Fadl İbni Abbas (r.a.) Kimdir?

Fadl ibni Abbas (r.a.) kimdir? İşte Fadl ibni Abbas’ın (r.a.) hayatı...

Fadl ibni Abbas (r.a.), Efendimiz’in amcası Hazret-i Abbas’ın (r.a.) büyük oğlu!. Ümmetin fakihi ve ilim denizi diye anılan Abdullah ibni Abbas’ın (r.a.) kardeşi!. Veda Hacc’ında Fahr-i Kâinat Efendimiz’in terikesinde Müzdelife’den Mina’ya kadar gelen bir bahtiyar!.. “Redîfu’r-Rasül” lakabı ile tanınan bir genç sahâ­bi!

O, Kureyş kabilesinin Hâşimi koluna mensup bir genç olarak Mekke’de doğup büyüdü. Babası Hazreti Abbas (r.a.), annesi, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hanımı, mü’minlerin annelerinden Hazreti Meymûne Annemiz’in kız kardeşi Lübâbe binti Hâris’tir.

RESÛLULLAH’IN YOL ARKADAŞI

Fadl ibni Abbas (r.a.) Bedir Gazve­sin’den önce Müslüman olmasına rağmen (İbn Sa’d, Tabakât, IV, 37) müşriklerden çekindiği için Müslümanlığını açığa vuramadı. Uzun müddet bu şekilde yaşadı.

O ancak, Mekke fethinden önce babası Hazreti Abbâs ile birlikte Medine’ye hicret etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in huzurunda bulunarak kalbini İslâm’ın nûruyla doldurmaya çalıştı.

O, ilk defa Rasûlullah Efendimiz’le birlikte bir gazaya katılma şerefini elde etti. Mekke fethinde bulundu. Daha sonra Huneyn gazasına iştirak etti.

O, her iki gazvede de büyük kahramanlıklar gösterdi. Huneyn’de bir ara ashabın dağılması üzerine o, büyük bir dirâyet ve fedakârlık gösterdi. Efendimiz’in yanından hiç ayrılmadı. Sağında solunda arkasında ve önünde Havâzin kabîlelerine karşı kahramanca çarpıştı.

Fadl ibni Abbas (r.a.), Veda Hacc’ında Resûlullah Efendimiz ile yol arkadaşı oldu. Beraberce aynı deveye bindi. Bunun için ona “Redîfu’r-Rasül” lâkabı verildi. O günden sonra “Rasûlullah’ın yol arkadaşı” diye tanındı.

Fadl ibni Abbas, güzel saçlı, ak benizli, yakışıklı bir gençti. Bu yolculukta genç bir delikanlı olarak başından bir hadise geçti. Efendimizle aralarında geçen bu hatıra şöyledir:

Resül-i Ekrem ile Müzdelife’den Mina’ya dönerken Yemen’li Has’am kabilesinden genç ve güzel bir kadın bir mesele sormak için Efendimize yaklaştı. Fadl ona bakmaya başladı. Durumu farkeden Resül-i Ekrem Efendimiz elini Fadl’ın yüzüne tuttu. Fadl ise, yüzünü öbür tarafa çevirerek bakmaya başladı. Bu sefer Efendimiz elini öbür tarafa çevirip, Fadl’ın yüzünü tekrar kapadı. Fadl ise yüzünü öbür tarafa çevirerek baktı durdu. (Buhârî, Hac 1, Cihâd 154, 162, 192, Edeb 68; Müslim, Hac 407, Fedâilü’s-sahâbe 135, 137.)

MAHŞERDE İNSANLAR HESAP VERECEK

Resül-i Ekrem Efendimiz, gözüne sahip olamayan, bakmaktan kendisini alamayan genç sahabi Fadl’a şöyle ikazda bulundu:

“Kardeşimin oğlu! Bu gün, kişinin, kulağına, gözüne, diline sahip olup yargılanacağı bir gündür!” buyurdu. Mübarek eliyle de yüzünü çevirdi. (Buhari, c.2, s.218; Tirmizi, c.3, s.332; Müsned,I, 329; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, c.8, s. 163-164)

Hazret-i Abbas (r.a.) Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, Fadl’ın yüzünü başka tarafa çevirdiğini görünce: “Yâ Resûlallah! Amcanın oğlunun yüzünü ne için çevirdin?” diye sordu. Efendimiz de: “Bir delikanlı ve bir genç kız!... Aralarına şeytanın girmeyeceğine emin olamadım!” buyurdu. (Tirmizi, c.3, s.235.)

Fadl ibni Abbas radıyallahu anh, Resûlullah Efendimiz’in yakın hizmetinde bulunan genç sahabilerdendir. Teyzesi Meymûne radıyallahu anha annemiz vasıtasıyla Efendimiz’in hâne-i saadetlerine rahat girer ve hizmetlerinde bulunurdu. Bundan dolayı olacak ki Efendimiz hastalığının son devrelerinde hep Fadl’dan söz etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, V, 212, İbn Abdi’l-Berr, İstiâb, V, 535).

O, İki Cihan Güneşi Efendimiz’in dâr-ı beka’ya irtihalinden sonra gasil ve tekfininde hazır bulunmuş, suyunu dökmüş, Hazreti Ali radıyallahu anh da yıkamıştır.

Fadl ibni Abbas’tan (r.a.) yirmi dört hadis rivâyet edildiği nakledilmiş ve üç tanesinin müttefekun aleyh olduğu söylenmiştir. Onlardan birkaç tanesi şöyledir:

İbni Abbas veya Fadl İbni Abbâs veya bunlardan biri bir diğerinden şöyle nakletmiştir:

“Resûlullah buyurdular ki: “Kim hacc yapmak isterse acele etsin. Çünkü olur ki insan hastalanır, (bineği) kaybolur, (gitmeye mani) bir iş zuhûr eder.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 1)

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN NAMAZ KILMA ŞEKLİ

 Fadl ibni Abbâs radıyallâhu anhümâ anlatıyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün:

“Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek’atte bir teşehhüd vardır. Namazda huşû duyulur (tazarrûda bulunulur), temeskün (tezellül) izhâr edilir. Ellerini kaldırırsın” buyurdu. Peşinden de şöyle dedi:

“Ellerini, içleri kendi yüzüne dönük olarak Rabbine kaldırır, isteklerini (ısrarla tekrar edip söyleyerek) “Ya Rabbi! ya Rabbi! ya Rabbi!..” diyerek istersin. Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir” buyurdu. (Tirmizî, Salât: 283, (385); Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 8/509.)

NAMAZDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Bu hadis-i şerifin şerhinde namazda takınılacak edep hali sayılmakta ve şu hususlara dikkat çekilmektedir:

* Tehaşşû: Huşû duymak mânâsına gelir. Hudû’ya yakın bir mânâ taşır. Ancak hudû göz, kulak, beden, ses gibi zâhire akseden ahvaldeki saygı tavrıdır. Huşû ise daha ziyade kalbteki saygı halidir. Yani kısaca “hudû bedendedir, huşû ise göz, beden ve sestedir.”

Tehaşşû’yu sükûn ve tezellül olarak anlayan ve hudû ile mânâ yakınlığı içinde gören şârihler buna delil olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini gösterirler:

لَوْ خَشَعَ قَلْبُهُ لَخَشَعَتْ جَوَارِحُهُ

«...eğer onun kalbinde huşû olsaydı, dış organlarında da huşû (sükûnet, saygı hali) olurdu.»

* Tazarrû: Tezellül, taleb ve rağbette mübalağa etmek şeklinde tarif edilir.

* Temeskün: Kişinin kendinden meskenet (fakirlik) izhar etmesidir. Bu da tezellül ve hudû mânâsı taşır.

* Eller duâ edenin yüzüne dönük vaziyette kaldırılıp, talepler ısrarla tekrarla, yalvarıp yakararak Allah’tan istenecektir.

* Son olarak namaz edebiyle ilgili olarak sayılan hususlar yapılmazsa o namazın nâkıs olacağı belirtilmiştir.

Şu halde namaz, sadece farz ve vâciblerin edasıyla kemâlini bulmuyor. Onu tamamlayan âdâblara da riayet etmek gerekmektedir. Aksi takdirde ihmal edilen âdâb sayısınca namazda eksiklikler artacaktır. (Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 8/509-510.)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN NAMAZ ÂDÂBI

Fadl ibni Abbâs (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah, bizi köyümüzde ziyaret etti. O sırada bizim bir küçük köpekle bir dişi eşeğimiz vardı. Bu ikisi önünde bulundukları halde ikindi namazı kıldı. Hayvanları ne azarladı ne de geriye kovaladı.” (Ebû Dâvud, Salât: 114, (718); Nesâî, Kıble: 7, (2, 65); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhiı 9/31)

Fadl ibni Abbas (r.a.) akıllı, firasetli ve zeki bir gençti. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in huzurunda edeb ve muhabbetle durur, asla gaflete düşmezdi. Ondan gelecek hayra bütün dikkatiyle kalbini açık tutardı. Fem-i seadetlerinden zuhur eden sözleri hem kalbi hem de zihni olarak zaptederdi. Onun bu tavrı şu hadis-i şerifte yakınen görülmektedir.

Sehl İbni Sa’d (r.a.) şöyle dedi: “Resûlullah’a içecek bir şey getirdiler. O da içti. Bu sırada sağ tarafında bir çocuk, sol tarafında yaşlılar oturuyordu.

Resûl-i Ekrem, çocuğa dönerek: “-Bunu yaşlılara verebilir miyim?” diye sordu. Çocuk: “- Hayır yâ Rasûlallah! Senden kazanacağım hayrı kimseye bağışlayamam” dedi.

Resûlullah da kabı çocuğun eline verdi.(Buhârî, Şirb ve’l-müsâkât 1, 10, Mezâlim 12, Hibe 22, 23; Eşribe, 19; Müslim, Eşribe 127)

İSLÂM’DA SAĞDAN BAŞLAMANIN FÂZİLETİ

Enes İbni Mâlik’in anlattığı böyle bir olay daha var. Bu olay Enes’lerin Kubâ’daki evinde geçmiştir. O sırada Hazreti Peygamber’in sağında bir bedevi, solunda Hazreti Ebû Bekir radıyallahu anh oturuyordu. Karşısında da Hazreti Ömer radıyallahu anh vardı.

Hz. Peygamber, süt içmek istedi. Hemen bir koyun sağdılar. Süte biraz su kattılar ve Resûlullah’a ikrâm ettiler. Efendimiz sütü içince, Hazreti Ömer süt kabının önce bedeviye verilmesinin Hazreti Ebûbekir’i gücendireceğini düşünerek:

- Yâ Resûlallah! Sütü yanı başınızda duran Ebûbekir’e verin, dedi.

Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazreti Ömer’in dediğini yapmadı. Sütü bedeviye verdi. Sonra da:

- “el-Eymene, fel-eymene: Önce sağdakine, sonra onun sağındakine” buyurdu.

Bir başka rivayete göre ise üç defa:

- “el-Eymenûne: Sağdakilere, sağdakilere, sağdakilere!” buyurdu (Müslim, Eşribe 126).

Böylece Efendimiz İslâmiyet’te sağın, sağdan başlamanın önemini belirtmiş oldu.

Bu olayların birkaç defa meydana geldiği, hatta bir defasında, hadisimizde sözü edilen çocuğun Abdullah İbni Abbas’ın kardeşi Fazl İbni Abbas olduğu rivayet edilmektedir.

ŞEYTAN TAŞLAMA

İbni Abbâs radıyallahu anhü­mâ anlatıyor: “Hazreti Üsâme radıyallahu anh Arafat’tan Müzdelife’ye kadar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın terkisinde idi. Sonra Müzdelife’den Mina’ya kadar da Fadl İbni Abbâs’ı terkisine aldı. Her ikisi de: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in büyük şeytanı (Cemretu’l-Akabe) taşlayıncaya kadar telbiyeyi bırakmadı” demiştir.” (Müslim, Hacc 266, (1281); Tirmizî, Hacc 78, (918); Ebu Dâvud, Menâsik 28, (1815).

Fadl ibni Abbas radıyallahu anh’ın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’in dâr-ı beka’ya irtihalinden sonra İslâm ordusuyla birlikte Suriye seferine katıldığı nakledilmektedir. Bundan sonraki hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu sebeple kaynaklar onun nerede ve ne zaman öldüğü hususunda çelişkili bilgiler vermektedir.

Bazı kaynaklar onun Filistin’de Ecnâdeyn Sava­şı’na katıldığını, Hazreti Ömer radıyallahu anh’in halifeliği devrinde (639) Amvâs veba salgınında Ürdün civarında öldüğünü ve Filistin’de Remle şehrindeki eski bir kabristana gömüldüğünü ileri sürmektedirler. Bazıları da (634) yılında Hâlid b. Velîd kumandasında cereyan eden Mercisuffer Savaşı’nda şehid edildiğini söylemektedir. (İsâbe, V, 212).

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 357

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.