Esmaül Hüsna Nedir?

Esmaül Hüsna nedir, ne anlama gelir? Esmaül Hüsna, ne demek? Allah’ın güzel isimleri (99 ismi ) nelerdir? Esmaül Hüsna’nın fazileti ve sırları. Şifa ve sırlarıyla Esmaül Hüsna.

Esma-ül Hüsna, ne demektir? Allah’ın güzel isimleri nelerdir? Allah’ın 99 ismi ve anlamı nedir? Esma-ül Hüsna’nın fazileti ve sırları nelerdir? Esma-ül Hüsna duası nasıl yapılır? Esma-ül Hüsna ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? İşte şifa ve sırlarıyla Esma-ül Hüsna...

Esma-ül Hüsna, Allah’ın isimleri için kullanılan bir tabirdir. Esma-i Hüsna 99 isimle sınırlı değildir, derin mânâlar taşır. İşte Esma-i Hüsna gerçeği... İsmin çoğulu olan esmâ ile “güzel, en güzel” anlamındaki hüsnâ kelimelerinden oluşan Esmâ-i Hüsnâ (Esmâü’l-Hüsnâ) terkibi naslarda Allah’a nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur’an’da geçen ilâhî isimler 100’den fazladır; muhtelif hadislerde Allah’a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâ-i Hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.

ALLAH’IN İSİMLERİ NEDEN EN GÜZELDİR?

Esmâ-i Hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi “güzel” mânasında sıfat veya “en güzel” anlamında ism-i tafdîl sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah’ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez.

ALLAH’IN İSİM VE SIFATLARI NELERDİR?

ESMAÜL HÜSNA’NIN FAZİLETLERİ

İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebûbekir İbnü’l-Arabî şöyle sıralamaktadır:

1. Esmâ-i Hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.

2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.

3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.

4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için Esmâ-i Hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.

5. Esmâ-i Hüsnâ Allah için vâcip, câiz ve mümteni‘ olan sıfatları içermesi sebebiyle O’nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir. Fahreddin er-Râzî ise hüsnânın bu mânalarından Allah’a ait olanları zikretmekle yetinerek O’nun hakkında kullanılacak güzel kavramının kemal ve celâl niteliklerini dile getirdiğini ifade etmiştir.

ESMAÜL HÜSNA’NIN ANLAMLARI VE FAZİLETLERİ

İMAM MATÜRİDİ’DEN SORULAR

İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından O’nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi bakımından tanınabilir. Bundan dolayı Esmâ-i Hüsnâ bilgisi, Allah - âlem ilişkisine ışık tutması ve sonuçta Allah’ı tanıtması açısından önem taşımaktadır. Yaratıklara benzetme (teşbih) endişesiyle Allah’a isim veya sıfat nisbet etmekte tereddüt gösteren filozofların aslında nefiy değil ispat konumunda kaldıklarını belirten Mâtürîdî, ilâhî isimleri benimsemek istemeyenlere şu soruların yöneltilmesini önerir:

Evrenin yaratılışını kime nisbet ediyor ve hangi dini benimsiyorsunuz? Neye tapınıyor, hangi varlığa karşı dua ve niyazda bulunuyorsunuz? Dinî emir ve yasakları hangi kaynaktan alıyorsunuz? Mâtürîdî bu sorularıyla, büyük yaratıcının sadece zihnî bir varlık olmayıp fiilen de mevcut bulunduğunu, O’nun ancak isim ve sıfatları yoluyla aklen idrak edilebileceğini vurgulamak istemektedir. Şunu da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlâlleri yanında gönül hayatı bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında Esmâ-i Hüsnâ’nın vazgeçilmez bir rolü vardır.

İLAHİ İSİM KULUN KALBİ GİBİDİR

İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren âmillerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber’den rivayet edilen dua metinlerinde Esmâ-i Hüsnâ’nın çokça yer alması dikkat çekicidir. (Nevevî, el-Eźkâr, s. 111-113, 117, 348, 350) Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre insan ve genel olarak kâinat ilâhî isimlerin bilinmesi ve tecelli etmesine vesile olmuştur. Kulun çeşitli halleri ilâhî isimlerin farklı tecellileriyle bağlantılıdır. “Her kulun haline uygun düşen ilâhî bir isim vardır ki onun Rabbi o isim sayılır; kul bir bedendir, ona tekabül eden ilâhî isim ise onun kalbi gibidir.” (et-Fütûĥât, I, 41-42)

ESMA-ÜL HÜSNA TEVHİD AKİDESİNİ ZEDELER Mİ?

Allah’ı birden fazla isimle anmak veya bazı sıfatlarla nitelendirmek acaba İslâm’ın çok önem verdiği tevhid ilkesini zedeler mi? “Zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilen mâna” şeklinde tarif edilebilen isim veya sıfatlar zihnin dışında müstakil bir varlığa sahip bulunmadıkları için böyle bir endişeye mahal görülmemiştir. Mâtürîdî’nin de belirttiği gibi insanlar ancak duyularıyla idrak ettikleri konularda bilgi sahibi olabilirler. Bu sebeple duyular ötesi olan Allah kendisini duyulur âleminin kavramlarıyla tanıtmıştır. Ancak Allah ile diğer şeyler arasında benzerlik kurulamayacağını bildiren âyet (eş-Şûrâ 42/11), Allah hakkında akıl ve hayale gelebilecek her türlü yaratılmıştık özelliğini bertaraf eder. Aslında yaratılmışlar arasındaki benzetmeler sadece bir isimlendirmeden kaynaklanmaz. İki şey arasındaki benzerlik genellikle duyular yoluyla tesbit edildikten sonra ortak bir kelime ile adlandırılır. Halbuki Allah hakkında böyle bir tesbitten söz etmek mümkün değildir.

Allah’a nisbet edilen isimler içinde, ısı olayının ifade edilebilmesi için “sıcaklık” kelimesinin icat edilmesi (vaz‘) gibi insanlarca konulmuş bir ad yoktur. Çünkü böyle bir adlandırma, nesne ve olayların ya doğrudan veya dolaylı bir şekilde duyular yoluyla tanınması ile mümkün olur. Allah’ın bu yöntemle tanınması ise söz konusu değildir. Bu açıdan bakıldığında ilâhî isimlerin zatî olmadığını, ancak övgü, dua ve niyazla gönül hayatının derinleşmesi, zenginleşmesi ve mânevî doyuma kavuşması için vesile teşkil ettiğini söylemek gerekir. Ancak Cenâb-ı Hak zâtını bildiği için kendisine verdiği isimler zâtı niteliği taşır. Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî mistik bir telakki ile Allah’ın vaz‘î ve zâtî isimlerini bildireceği kulları olabileceğini kabul eder. Bu ârif kullarına bildirdiği isimlerle dua edenlere kâinattaki her şey boyun eğer. (el-Muteber, III, 128)

Esmaül Hüsna Tablosu
Esmaül Hüsna Tablosu

ESMAÜL HÜSNA İLE İLGİLİ AYETLER

Kur’an’da Allah’ın zâtına birçok isim nisbet edilmiştir. Bunların sık sık tekrar edildiği de görülür. Tevbe Sûresi dışındaki 113 sûre besmele ile başlamakta, aynı terkip iki âyetin içinde de yer almaktadır. Ayrıca “ism” kelimesi dokuz yerde “ismullah”, dokuz yerde “ismü rabbik”, iki âyette de zamire muzaf olarak “ismuh” şeklinde yirmi yerde zikredilmektedir. Esmâ-i Hüsnâ terkibi ise dört âyette yer alır. İslâm literatüründe genellikle kabul edilen nüzûl sırasına göre bu dört âyetin ilki (el-A‘râf 7/180) Allah’ın Esmâ-i Hüsnâsı bulunduğunu, kendisine onlarla dua edilmesi gerektiğini ifade etmekte ve O’nun isimlerinde “ilhâd”a düşenlere itibar edilmemesini istemektedir. “Haktan sapmak, itidalden ayrılmak” anlamına gelen ilhâdın bu âyetteki mânası iki noktada yoğunlaşmaktadır: a) İsimleri ya tamamen inkâr etmek veya inkâra götürecek şekilde te’vile tâbi tutmak; b) İsimleri ancak Allah için geçerli olan anlamlarıyla Allah’tan başkasına nisbet etmek (teşrîk) veya O’nu yaratılmışlara ait isim ve kavramlarla adlandırmak. İkinci Esmâ-i Hüsnâ âyeti (Tâhâ 20/8) Allah’ı kâniatın yaratıcısı, yöneticisi ve mâliki olarak niteleyen ve en gizli şeyleri bildiğini ifade eden bir grup âyetten sonra gelmekte ve yine tevhid akîdesini vurgulamaktadır: “Allah kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.”

ESMAÜL HÜSNA AYETLERİ

İslâm’dan önce özellikle Güney Arabistan’da “Rahman” kelimesinin Tanrı’nın ismi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu sebeple Taberî’nin naklettiğine göre Hz. Peygamber’in dua, niyaz ve ibadetlerinde rahman ismini kullanması müşrikler tarafından yadırganmış, bu tutumun onun ana ilke olarak kabul ettiği tevhid inancına ters düşeceği ileri sürülmüş, bunun üzerine İsrâ Sûresinin 110. âyeti nâzil olmuştur. (Câmiu’l-beyân, XV, 121) Bu âyette, “Allah” adına veya “rahman” adına dua edilmesinin neticeyi değiştirmeyeceği, çünkü O’nun birden fazla isminin bulunduğu ifade edilmektedir. Nihayet Medine döneminde nâzil olan Haşr Sûresinin son üç âyetinde (59/22-24) Allah’ın on altı (“tesbih” kavramı göz önünde bulundurulduğu takdirde on yedi) ismi sıralanmış ve bir defa daha O’nun Esmâ-i Hüsnâsı’nın bulunduğu belirtilmiştir. Bu âyetlerde Allah’ın birliği vurgulandıktan sonra tenzîhî, sübûtî ve fiilî bazı sıfatlarını dile getiren isimler örnek bir adlandırma niteliğinde zikredilmiştir.

İSİM MÜSEMMAYI ÇEKER

Genellikle Mu‘tezile ile Şîa âlimleri Allah’a nisbet edilen isim veya sıfatların müsemmânın yani zât-ı ilâhiyyenin gayri olduğunu iddia ederken Ehl-i sünnet âlimleri “gayri” kelimesini kullanmaktan çekinmiş, bazan, “İsim müsemmânın aynıdır” demiş, bazan da kanaatini, “Ne aynı ne de gayridir” şeklinde belirtmiş, bir kısım kelâmcılar da isimler arasında gruplandırma yaparak bir sonuca varmak istemişlerdir.

KUR’AN’DA GEÇEN ESMA-İ HÜSNA

Kur’an’da geçen Esmâ-i Hüsnâ ya lafza-i celâli nitelemekte veya içinde bulunduğu âyetin mâna ve hükmünü açıklayıp pekiştirmektedir. Bu konuda ilk akla gelen şey, sayıyı doksan dokuz olarak belirleyen ve Müslümanlar arasında meşhur olan hadistir. Ebû Dâvûd ile Nesâî dışında Kütüb-i Sitte’de, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde, Nesâî’nin es-Sünenü’l-kübrâ’sında, Hâkim’in Müstedrek’i ile diğer hadis mecmualarında yer alan (Süyûtî, III, 613) ve hepsi de Ebû Hüreyre’ye ulaşan rivayetlerin muhtevası iki kısma ayrılır. Bütün rivayetlerin kaydettiği birinci kısmın meâli şöyledir: “Allah’ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Bunları ezberleyip benimseyen (ihsâ) cennete girer.” Hadisin bu kısmını içeren bazı rivayetlerin sonunda, “O tektir, tek olanı sever” şeklinde bir ilâve de mevcuttur. Metindeki “ahśâhâ” lafzı bazı rivayetlerde “ĥafizahâ” ibaresiyle nakledilmiştir. Hadiste cennete girmeye vesile olarak gösterilen “ihsâ” kelimesinin buradaki anlamı üzerinde Buhârî’den itibaren önemle durulmuş ve kelimenin “saymak, ezberlemek, anlamak” şeklindeki sözlük anlamının ötesinde bir mâna taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. (İbn Hacer, XI, 228-230) Öyle anlaşılıyor ki bu kelime “İslâm’ın ulûhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tesbit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kaydetmek” anlamını içermektedir.

ESMAÜL HÜSNA TESBİHATI

ESMAÜL HÜSNA HADİSLERİ

Ebû Hüreyre hadisine yer veren on beş civarında ana hadis kaynağı içinde sadece Tirmizî ile İbn Mâce tarafından metne, doksan dokuz isim ihtiva eden bir liste ikinci kısım olarak eklenmiştir. Tirmizî hadis için kaydettiği dört ayrı senedin sadece birine (“Daavât”, 82), İbn Mâce de iki senedin birine isim listesini ilâve etmiştir. (“Duâ”, 10) Buna karşılık Buhârî, Müslim, es-Sünenü’l-kübrâ’sında Nesâî ve hadisi yedi ayrı senedle tekrarlayan Ahmed b. Hanbel (Müsned, II, 258, 267, 314, 427, 499, 503, 516) bu listeye yer vermemişlerdir. Tirmizî’nin Sünen’inde kaydedilen liste lafza-i celâl ile başlayıp sabûr ismiyle sona ermekte ve daha sonra İslâm dünyasında meşhur olmuş şekliyle doksan dokuz ismi içermektedir. Bunların ilk on dördü Haşr Sûresinin son âyetlerinde (59/22-24) sıralandığı şekliyle alınmıştır. İbn Mâce’nin rivayet ettiği listede ise bu düzen korunmadığı gibi farklı isimler de yer almış, ayrıca metnin sonundaki ahad ismiyle sayı 100’e çıkarılmıştır. Esmâ-i Hüsnâ, ulûhiyet inancının açıklık kazanmasına, kulun dua, niyaz ve zikirlerle Allah’a yaklaşmasına yardımcı olmuştur. Esma-ül Hüsna (Allah’ın en güzel isimleri) şu şekildedir:

ALLAH’IN 99 İSMİ VE ANLAMLARI

“Muhakkak ki Allah Teâlâ’nın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları bellerse Cennete girer.” (Buhârî, Deavât, 68; Tirmizî, Deavât, 83; Hâkim, I, 62)

اَللّٰهْ 

Allah: Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere layık bulunan zâtın husûsî ve en kapsamlı ism-i şerifi.

اَلرَّحْمٰنُ

er-Rahmân: Bütün mahlûkâta merhamet eden, hepsine de nîmetler veren.

اَلرَّح۪يمُ 

er-Rahîm: Pek ziyâde merhamet edici, bilhassa mü’minlere rahmet eden.

اَلْمَلِكُ

el-Melik: Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi.

اَلْقُدُّوسُ 

el-Kuddûs: Hatâdan, gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten münezzeh/çok uzak ve pek temiz.

اَلسَّلَامُ

es-Selâm: Her çeşit ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan, her türlü tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran, Cennet’teki bahtiyar kullarına selâm eden.

اَلْمُؤْمِنُ 

el-Mü’min: Gönüllerde îman ışığı yakan, kendine sığınanlara eman verip onları koruyan, rahatlatan, güven veren, vaadine güvenilen.

اَلْمُهَيْمِنُ 

el-Müheymin: Kâinâtın bütün işlerini gözetip yöneten ve koruyan.

اَلْعَز۪يزُ 

el-Azîz: Yenilmeyen yegâne gâlip.

اَلْجَبّٰارُ 

el-Cebbâr: Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, yaratılmışların hâlini iyileştiren, irâdesini her durumda yürüten, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, hüküm ve iradesine karşı gelinmek ihtimali bulunmayan.

اَلْمُتَكَبِّرُ 

el-Mütekebbir: Her şeyde ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren, azamet ve yüceliğini izhâr eden.

اَلْخَالِقُ 

el-Hâlık: Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği halleri, hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan vâr eden.

اَلْبَارِئُ 

el-Bâri’: Eşyâyı ve her şeyin âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir hâlde yaratan, bir örneği olmaksızın canlıları yaratan.

اَلْمُصَوِّرُ

el-Musavvir: Tasvîr eden, her şeye bir şekil ve hususiyet veren.

اَلْغَفَّارُ 

el-Ğaffâr: Mağfireti pek bol olan. Dilediği kullarını da günahlardan koruyan.

اَلْقَهَّارُ 

el-Kahhâr: Her şeye, her istediğini yapacak surette gâlib ve hâkim.

اَلْوَهَّابُ

el-Vehhâb: Çeşit çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duran. Her zaman, her yerde ve her şeyi karşılık beklemeden çok çok ve bol bol veren.

اَلرَّزَّاقُ

er-Rezzâk: Yaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren.

اَلْفَتَّاحُ

el-Fettâh: Her türlü müşkülleri açan ve kolaylaştıran, iyilik kapılarını açan, hakemlik yapan.

اَلْعَل۪يمُ

el-Alîm: Her şeyi hakkıyla ve çok iyi bilen.

اَلْقَابِضُ 

el-Kâbıd: Sıkan, daraltan, rızkı daraltan, canlıların rûhunu alan.

اَلْبَاسِطُ

el-Bâsıt: Açan, genişleten, rızkı bollaştıran, ruhları bedenlerine yayan.

اَلْخَافِضُ 

el-Hâfıd: Yukarıdan aşağıya indiren, alçaltan, zillete düşüren.

اَلرَّافِعُ

er-Râfi’: Yukarı kaldıran, yükselten, yücelten.

اَلْمُعِزُّ 

el-Mu’izz: İzzet ve şeref veren, ağırlayan.

اَلْمُذِلُّ 

el-Müzill: Zillete düşüren, hor ve hakîr eden.

اَلسَّم۪يعُ 

es-Semi’: Hakkıyla işiten.

اَلْبَص۪يرُ 

el-Basîr: Hakkıyla gören.

اَلْحَكَمُ 

el-Hakem: Hükmeden, hakkı yerine getiren, hükmünü eksiksiz icrâ eden.

اَلْعَدْلُ 

el-Adl: Mutlak adâlet sahibi, aşırılığa meyletmeyen.

اَللَّط۪يفُ

el-Latîf: En ince işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan.

اَلْخَب۪يرُ 

el-Habîr: Her şeyin iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar olan.

اَلْحَل۪يمُ 

el-Halîm: Suçluların cezâsını vermeye gücü yettiği hâlde onlara yumuşak davranan ve cezâlarını geriye bırakan. Allah, gazabda acele etmez, mühlet verir, yaptıklarına pişman olup tevbe edenleri affeder, ısrar edenler hakkında ise artık hüküm kendisine kalmıştır.

اَلْعَظ۪يمُ

el-Azîm: Bütün büyüklüklerin sâhibi. Zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti anlaşılamayacak kadar ulvî.

اَلْغَفُورُ 

el-Ğafûr: Mağfireti çok olan, bütün günahları bağışlayan. Allah, istediği kusurları insanların gözünden gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden de gizler.

اَلشَّكُورُ 

eş-Şekûr: Kendi rızâsı için yapılan sâlih amelleri, daha ziyâdesiyle karşılayan, az tâat karşılığında çok büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler lûtfeden.

اَلْعَلِيُّ 

el-Aliyy: Her hususta, her şeyden yüce olan. Her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında olan.

اَلْكَب۪يرُ 

el-Kebîr: Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen, bütün büyüklükler kendisine mahsus olan.

اَلْحَف۪يظُ 

el-Hafîz: Yapılan işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şeyi belli vaktine kadar âfât ve belâlardan saklayan, koruyup gözeten.

اَلْمُق۪يتُ 

el-Mukît: Her yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden, azıkları beden ve kalblere gönderen.

اَلْحَس۪يبُ 

el-Hasîb: Herkesin hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve teferruatıyla hesabını iyi bilen, her şeye ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen, onları hesaba çeken.

اَلْجَل۪يلُ 

el-Celîl: Celâdet, azamet ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile muttasıf.

اَلْكَر۪يمُ 

el-Kerîm: Keremi, lütuf ve ihsânı bol, her türlü fazilete sahip olan.

اَلرَّق۪يبُ 

er-Rakîb: Bütün varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi altında bulunan.

اَلْمُج۪يبُ 

el-Mücîb: Kendine duâ edip yalvaranların isteklerini işitip cevab veren, onları cevapsız bırakmayan.

اَلْوَاسِعُ 

el-Vâsi’: Geniş ve müsaadekâr. Allah’ın ilmi, ihsânı, rahmeti, kudreti, af ve mağfireti geniştir ve her şeyi kaplamıştır.

اَلْحَك۪يمُ 

el-Hakîm: Bütün emirleri ve işleri hikmetli, yerli yerinde ve sağlam olan.

اَلْوَدُودُ 

el-Vedûd: İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızâsına erdiren. Sevilmeye ve dostluğa lâyık yegâne varlık.

اَلْمَج۪يدُ 

el-Mecîd: Zâtı şerefli, ef‘âli güzel olan, her türlü övgüye lâyık bulunan.

اَلْبَاعِثُ 

el-Bâis: Ölüleri diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı olanları meydana çıkaran.

اَلشَّه۪يدُ 

eş-Şehîd: Her zaman ve her şeyi gözlemiş olarak bilen, her yerde hâzır ve nâzır olan.

اَلْحَقُّ 

el-Hakk: Fiilen var olan, mevcûdiyeti ve uluhiyeti gerçek olan, varlığı hiç değişmeden duran. Hakikaten vâr olan yalnız O’dur.

اَلْوَك۪يلُ

el-Vekîl: Usûlüne uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en güzel şekilde neticelendiren, güvenilip dayanılan, tevekkül edilen.

اَلْقَوِيُّ 

el-Kaviyy: Çok kuvvetli, her şeye gücü yeten, kudretli.

اَلْمَت۪ينُ 

el-Metîn: Çok sağlam, kuvveti çok ve şiddetli olan.

اَلْوَلِيُّ 

el-Veliyy: İyi kullarına dost olan, yardım eden.

اَلْحَم۪يدُ 

el-Hamîd: Ancak kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle biricik övülen, medhedilen.

اَلْمُحْص۪ي 

el-Muhsî: Her şeyin sayısını ve miktarını tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen.

اَلْمُبْدِئُ 

el-Mübdi’: Mahlûkatı maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan.

اَلْمُع۪يدُ

el-Mu’îd: Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan.

اَلْمُحْي۪ 

el-Muhyî: Hayat veren, can bağışlayan, sağlık veren.

اَلْمُم۪يتُ 

el-Mümît: Canlı bir mahlûkun ölümünü yaratan, öldüren.

اَلْحَيُّ 

el-Hayy: Dâimâ diri; her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten.

اَلْقَيُّومُ

el-Kayyûm: Gökleri, yeri, her şeyi ayakta tutan. Bir şeyin kıyâmı, yani, bir varlık sâhibi olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu veren. Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden. Her şey Hak ile kâimdir.

اَلْوَاجِدُ 

el-Vâcid: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, müstağnî; istediğini, istediği vakit bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç birinden mahrum olmayan.

اَلْمَاجِدُ 

el-Mâcid: Kadr ü şânı büyük, kerem ve semâhati bol.

اَلْوَاحِدُ 

el-Vâhid: Tek. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki/ortağı, nazîri/benzeri ve dengi bulunmayan.

اَلصَّمَدُ 

es-Samed: Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi için tek merci’, ihtiyaç ve dileklerde kendisine müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine sunulan, kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan.

اَلْقَادِرُ 

el-Kâdir: İstediğini, istediği gibi yapmaya gücü yeten.

اَلْمُقْتَدِرُ 

el-Muktedir: Kuvvet ve kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf eden.

اَلْمُقَدِّمُ 

el-Mukaddim: İstediğini ileri geçiren, öne alan.

اَلْمُؤَخِّرُ 

el-Muahhir: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.

اَلْاَوَّلُ 

el-Evvel: Her varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan.

اَلْاٰخِرُ 

el-Âhir: Varlığının sonu olmayan.

اَلظَّاهِرُ 

ez-Zâhir: Âşikâr olan, kat’î delillerle bilinen.

اَلْبَاطِنُ 

el-Bâtın: Gizli olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen, mâhiyeti bilinemeyen.

اَلْوٰالى 

el-Vâlî: Mahlûkatın işlerini yoluna koyan, bu muazzam kâinatı ve her an meydana gelen hâdisatı tek başına tedbîr ve idare eden, kâinâtın hâkimi.

اَلْمُتَعَال۪ى

el-Müteâlî: Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek münezzeh. İzzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.

اَلْبَرُّ 

el-Berr: Kulları hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok olan, vaadini yerine getiren.

اَلتَّوَّابُ

et-Tevvâb: Kullarını tevbeye sevkeden, tevbeleri çokça kabûl edip, günahları bağışlayan.

اَلْمُنْتَقِمُ

el-Müntekım: Suçluları, adâleti ile müstehak oldukları cezaya çarptıran.

اَلْعَفُوُّ

el-Afüvv: Affı çok. Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden, kökünden kazıyan.

اَلرَّؤُۧفُ 

er-Raûf: Çok re’fet ve şefkat sâhibi.

مَالِكُ الْمُلْكِ 

Mâlikü’l-Mülk: Bütün mülkün mâliki ve hâkimi. Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem hükümdârıdır, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.

ذُو الْجَلَالِ وَالْاِكْرَامِ

Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm: Hem büyüklük ve azamet, hem de fazl u kerem sâhibi.

اَلْمُقْسِطُ 

el-Muksit: Bütün işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde yapan. Adâlet sâhibi. Mazlûma acıyıp zâlimin elinden kurtaran.

اَلْجَامِعُ 

el-Câmi’: İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan. Birbirine benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya getirip tutan. Kıyâmet günü hesâba çekmek için mahlukatı toplayan.

اَلْغَنِيُّ 

el-Ğaniyy: Çok zengin ve her şeyden müstağnî.

اَلْمُغْن۪ي 

el-Muğnî: İstediğini zengin eden, tatmin eden.

اَلْمَانِعُ 

el-Mâni’: Dilemediği şeyin gerçekleşmesine müsaade etmeyen, kötü şeylere mâni olan.

اَلضَّآرُّ 

ed-Dârr: Elem ve zarar verici şeyleri yaratan.

اَلنَّافِعُ 

en-Nâfi’: Hayır ve menfaat verici şeyleri yaratan, fayda veren.

اَلنُّورُ

en-Nûr: Âlemleri nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve gönüllere nûr bahşeden, nûr kaynağı.

اَلْهَاد۪ى 

el-Hâdî: Hidâyeti yaratan, yol gösteren, murada erdiren.

اَلْبَد۪يعُ

el-Bedî‘: Örneksiz, misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden. Zâtında, sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan.

اَلْبَاق۪ي 

el-Bâkî: Varlığı devamlı olan, sonu olmayan.

اَلْوَارِثُ 

el-Vâris: Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî sâhibi olan.

اَلرَّش۪يدُ 

er-Reşîd: Bütün işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve hikmet üzere âkıbetine ulaştıran; her şeyi yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizâm veren.

اَلصَّبُورُ 

es-Sabûr: Çok sabırlı.

ALLAH’IN İSİMLERİ ÇOCUKLARA VERİLEBİLİR Mİ?

Esmâ-i Hüsnâ’dan “Allah” lafzı ile sadece zât-ı ilâhiyeye delâlet eden diğer kelimelerin Allah’tan başkasına ad olması câiz görülmemiştir. Bu şartlar çerçevesinde daha çok “abd” kelimesiyle oluşturulan birçok terkip Müslüman çocukların özel adlarını teşkil etmiştir. İlâhî isimlerden de Rahman, Rahîm, Latîf gibi sevgi ve rahmet bildirenler tercih edilmiştir. Abdürrezzâk b. Ahmed el-Kâşânî, esmâ-i ilâhiyenin tecellilerine mazhar olanları “abâdile” (Abdullahlar) kelimesiyle niteledikten sonra doksan dokuz ismin her birinden abd kelimesiyle bir terkip meydana getirmiş ve bunları Allah yolundaki makamların sahibi olarak kabul etmiştir. (Not: Bekir Topaloğlu’nun Esma-i Hüsna, DİA ve Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları eserlerinden derlenmiştir.)

ESMAÜL HÜSNA DUASI

Cenab-ı Hak, A’raf Suresi 180. ayetinde buyuruyor: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır..” (A’râf: 7/180) Dua etmek isteyen kimse, isteklerine uygun manaya gelecek Allah’ın isimleriyle Cenab-ı Hakk’a dua etmelidir. Yani bela ve musibetten veya hastalıktan kurtulmak için bu durumlara uygun manadaki İlahi isimlerle dua edilmelidir. Mesela rızkın genişletilmesi, yani açlıktan ve geçim sıkıntısından kurtulmak isteniliyorsa “Er-Rezzak” ve “El-Kerîm” isimleri ile Allah Teala’ya dua edilmelidir. Günahların bağışlanması için “Er-Rahmân“, “Er-Rahîm” veya; “El-Ğafûr, El-Afüv” isimleriyle dua edilmelidir. Zâlimlerin ve İslâm düşmanlarının cezalandırılması için “El-Kahhâr” ve; “El-Müntakim” isimleriyle dua edilmelidir. Bu mübarek isimler dua kapısının anahtarı mesabesindedir. Dua bizden kabul etmek Allah’tandır.

AMENERRESULÜ DİNLE - VİDEO

AMENERRESULÜ ARAPÇA

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ ﴿٢٨٥﴾ لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿٢٨٦﴾

AMENERRESULÜ’NÜN TÜRKÇE OKUNUŞU

Bismillahirrahmanirrahim.

Amenerrasûlü bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn(mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih(rusulihî), lâ nüferrigu beyne ehadin min rusulih(rusulihî), ve gâlû semi’nâ ve eta’nâ ğufrâneke Rabbenâ ve ileykel masîr(masîru). Lâ yükellifullâhu nefsen illâ vüs’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min gablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vağfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel gavmil kâfirîn(kâfirîne).

AMENERRESULÜ’NÜN ANLAMI

Rahman ve rahim olan Allah’ın Adıyla.

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun Peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır. Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara, 285 /286)

İslam ve İhsan

ESMAÜL HÜSNA ANLAMLARI VE FAZİLETLERİ

Esmaül Hüsna Anlamları ve Faziletleri

ALLAH’IN İSİMLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

Allah’ın İsimleri İle İlgili Ayetler

ALLAH’IN İSİMLERİ İLE İLGİLİ HADİSLER

Allah’ın İsimleri İle İlgili Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Kişiye göre esma nasıl bulunur ? Hangi esma bize uygun nasıl bulacağız yardımcı olursanız sevinirim

    • bazıları ebced degerine göre bakıyor

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.