Evrendeki Muhteşem Denge

Evrendeki muhteşem denge nasıl? Yaratılan her mahlukatın kusursuz bir düzende işleyişi, doğumlar, ölümler, insanın yaratılışı ve tabiat Allah'ın (c.c) varlığının en güzel göstergeleridir...

“…Rahmân olan Allâh’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (hiçbir nizamsızlık ve bozukluk tespit edemeden) âciz ve bitkin bir hâlde sana dönecektir.” (elMülk, 3-4)

Su, H2O; yani iki hidrojen, bir oksijenden oluşuyor. Biri yanıcı, biri yakıcı. Eğer oksijen ve hidrojen serbest kalsa, her şey birbirine girer, hayat mümkün olmaz. Ancak ne büyük bir sanat ve kudrettir ki, Cenâb-ı Hak, yanıcı ile yakıcıyı birleştiriyor ve onu, yani suyu, bütün mahlûkat için bir hayat kaynağı hâline getiriyor.

Su, kirlendiğinde semâya çıkıp en güzel şekilde temizleniyor ve tekrar rahmet olarak yeryüzüne iniyor.

Bir balık, suyun içindeki oksijenle yaşarken, sudan çıkınca ölüyor. Hâlbuki havadaki oksijen, sudakinden daha fazla…

Toprak, verimini devam ettiriyor. Ya ettirmese?

Her çiçek kendi mevsiminde açıyor. Her meyve-sebze, kendi mevsiminde veriyor. Sanki her birinin altında birer bilgisayar var.

Hepsi kendi hududu içinde. Hepsi ilâhî bir tanzim içinde. Muhteşem bir ekolojik denge…

KAİNATTAKİ MUHTEŞEM DENGE VE MÜKEMMEL NİZAM

Kâinattaki bu kadar mükemmel nizam, bu kadar ince ve hassas denge karşısında, insanın boş yere yaratıldığını zannetmesi ve diğer mahlûkat gibi sorumsuz yaşamaya kalkışması, kalbin karanlık bir virane olmasından başka bir şey değildir.

Hâsılı kâinattaki her harekete çok ince ve tam yerinde bir ölçü konulmuştur. Bu ölçülerde en ufak bir artma veya eksilme olsa, şu gördüğümüz nizam ve âhenk, hemen bozuluverir.

Cenâb-ı Hak, bu nizâmı insanın hizmetine vermiştir. Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtfu olmak üzere) size âmâde kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13. Ayrıca bkz. Lokmân, 20)

 “Göğü Allah yükseltti ve mîzânı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın!” (er-Rahmân, 7-8)

“VER GÖZÜNÜ, AL DÜNYAYI!” DESELER, KİM DEĞİŞİR?

İnsana baktığımız zaman da bu ilâhî tanzim göze çarpıyor:

İnsan kendisine bir baksın. Hiçbir eksiği var mı? Hiç vücudunda fazladan bir kemik var mı? Yahut eksik bir kemik var mı vücudumuzda?

Neye ihtiyacın var; iki ayak lâzım, Cenâb-ı Hak iki ayak ihsân ediyor. İki kol gerekli, iki kol ihsân ediyor. Gözümüz, kulağımız, nerede yer alacak; başta. Başka bir yerde değil, başka mekânda değil.

Meselâ insan tek ayaklı olsa yürüyemez veya ayaklarının biri diğerine göre daha uzun olsa rahat hareket edemezdi. Tek kolu olsaydı işlerini düzgün yapamazdı. Göz, kulak, dil, hepsi ayrı bir tanzim. Biri olmasa, vücudun âhengi ve dengesi bozuluyor.

Bugün; “Ver gözünü, al dünyayı!” deseler, kim değişir?!.

Her hücre kendi vazifesini icrâ edeceği uzvun içinde yer alıyor. İnsana daha bir nutfe hâlindeyken sanki bir koşu düdüğü çalınıyor; her hücre, kendi vazifesini yapacağı uzva koşuyor. Göz hücresi, kalbe gitmiyor. Kalp hücresi karaciğerde yer almıyor. Vücudun sıhhat ve dengesi, bütün uzuvlardaki bu âhenge bağlı.

Velhâsıl bütün kâinât, Cenâb-ı Hakk’ın ilâhî kudret ve azamet sergisi. Cenâb-ı Hak onu, insan idrâkine göre tanzim etmiş. Yeter ki insan, kalbindeki muhabbetle baksın, ibretle baksın, tefekkürle baksın, takvâ ile baksın…

Mü’min de kâinattaki bu ilâhî ahengi taşıyacak. İbadetler, ahlâk, muâmelât, bir zarâfet içinde olacak.

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzûrumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

Mahlûkat, insan için yaratıldı. İnsan da Allâh’a kulluk için. Yoksa yaratılışın bir mânâsı olmazdı.

Bu kadar ilâhî azamet karşısında inanmamak, kalbin âmâ olmasıdır. Cenâb-ı Hakk’ı inkâr etmek mümkün değil. Her şey Cenâb-ı Hakk’ın şâhidi durumunda.

Cenâb-ı Hak, ateist zihniyetteki gâfillere, ilzâm edici bir üslûpla soruyor:

“Acaba onlar herhangi bir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?” (Tûr, 35)

HİÇ KENDİ KENDİNE YARATILAN BİR ŞEY VAR MI?

Soruyor Cenâb-ı Hak: Hiç kendi kendine yaratılan bir şey var mı?

Onun için ateizme, inançsızlığa sürüklenmenin en mühim sebebi, kâfir ve fâsıklarla beraberliktir. Onlarla zâhirî beraberlik, zamanla zihnî beraberliğe, o da neticede kalbî beraberliğe götürüyor.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Semud Kavmi’nin asırlar önce azâba uğramış enkazından geçerken, ashâbını îkaz buyurdu:

“Buradan hızlı ve hüzünlü geçin, su almayın, aldığınızı da dökün!”[1]

Bugün sabah-akşam ekranlardan, telefonlardan, televizyonlardan ve kirli sokaklardan ehl-i küfrün neşriyâtını seyreden, propagandalarına mâruz kalan insanımızın hâlini bir düşünelim.

Eğer eğitim, tâlim ve tedrisat gayretlerimizi bırakırsak, emr-i bi’l-mâruf, nehy-i ani’l-münker çalışmalarımızı hakkıyla gerçekleştirmezsek, bizim evlâtlarımız başkalarının nesilleri olur.

Âyette şeytanın mallara ve evlâtlara ortak olacağı ifade ediliyor.[2]

Evlâdın biyolojik anne-babası olmak, bir şey ifade etmiyor. Onu şeytan emziriyorsa, ehl-i küfür besliyorsa, onların evlâdı oluyor.

Bu hususa çok dikkat etmemiz lâzım…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genç Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Aralık Sayı: 147

İslam ve İhsan

İMANIN DELİLİ

İmanın Delili

ATEİZM VE DEİZM FİTNESİ

Ateizm ve Deizm Fitnesi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.