Fahreddin-i Acemî Kimdir?

Osmanlı Devleti'nin ikinci Şeyhülislâm Fahreddin-İ Acemî kimdir?

Fahreddin-i Acemî, İlk Osmanlı şeyhülislâmlarındandır.

FAHREDDİN-İ ACEMÎ’NİN HAYATI

Hayatının ilk devreleri hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. İlk tahsilini İran’da yaptığı ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin yanında yetiştiği belirtilir. Osmanlı ülkesine gelişinin Çelebi Mehmet döneminde 820’li (1417) yılların başlarında olduğu sanılmaktadır. Bursa’da kendisi gibi İran’dan gelen Burhâneddin Haydar Herevî’den hadis okuyup İcazet aldı ve Molla Şemseddin Fenârî’nin oğlu Mehmet Şah’ın hizmetine girerek Sultaniye Medresesi’nde onun muîdi oldu. Bazı medreselerde müderrislik yaptıktan sonra 834’te (1430-31) II. Murat tarafından günlük 30 akçe ile başşehir Edirne’ye müftü (müftilenâm, şeyhülislâm) tayin edildi. Görevi sırasında kanaatkâr bir hayat sürerek padişahın yevmiyesini arttırmak istemesine dahi karşı çıktı ve aldığı paranın kendisine yettiğini, ihtiyaç fazlası paranın helâl olmayacağını söyleyerek onun takdirini kazandı.

HURUFİLİĞİN OSMANLI’YA YAYILMASINI ÖNLEYEN ŞEYHÜLİSLAM

Fâtih Sultan Mehmet, zamanında da müftülük görevine devam eden Fahreddîn-i Acemî, padişahı etkileri altına alan Hurûfîlerin bertaraf edilmesinde önemli rol oynadı. Fazlullah-ı Hurûfî taraftarlarının fikirlerine iltifat etmesinden ve bunların saraya kadar girmelerinden endişeye kapılan Veziriâzam Mahmut Paşa durumdan onu haberdar ederek fikirlerini dinleyip çürütmesi için bir plan tertip etti. Fazlullah-ı Hurûfî taraftarlarını konağına davet edip salonun bir köşesine gizlediği Fahreddîn-i Acemî’nin Hurûfilerin fikirlerini bizzat dinlemesini sağladı. Yemek sırasında sapık fikirlerini ortaya koyan Hurûfileri dinleyen müftü saklandığı yerden çıkarak onların fikirlerini çürüttü. Hatta Hurûfîleri saraya kadar takip ederek Fâtih’in huzurunda bir kere daha sert bir şekilde azarladı. Sonra da Edirne’de Üç Şerefeli Camiî’de münazaraya davet etti. Halk huzurunda yapılan münazarada bunların sapıklıklarını ve dinsizliklerini ortaya koyarak yakılmak suretiyle idamlarına fetva verdi ve bu hüküm hemen infaz edildi.

Otuz yıldan fazla bir süre müftülük makamında bulunan Fahreddîn-i Acemî ulemâdan olan babasından Sahîh-i Buhârî’yi nakil ve rivayete icazetli idi. Pek çok âlim kendisinden hadis dersleri almıştı. Mecdî’ye göre Hayreddin Halil b. Kāsım ondan ders gördüğü gibi Alâeddin Arabî Edirne Dârülhadisi’nde iken onun muîdi olmuş, Taşköprizâde’nin babası Hocazâde yine ondan icâzet almıştı.

FAHREDDİN-İ ACEMÎ NE ZAMAN VE NEREDE VEFAT ETTİ?

Edirne’de vefat ettiği anlaşılan Fahreddîn-i Acemînin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Taşköprizâde ve Mecdî biyografisinden bahsederken vefat tarihini vermezler. Ancak Mecdî’nin 870’te (1465-66) onun yerine Molla Abdülkerim’in müftü tayin edildiğini belirtmesi (Şekāik Tercümesi, s. 177) vefat tarihinin 870’e doğru olduğunu düşündürmektedir. Müstakimzâde, Rifat Efendi ve onlardan naklen İ. Hami Danişmend ise bu tarihi 865 (1460-61) olarak gösterirler. Babinger’in verdiği 4 Cemâziyelâhir 873 (20 Aralık 1468) tarihi (Mahomet II, s. 327) herhangi bir kaynağa dayanmamaktadır.

FAHREDDİN-İ ACEMÎ’NİN KABRİ NEREDEDİR?

Mezarının Dârülhadis Camiî mihrabı önünde olduğu belirtilir. Edirne’de Üç Şerefeli Camiî’nin yanında Horozlu ve Şeceriye Medresesi denilen bir medresesi vardır. Saraçhane’de Horozlu Yokuşu’ndaki bu medrese daha sonra yıkılmış ve yerine 1295’te (1878) Vali Kadri Paşa tarafından ıslahhane yaptırılmış, ardından da bir sanayi mektebi inşa edilmiştir.

Kaynak: Prof. Dr. Cahit Baltacı, Fahreddin-İ Acemî, DİA

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.