Beyhakî, Şuab, IV, 392/5512; Taberânî, Kebîr, X, 223/10539)

3. Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemeyen hiç kimse kalmayacak! Kişi doğrudan yemese bile ona tozundan[1] bulaşacak.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 3/3331. Ayrıca bkz. Nesâî, Büyû’, 2/4452; İbn-i Mâce Ticârât, 58)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

İbn Mesut’a göre kazançların en şerlisi faizle elde edilen maldır.[2] Karşılıksız mal elde etme esâsına dayanan faiz/ribâ, büyük bir kul hakkı ihlâlidir. Zâhirde, insanlara yardım ve kolaylık gibi görünse de, hakikatte zor durumdaki insanların çâresizliğini istismâr etmekten başka bir işe yaramayan büyük bir musîbettir. Dînî ve ahlâkî duyguları söndüren ve ekonominin içini kemiren habis bir urdur. Enflasyonu artırmak sûretiyle zenginin daha çok güçlenmesine, muhtâcın da daha çok ezilmesine sebep olur. Böylece toplum kesimleri arasında derin uçurumlar meydana getirir. Hâlbuki meşhur iktisatçıların tâbiriyle ekonomik olarak en iyi seviyede bulunan toplum, enflâsyan ve faiz oranlarını sıfırlayan toplumdur.

Bunun yanında faizin; işsizliği artırmak, sun’î fiyat artışına yol açmak, diğergamlık, yardımlaşma, dayanışma, muhabbet, merhamet ve şefkat gibi ahlâkî duyguları zaafa uğratmak, bencilliği ve menfaatperestliği körükleyip para ve nüfuz kazanma hırsını kamçılamak gibi pek çok zararları vardır.

Faiz, insanları çalışıp kazanmak ve üretim ile meşgul olmaktan uzak tutar. Faize alışan insanlar, ziraat, zanaat ve ticaret gibi temel kazanç yollarını terk ederler. Geriye para ile para kazanmak kalır ki onun da karın doyurmadığı bir müddet sonra herkes tarafından anlaşılır.

Faiz, büyük çekişmelere ve ardı arkası kesilmeyen husûmetlere sebep olur. Akitler arasında, düşmanlık ve husûmete sebep olma bakımından faiz gibisi yoktur.

Faizin en kötü yönü de insanın ona mübtelâ/tiryaki olup bir türlü kurtulamayışıdır. Yorulmadan para ile para kazanmak, bazı insanların hoşuna gitse de bu durum fertlerin ve toplumun aleyhinedir. Hatta uzun vâdede toplumdaki emek-sermâye münâsebetlerini altüst ettiğinden, sonunda bizzat faiz yiyen kişilerin de aleyhine dönmektedir.

BÜTÜN DİNLERDE HARAM OLAN KAZANÇ

Faiz bütün dinlerde haram kılınan bir günahtır. Çünkü onun zararı açıktır. Âyet-i kerimelerde bunun Yahûdilere de yasaklandığı ifade edilir. (Nisâ 4/160-161)

Câhiliye döneminde Kureyşliler, faize batmış olmalarına rağmen, onun zararlarını ve haram oluşunu biliyorlardı. Nitekim Efendimiz’e Peygamberlik gelmeden beş sene evvel Kâ’be’yi tâmir edecekleri zaman, Mekke’nin ileri gelenlerinden Ebû Vehb bin Amr ayağa kalkarak:

“−Ey Kureyş cemaati! Kâ’be’nin inşâsına, kazancınızın ancak temiz ve helâl olanını karıştırın! Ona zina gibi gayr-i meşrû yoldan kazanılan mal, faiz parası veya herhangi bir kimseden zulüm yoluyla elde edilmiş para katılmasın!” demiştir. (İbn-i Hişâm, I, 210; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 305)

Kureyşliler helâl mal bulmakta zorlandıkları için Kâ’be’nin Hatîm kısmını açıkta bırakmak mecbûriyetinde kalmışlardır. Yani o dönemin müşrikleri, faizin Allah’ın evine yakışmayacak kadar necis olduğunu bildikleri hâlde kendilerini ondan bir türlü kurtaramamışlardır.

Bir müddet sonra İslâm gelerek, faizi yasaklamış, buna mukâbil ortaklık usûlüyle malı çalıştırıp büyütmeyi tavsiye etmiştir. Çünkü bu usûl herkesin faydasınadır. Bunun yanında “karz-ı hasen” denilen, “imkân nisbetinde Allah için borç vermeyi” teşvik etmiştir.

Bunların yanında İslâm, zekât ve sadakayı da emrederek topluma tam bir iktisâdî istikrâr ve nizâm kazandırmıştır.[3]

Câhiliye insanının alış veriş gibi normal bir akit kabul ettiği faiz, topluma iyice yerleşmiş olduğu için, Kur’ân-ı Kerim’de tedrîcen yasaklanmıştır. Çünkü insanları kökleşmiş âdet ve inançlarından vazgeçirmek oldukça zor bir iştir. Bu sebepledir ki, başta peygamberler olmak üzere bütün ıslahatçılar, insanlara yanlış fikirlerini ve kötü âdetlerini bıraktırmakta pek çok zorluklarla karşılaşmışlar, büyük meşakkatler çekmişlerdir. Bu sebeple hedeflerine ulaşabilmek için tedriç metodunu kullanmışlardır.

Cenâb-ı Hak, Mekke’de nâzil olan “İnsanların malları içinde artsın diye faize verdiğiniz mallar, Allah katında artmaz”[4] âyetiyle faizi kınamış ve ile­ride yasaklanacağına işaret buyurmuştur.

Medîne döneminin ilk yıllarında nâzil olan şu âyette faiz yemek, Yahûdilerin cezaya çarptırılmalarına sebep olan günahlar arasında zikredilmektedir:

“Yahûdilerin zulümleri, insanları Allah yolundan çokça alıkoymaları, menedildikleri hâlde faizi almaları ve haksız yere insanların mallarını yemeleri sebebiyle kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri haram kıldık ve içlerinden inkâra sapanlara acı bir azap hazırladık.” (Nisâ 4/160-161)

Bu âyetlerde faizin müslümanlara yasaklandığına dâir açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, faizin son derece kötü ve uzak kalınması gereken bir günah olduğuna işaret edilmiştir.

FAİZİ YASAKLAYAN AYETLER

Daha sonra nâzil olan şu âyetlerle de faiz Müslümanlara yasaklanmıştır:

“Ey iman edenler! Kat kat artırmak sûretiyle faiz yemeyin! Allah’a karşı takvâ sahibi olun ki felâha eresiniz. Kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının! Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ki rahmet-i ilâhiyeye nâil olasınız.” (Âl-i İmrân 3/130-132)

“Câhiliye ribâsı” denilen faiz uygulamasında fazlalık, ödemenin ertelenmesine da­yanıyordu. Alacaklı, ya işin başında borcun bir müddet sonra ödenecek olması sebebiyle bir fazlalı­ğı şart koşardı, ya da mevcut borcun vâdesi gelip de ödenemediğinde, erteleme kar­şılığında bir artış isterdi. Çoğunluk­la borçlar vâdesinde ödenemediğinden, faiz katlanarak artardı. Yukarıdaki âyet-i kerime “kat kat artırmak sûretiyle” kaydı ile bu vâkıaya işaret etmekte ve bunun vicdanlara sığmaz bir zulüm olduğunu anlatmaktadır. Dolayısıyla bu ifadelerden, ana paranın bir ve daha fazla katına ulaşmayan, yani kat kat olmayan faizin yasaklanmadığını düşünmek doğru değildir. Zira âyette mak­sat, yasaklamaya kayıt koymak değil, yasaklanan faizin giderek ulaştığı vahim netîceyi ve insanların zararına olan bir vâkıayı hatırlatmaktır.

Bu sebeple faiz, oranı az olsun çok olsun her çeşitiyle haramdır. Nitekim daha sonra nâzil olan şu âyet-i kerimede, “kat kat artırmak sûretiyle” kaydı zikredilmeksizin faiz mutlak olarak yasaklanmış ve bu hususta akla gelebilecek bazı sorular cevaplandırılmıştır:

“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimse gibi kalkarlar. Bu hâl onların «Alış veriş de faiz gibidir»[5] demeleri sebebiyledir. Hâlbuki Allah, alış verişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun hakkındaki hüküm Allah’a âittir. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.” (Bakara 2/275)

İbn-i Abbâs (r.a), bu âyetleri kastederek:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e indirilen en son âyet(lerden biri) faiz âyetidir” demiştir. (Buhârî, Tefsîr, 2/53)

Devam eden âyet-i kerimelerde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! Eğer gerçekten inanıyorsanız Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve faizden kalan alacaklarınızı terk edin! Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını bilin! Fakat tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara 2/278-279)

Allah Teâlâ faizin haram olduğunu öğrendikten sonra onu yemeye devam edenlere harp ilan ettiğini beyan ederek son derece şiddetli bir tehditte bulunmaktadır.[6] Bu durum faizin ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermeye kâfîdir. Bu ilâhî îkazlar karşısında kör ve sağır davranarak faiz yemeye devam edenlerin, nasıl perişan olduklarını bir vâkıa olarak her gün yeni yeni misalleriyle görüp durmaktayız.

VEDA HUTBESİNDE FAİZ MESAJI

Resûlullah de Vedâ Hutbesi’nde faizin haram kılındığını herkese ilan etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Câhiliye faizi kaldırılmıştır. Lâkin «Anaparalarınız si­zindir. Ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.»[7] Kaldırdığım ilk faiz, amcam Abbâs bin Abdülmuttalib’in faizidir. Onunki tamamen kaldırılmıştır.” (Bkz. Müslim, Hacc, 147-8; Ebû Dâvud, Büyû’, 5/3334; Tirmizî, Tefsîr, 9/3087)

Diğer bir hadis-i şeriflerinde Allah Resûlü, insanı helâke sürükleyen yedi şeyden birinin faiz olduğunu haber vermiştir. (Buhârî, Vasâyâ, 23; Tıb, 48; Hudûd, 44; Müslim, Îmân, 145)

Faizin ne kadar büyük bir günah olduğunu ifade eden başka ağır ifadeler de mevcuttur. Bunlardan birinde Resûlullah, faizin yetmiş çeşit günahından bahsederek:

“Bunların en hafifi kişinin annesi ile evlenmesi gibidir” demektedir. (İbn-i Mâce, Ticârât, 58; Hâkim, II, 43/2259; Beyhakî, Şuab, IV, 392-395)

Buradaki yetmiş rakamı bir sınır ifade etmek için değil, faizin günah ve zararlarının ne kadar çok olduğunu anlatmak için kullanılmıştır. Nitekim muhtelif rivâyetlerde yetmiş iki, yetmiş üç gibi rakamlar verilmektedir. Öyleyse faiz o kadar farklı yönlerden günah kazandırmaktadır ki, bunların hepsi de büyük vebal taşımaktadır. En hafifi bile insana en ağır ve en çirkin gelen bir durum gibidir.

FAİZ YİYENLERİN AZABI

Resûlullah Efendimiz’e faiz yiyenlerin azabının bir kısmı rüyâsında gösterilmiştir. Allah’ın Resûlü bunu şöyle nakleder:

“…Yürüdük. Nihayet kandan bir nehire vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış bir başka adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor ağzına bir taş atıyor, o da geri dönüyordu.”

Resûlullah bu adamın neden böyle azap gördüğünü sorduğunda melekler onun faiz yiyen kimse olduğunu söylemişlerdir. (Buhârî, Ta‘bîr, 48)

FAİZ YİYENLERİN AHİRETTEKİ CEZASI

Resûlullah Efendimiz, faiz yiyenlerin âhiretteki cezalarını gösteren diğer bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Miraç gecesi, bir kısım insanlara uğradım ki, karınları evler gibi iri idi. Karınlarının içi yılanlarla doluydu ve bunlar dışardan görünüyordu. Ben:

«–Ey Cibrîl bunlar kimlerdir?» diye sordum.

«–Bunlar faiz yiyenlerdir!» cevabını verdi.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 58)

PEYGAMBERİMİZİN LANETLEDİĞİ GÜNAH

Faiz yiyenlerin kabirde ve âhirette karşılaşacakları elîm azâbı haber veren başka rivâyetler de bulunmaktadır. Allah Resûlü, ümmetinin bu kötü durumlara düşmemesi için pek çok îkazlarda bulunmuştur. Meselâ, birinci hadisimizde haber verildiği üzere, ümmetini bu büyük günahtan uzaklaştırmak için, faiz yiyene, yedirene, faizli işlemler yapan memurlara ve bu tür anlaşmaların şahitlerine lânet etmiş, günah bakımından hepsinin eşit seviyede olduğunu bildirmiştir.

Burada “faiz yiyen”den maksat, onu alandır. İster yesin isterse yemesin fark etmez. Maldan faydalanma çeşitlerinin en mühimi ve bilineni, “yemek” olduğundan, istifâde etmek mânâsında çoğu zaman bu ifade kullanılır.

Peygamber Efendimiz’in faize yardımcı olan herkese lânet etmesi, İslâm toplumunda faizciliğe hiç yer olmadığını, kimsenin ona bulaşmaması gerektiğini en açık bir şekilde anlatmak ve bütün kötülük ve fesat kapılarını kapatmak içindir. Resûlullah, faiz konusunda o kadar titiz davranmıştır ki, en ufak bir boşluk bırakmamış ve bu konudaki ölçüleri son derece hassas bir şekilde ortaya koymuştur. Meselâ şu hadis-i şeriflere bakalım:

“Kim bir kimseye aracı olur, o da buna karşı bir hediye verirse, hediyeyi kabul ettiği taktirde, faiz kapılarından büyük bir kapıya girmiş olur (yaptığı hayrın ecrini zâyi eder).” (Ebû Dâvûd, Büyû’, 82/3541)

“Biriniz, kardeşine ödünç para verir de ödünç alan kimse, ona bir şey hediye ederse, kabûl etmesin veya bineğine bindirmek isterse ona binmesin. Ancak daha evvel aralarında hediyeleşmek ve yardımlaşmak cârî ise bu müstesna.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)

Demek ki faiz konusunda son derece hassas davranarak şüpheli şeylerden bile uzak durmak îcâb eder. Nitekim Hz. Ömer şöyle der:

“Kur’ân’dan en son nâzil olan (âyetlerden biri), ribâ/faiz hakkındaki âyettir. Binaenaleyh siz, faizi de faiz şüphesi olanı şeyi de (ribâyı da rîbeyi) terk ediniz.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 58)

FAİZ HARAMDIR

Burada Hz. Ömer’in maksadı, faizin en son haram kılınan ahkâm arasında bulunduğunu ve bu konuda nesih (hükmün değişmesi) gibi bir şeyin mevzubahis olmadığını ifade etmektir. Yani faizin haramlığı kesindir, bu sebeple ondan korunmak için âzamî derecede gayret sarfetmek, hatta şüpheli şeyleri bile terk etmek îcâb eder. Nitekim Ashâb-ı Kirâm da böyle yaparlardı. Hz. Ömer, Ashâb-ı Kirâm’ın bu konudaki titizliğini şöyle dile getirmiştir:

“Biz, faize düşme korkusu ile on helalden dokuzunu terk ettik.” (Ali el-Müttakî, IV, 187/10087)

Âlimlerimiz, şüpheli şeylerden kaçınmayı mendub kabul ederken, faiz şüphesi olan şeylerden sakınmanın vâcib olduğunu söylemektedir.

FAİZ MALI ARTTIRMAZ, AZALTIR

Faizin toplum için zararlı olduğu herkes tarafından kabul edilmekle birlikte, bazen fertlere faydası olduğu yönünde bir vehme kapılanlar olabilir. Ancak ikinci hadisimizde ifade edildiği üzere, faiz alarak malı artıyormuş gibi görünen insanın bu sevinci fazla sürmez, nihayetinde tersine döner ve âkıbeti hüsrân olur. Baştan malının bereketi gider, hiç hayrını göremez. Daha sonra çeşitli musîbetlerle malı azalır, hatta iflâs eder. Sonunda hem bu dünyada hem de âhirette yoksulluğa mahkûm olur.

Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“İnsanların malları içinde artsın diye faize verdiğiniz şeyler, Allah katında artmaz. Allah’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte o zekâtı verenler, asıl (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.” (Rûm 30/39)

“Allah faizi mahveder, sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.” (Bakara 2/276)

BİR GÜN HERKES FAİZ YİYECEK

Bu kadar zararlı ve veballi bir günah olmasına rağmen, insanların çoğu, zâhirine aldanarak faiz bataklığına saplanmaktadır. Hatta üçüncü hadisimizde haber verildiğine göre öyle bir zaman gelecektir ki, faiz yemeyen kimse kalmayacak, sonunda toplum o kadar bozulacak ki, kişi faiz yememek için gayret sarfetse bile tozuna bulaşacaktır. Çünkü toplumda yaşayan insan muhakkak beşerî münâsebetlerde bulunacak, misâfir olacak, hediye alıp verecek, düğüne bayrama gidecek, maaşını bankadan çekmek mecbûriyetinde kalacak. böylece faizden kendisini kurtaramayacaktır.

Bu duruma gelen bir toplumda insanlar o hâle gelecektir ki, helâl-haram kaygısı bile taşımayacaklardır. Çünkü rûhları ve kalpleri tamamen iflâs etmiş olacaktır. Resûlullah şöyle buyurur:

“Öyle bir zaman gelecek ki, kişi malı helâlden mi yoksa haramdan mı kazandığına hiç aldırmayacak.” (Nesâî, Büyû’, 2/4451)

Bu ifadelerden, “zamanımızda faizsiz bir toplum düşünmek mümkün değildir” gibi bir mânâ çıkarmak doğru değildir. Öyle olsaydı Cenâb-ı Hak faizi yasaklamazdı. Pekâlâ faizsiz bir hayat yaşanabilir ve bunun zannedilenden daha güzel olacağı da muhakkaktır. Nitekim bunu başaran toplumlar mevcuttur. Müslümanlara düşen vazife, faizin yayıldığı zamanlarda, ciddî bir mücâdele vermek sûretiyle onu hayatlarından çıkarmak ve faizden uzak, tertemiz bir toplum meydana getirmektir. Nitekim Peygamber Efendimiz’in “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, faiz yemeyen kimse kalmayacak. Kişi doğrudan yemese bile ona tozundan bulaşacak” sözünü, bu yönde bir îkaz olarak almak mümkündür. Yani zaman öylesine kötü bir hâl alacak ki, mü’minlerin o vasatta çok daha titiz davranmaları gerekecektir. Aksi takdirde, faiz yemeseler bile tozundan zarar görmeleri söz konusudur.[8]

Dipnotlar:

[1] Ebû Dâvûd’un bir rivâyetinde “buharı” şeklinde geçmektedir.

[2] İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 106/34552; Vâkıdî, III, 1016; İbn-i Kesîr, Bidâye, V, 13-14.

[3] Ecdâdımız, fakirlere sadaka verme hususunda edep, incelik ve nezâketin zirvesine çıkmışlardır. İffet ve hayâsı sebebiyle kimseden bir şey isteyemeyecek olanların gönüllerini rencide etmemek için muhtelif mekânlara “sadaka taşları” koymuşlardır. Hâli vakti yerinde olanlar gece karanlığında sadakalarını bu taşın tepesindeki çukura bırakırlardı. Semtin faziletli ve iffetli fakirleri ihtiyaçları kadar parayı oradan alırlar, fazlasına dokunmazlardı. On yedinci asır İstanbul’unu anlatan bir Fransız seyyah, üzerinde para bulunan bir taşı, bir hafta boyunca gözetlediğini, ancak oradan sadaka almaya gelen kimseyi göremediğini yazmaktadır.

[4] Rûm 30/39.

[5] Faiz; ölçü, tartı ve tür îtibâriyle aynı olan malları alıp verirken, karşılıksız olarak verdiğinden daha fazla almaktır. Muamelenin peşin veya veresiye olması farketmez. Bir adam bir başkasına altın, gümüş, buğday ya da hurma verse, sonra altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday ve hurmaya karşılık hurmayı tür veya ölçü olarak fazla alsa, işte bu fazlalık âyetlerin haram kıldığı faizdir; ödeme belli bir süre sonra olsa da durum değişmez. Tür, ölçü ve tartı açısından tam eşitlik gözetildikten sonra, altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş ve buğdaya karşılık buğday almanın hiçbir sakıncası yoktur. Bir adam bir başkasına altın verse karşılığında da gümüş veya arpa ya da hurma alsa yahut arpa verip karşılığında buğday alsa, ama tartı, ölçü ve tür olarak fazla alsa, bu aldığı kârdır, helâldir. Çünkü yapılan iş, peşin veya veresiye şeklinde de olsa, neticede alış veriştir.

Değişik türden olan iki mal üzerinde yapılan alış veriş esnasında bir miktar artırarak almak, emeğin, vaktin, malın ve meşguliyetin karşılığıdır. Hâlbuki denk türlerin, malların ve miktarların el değiştirmesinde fazladan bir miktar almak, karşılığı bulunmayan bir artırmadır. (İzzet Derveze, et-Tefsîru’l-hadis, V, 309-310)

[6] Bir de Mâide Sûresi’nin 33. âyetinde yeryüzünde fesat çıkaran ve yol kesen kimseler için buna benzer bir ifade kullanılmıştır: “Allah ve Resûlü’ne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya (hak düzeni bozmaya) çalışanların cezası…” Resûlullah, Allah’ın harp ilan ettiği üçüncü bir grubu daha zikreder. Onlar da Allah dostlarına düşmanlık edenlerdir. (Buhârî, Rikâk, 38) Bunlardan başka hiçbir âsî ve günahkâra, bu derece şiddetli bir tehditte bulunulmamıştır.

[7] Bakara 2/279.

[8] Faiz hakkında tafsîlat için bkz. İsmail Özsoy, “Faiz” mad., Diyanet İslâm Ansiklopedisi, XII, 110-126; a.mlf., Faiz ve Problemleri, İzmir 1993.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

FAİZ (RİBA) NEDİR? FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Faiz (Riba) Nedir? Faizle İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.