En İyi Seçenek

Kaybetmeden fark etmek olmalı bizim huyumuz. Değil mi ki her şeyi Hak’tan bilen, âciz birer kuluz…

"Sen benim sağ kolumsun, derdi, o kadar kıymetlisin. Sensiz yaşamak, sensiz bir iş başarmak mümkün mü? Allah senin eksikliğini göstermesin. Sen olmasan hâlim nice olur, düşünmek bile istemiyorum. Neredeyse her işimi seninle yürütüyorum. Çorap yıkasam sen, kitap okusam sen, yazı yazsam sen, iğne tutsam sen, yemek yesem sen… Her ânımda hep sen!” Sağ kol, bu methiyeleri o kadar çok duymuştu ki artık etkilenmez olmuştu. Sonunda her işi kendi kendine başardığını zannetmeye başladı. Sandı ki o olmasa dünya durur, otlar kurur.

HAZMEDEN OLMAK

Kimilerinin sıkıntıyı, kimilerinin de ferahlığı hazmetmesi gereken bu dünyada, hazım gibi bir sanatı hakkıyla icrâ edebilenlerin sayısı pek azdır. Sağ kol da teşekkürü hazmedemeyip şımararak kendini kaybetti. Doğrusu, böyle bir kayboluştan korkmak gerek. O halde bizim için “Hazmeden olmak” en iyi seçenek.

VAKİTLİCE ŞÜKRETMEK

İşte tam da o günlerde, sol kolda günden güne çoğalan bir ağrı başladı. Sol kol hâlden düşüp yardım edemez olunca, sağ kol, önceden yaptığı birçok işi yapamaz hâle geldi. İğne tutsa, dikiş dikemedi meselâ. O zaman anlaşıldı ki sağ kolun yapıp ettikleri kendi mârifeti değilmiş. O vakit dil, nihâyet sol kola da teşekkür etmeyi aklına getirdi. Sol kol, kalbe yakın olduğundan pek hassas, pek nârindi. Ağrıdıktan sonra fark edilmiş olmaktan ötürü biraz incinse de sorun etmedi. İyileşip yine sağ kola yardımcı olacağı günleri hasretle bekledi. Kadir kıymet bir gün elbet bilinir. Çoğu dert, ağrımadan farkına varmadığımız organlarımızın, kaybetmeden kıymetini bilemediğimiz dostlarımızın âhı sebebiyle gelmiş değil midir? O halde bizim için, “Vakitlice şükretmek” en iyi seçenek.

Öyleyse, namaz kılacak yerin var, şükret. Şükret ki dün, samanlıklarda gizli gizli namaz kılmak zorunda kalmış dedelerinin imtihanıyla, sol yanın ağrımasın. Yatacak bir odan var, şükret! Şükret ki evleri başlarına yıkılmışların, tozdan dumandan gökyüzündeki yıldızları bile seyredemeden sabahladıkları gecelerin acısı seni de bulmasın. Hatalarıyla da olsa sağ sâlim yanında duran evlâdın var, şükret! Şükret ki Gazze’de çocuklarını gözleri önünde düşmana kurban veren anaların, idrâk edemediğin sancısı sana da uğramasın. Yıllardır hiç arıza yapmadan çalışan, tepe tepe kullandığın, hiç ağrımadıkları için varlıklarını unuttuğun ve bu sebeple, lûtfedene belki de bir defa bile teşekkür etmediğin her bir kasın, kemiğin, damarın, hücren, iliğin için şükret! Şükret ki nicesinin o nimetlerden mahrum kalıp yandığı gibi yanmayasın.

FARKINDA OLMAK

Az geride veya içeride kaldığı için gözden ırak bulunan unsura vefâda kusur etme. Hep önde olanı teşekküre boğarsan, arkada tevâzû ile çalışıp durmakta olanı unutursan, olur mu? “Sağ kolum” dediğin her seferinde, sol kolunu da hatırla. Sağ kolunun en büyük yardımcısı olan sol koluna da teşekkür et, unutma. Zaten, beynin, gözlerin, kulakların, kalbin ve sağ kolunun sağlıklı hareketine sebep olan bilumum uzuvların olmasa, sağ kol tek başına ne anlam ifade eder ki? O halde bizim için, tek parçaya takılmayıp bütünün “Farkında olmak” en iyi seçenek.

HUZURDA OLMAK

O sana versin sen O’na. Sonra, yine O sana versin, yine sen O’na. Gerçek bir şükrün ispâtı için yap bunu. Çünkü sol yanın imânını ispatlamak adına Allah’ın lütfettiği bütün yönlerinle gücün yettiğince çalışmazsan, şükrün sakat, şükrün eksik, şükrün hikâye olur; lâkin elinden geleni esirgemeden ortaya koyarsan, işte o vakit yapamadığın diğer hayırlar, senin için farz-ı kifâye olur. Hem zaten bize hayat ne güzel! Başarılı olduğumuzda lûtfunu seyredip şükrederiz, başarısız olduğumuzda eksiğimizi ve aczimizi seyredip hamd ederiz. Muvaffak olunca teşekkürümüz, muvaffak olamayınca tefekkürümüz artar. Düşüp canımız yandığında da yükselip başımız döndüğünde de muhafazana sığınıp “Estağfirullah!” deriz. Zafer elde etmekle de mağlûbiyyet yaşamakla da Rabbimize yakınlaşıveririz. O halde bizim için, her an “Huzurda olmak” en iyi seçenek.

DAYANIKLI OLMAK

Üstelik biliyor musun, ışıltısıyla göz kamaştıran kristal avize bir gün, kendisine hayranlıkla bakarak “Keşke senin yerinde olsaydım!” diyen kişiye, “Gel, evvelâ hayran olduğun ışıltıya dokun” dedi. O kişi elini uzatıp, saatlerdir yanmakta olan minik ampüllere dokununca canı öyle acıdı ki suratını asıp kaçtı. Avize, sayısız hayrânlarından(!) birini daha uğurlarken “İnsan oğlusun işte” dedi. “Canın çok tatlı. Üstelik ışıltıyı bedelsiz kazanacağını sanıyorsun. Daha yakınımda olmaya bile dayanamazken, yerimde olman şöyle dursun!” Madem ki bu misâli de duydun ve mâdem ki hakikâti kabul ediyorsun: O halde bizim için “Dayanıklı olmak” en iyi seçenek.

DAHA ÇOK ÇALIŞMAK

Gerçi, daha oraya gelemedik. Ne yazık ki mesele, leb demeden leblebiyi anlayacak insan meselesi de değil. Mesele, leblebi dediğimiz halde ceviz, fıstık, incir ve sâir anlayan insan meselesi. Yani anlamayan, anlamak istemeyen insan problemi. Henüz bunu çözmek için uğraşıyoruz. Yine de leblebi deyince yemiş cinsinden bir şeyle karıştırılması iyi sayılabilir. Elbette beterin beteri vardır. Ya leblebi dediğimizde minder, saksı, tarak, kevgir ve sâir anlasalar ne yapardık. O halde bizim için, insan yetiştirmek adına “Daha çok çalışmak” en iyi seçenek.

ALLAH YOLUNDA İNFAK ETMEK

Fakat bu sırada şunu da atlamamak gerek: İnsan cinsi, “Yakın olmak” sorumluluğunu çoğu zaman kaldıramamış. Tarih hep en yakınındaki insandan zarar görmüşlerin örnekleriyle dolu. Sadece bu sebeple bile, hiç kimseyi en yakınına almamak ve herkesle biraz mesâfeli olmak, tedbire en uygun olanı. Yetiştir, emek ver; lâkin en yakında yalnızca, Allah azze ve celle gerek! Hem herkesin, kendisine lûtfedilen bir saati dilediği gibi geçirme hürriyeti var; fakat hiç kimsenin, bir saat daha zamanı kalıp kalmadığına dâir bilgisi yok. O halde bizim için, “Elindeki her imkânı, lûtfedenin rızâsı yolunda seferber etmek” en iyi seçenek.

DÜNYAYA BAĞLANMAMAK

Kaybetmeden fark etmek olmalı bizim huyumuz. Değil mi ki her şeyi Hak’tan bilen, âciz birer kuluz… Zaten hayat da dalgalı bir denize benziyor. Bugün dilediğinde Acılı Adana ısmarlıyorsun. Yarın Adana’da acılar içinde yerden kırıntı topluyorsun. Bazen de tersi oluyor. Bugün meteliğe kurşun sıkıyorsun, yarın Kurşunlu’da dönüm dönüm arsaya konak yapıyorsun. Dünya böyle. Geliyor, gidiyor, artıyor, eksiliyor. En nihâyet: Kebap tuvalete, konak vesâyete, insan kıyâmete yollanıyor. O halde bizim için “Dünyaya bağlanmamak” en iyi seçenek.

Allah’ım! En doğru ve iyi olanı seçecek kudreti cümlemize dâim nasip et. Âmin.

Kaynak: Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Sayı: 369, Kasım 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.