En Güzel Üç Dakika

Önceleri koyu karanlıklar içinde yaşayan Câhiliye toplumu, Efendimiz’in irşâdıyla “gerçek bilenler” hâline geldi. Geceler gündüze döndü. Kışlar bahar oldu. Tefekkür gelişti. İnsan vücûdunun bir damla sudan, kuşun ufak bir yumurtadan, ağacın ve meyvelerin yok denecek kadar küçük bir çekirdekten meydana gelişleri ve emsâlleri üzerinde derin tefekkürler başladı… Hayat, Allah rızâsına endekslendi. Merhamet, şefkat ve hakkı tevzîdeki derinlik zirveleşti.

Ashâb-ı kirâm, güzel bir müslüman karakteri ve şahsiyeti sergilediler. Her türlü fedâkârlığa katlanarak hayatın her ânında ve her safhasında Allâh’ın rızâsını aradılar. Böyle bir gönül kıvâmı içinde, iyiyi, güzeli, hayrı ve doğruyu tavsiye edip, kötülükten, çirkin davranışlardan, ahlâksızlıktan sakındırdılar. Onlar için hayatın en zevkli ve mânâlı anları, insanlara tevhîd mesajını ilettikleri zamanlar oldu.

İSLAM'I TEBLİĞ 

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, İslâm’ı tebliğ husûsunda kadınlarla görüşmesi, erkekler kadar çok olamıyordu. Bu sebeple Mekke devrinde müslüman olan Gu­zeyye isimli sahâbî hanım, İslâm’ın yayılması için çok mühim hizmetler görüyordu. Gizlice Kureyş kadınlarının arasına karışarak onları İslâm’a dâvet ediyordu.

Guzeyye -radıyallâhu anhâ- bu tebliğ faaliyetlerine Mekkeliler öğreninceye kadar devam etti. Durumu fark eden Kureyşliler, onu yakaladılar. O esnâda kocasının kabîlesi olan Devs’e mensup bâzı kimseler, Mekke’den ayrılmak üzereydi. Kureyşliler Hazret-i Guzeyye’yi onlara teslim edip sürgüne gönderdiler. Devsliler, Guzeyye -radıyallâhu anhâ-’yı çıplak bir deveye bindirip susuz bırakarak ona türlü işken­celerde bulundular. Düşünme, işitme ve görme kâbiliyetini kaybedinceye kadar ona işkenceye devam ettiler. Guzeyye -radıyallâhu anhâ-’nın sabrını, sami­miyetini, îman aşk ve vecdini gören Devsliler, onun hâlinden müteessir olarak İslâm’la şereflendiler. (İbn-i Sa‘d, VIII, 155-157; İbn-i Habîb, el-Muhabbar, s. 81-82, 92; Ebû Nuaym, Hilye, II, 66-67; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 447)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye hicret edince Guzeyye -radıyallâhu anhâ- da hicret etti. Bâzı rivâyetlerde onun, Abdükays Oğulları’nın elçisi olarak Peygamber Efendimiz’e geldiği ifâde edilir.[1]

Bir sefer esnâsında, kabilesine su götüren bir kadın, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile görüşmüş ve onun bir mûcizesine şâhit olmuştu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona ikramda da bulunmuştu. Kavmine döndüğünde, başından geçenleri anlatan kadın, onların toptan İslâm’a girmesine vesîle oldu.[2]

HAYATININ SON ÜÇ DAKİKASINDA MÜŞRİKLERE İSLAM'I ANLATTI

İslâm’a giren câriyeler de hür kadınlardan geri kalmayarak, tebliğ faâliyetlerine katılıyorlardı. Nitekim Selmân-ı Farisî’den önce müslüman olan Isfahanlı bir câriye, Peygamber Efendimiz’in yanına gelebilmesi için ona kılavuzluk yapmıştır.[3]

Müşrikler tarafından îdâm edilmek üzere iken kendisine üç dakika zaman tanınan sahâbî, o nasipsiz bedbahtlara teşekkür etti ve:

“−Demek ki size tebliğde bulunmak için üç dakikalık vaktim var.” dedi.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- tebliğin ehemmiyetini îzah sadedinde şöyle derdi:

“(Ashâb-ı kirâm arasında şu hakikati) duyardık: Kıyâmet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:

«–Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!» der. Yakasına yapışan kişi ise:

«–Dünyada iken beni hatâ ve çirkin işler üzerinde görürdün de, îkaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın!» diyerek ondan dâvâcı olur.”[4]

DİPNOTLAR

[1] Ebû Hatib, Esmâu’s-Sahâbe, 142a, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi A. 1101.

[2] Bkz. Buhârî, Teyemmüm, 6.

[3] Ebû Nuaym el-Isfahânî, Târîhu Isfahân, I, 43; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 25; İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 233

[4] Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, Beyrut 1417, III, 164/3506; Rudânî, Cem’u’l-Fevâid, trc. Naim Erdoğan, İstanbul ts., V, 384.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Asr-ı Saâdet Toplumu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.