En Güzel Örnek Peygamberimiz

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’i insanlığa en güzel örnek şahsiyet olarak takdim etmiş, ashâb-ı kirâm da O’nu örnek alma ve izini tâkip etme hususunda zirve teşkil etmiştir. Ashâb-ı kirâm, bütün fikir, söz ve fiillerinde O’na uymaya çalışırlardı. Bilmeyen insanlar kendilerine bir şey sorduğunda, Efendimiz’den gördükleri şekilde cevap verip; “Andolsun ki, sizin için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21) âyet-i kerîmesini okurlardı.

Herhangi bir hareketlerinin sebebini öğrenmek isteyenlere, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den böyle gördüklerini söyler ve aynı âyet-i kerîmeyi okurlardı.

Yanlış bir davranış gördüklerinde hemen onu Sünnet-i Seniyye’ye uygun bir şekilde düzeltir ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okurlardı.

Yani onlar;

“Andolsun ki, sizden Allâh’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâh’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21) âyet-i kerîmesini dillerinden düşürmez, dâimâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i örnek almamız gerektiğini hatırlatırlardı. (Bkz. Buhârî, Salât 30, Ezân 105, Vitir 5, Hac 77, Tefsîr 66/1, Eymân 32; Müslim, Müsâfirîn 8; Ebû Dâvûd, Tatavvuʻ 26/1342; Tirmizî, Vitir 14/472…)

 Târihte hayatının tamamı en ince teferruâtına kadar tespit edilebilen tek insan, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O’nun hemen hemen bütün fiil, söz ve duyguları tek tek kaydedilerek târihe nakşedilmiştir. Denilebilir ki 1400 küsur seneden beri telif edilen bütün İslâmî eserler, bir kitabı ve bir insanı îzah etmek için yazılmıştır: Kur’ân-ı Kerîm ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

Cenâb-ı Hak, Sevgili Rasûlü’nü, insanda tecellî eden bir sanat harikası olarak halketmiştir. O’nu, âlemlere rahmet ve bütün beşeriyete fiilî bir kıstas kılmıştır. Bu itibarla Allah Rasûlü’nün hayatı, kıyâmete kadar gelecek bütün nesillere emsâlsiz bir örnektir.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hayatı, saf ve berrak bir ayna gibidir. Bu aynaya bakarak ahlâkını ıslâh edip eğriliklerini düzeltmek, her mü’minin vazifesidir.

Allah Teâlâ, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi, acziyet bakımından toplumun en alt kademesinde bulunan “yetim çocukluk”tan hayata başlatmıştır. Sonra da Oʼnu bütün kademelerden geçirip kudret ve kâbiliyet bakımından en üst nokta olan peygamberlik ve devlet başkanlığına kadar yükseltmiştir. Bunun içindir ki toplum hayatının herhangi bir kademesinde bulunan bir insan, O’nda kendisi için en mükemmel örnekleri bulabilir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Andolsun ki Rasûlullah’ta sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çokça zikredenler için en güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb, 21)

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Abdullah ve Âmine’nin yetimi olarak zayıflara ve kimsesizlere örnektir.

Yetişmiş bir genç, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nezih gençliğini dikkatlice inceleyerek kendine en doğru yol haritasını çizebilir.

Helâl rızık endişesi taşıyan bir tüccar, Sûriye’den Busrâ’ya giden ticaret kervanının en ulusu olan zâtın hayatını kendisine örnek alabilir.

Rûhâniyetli bir yuva kurmak isteyen bir mü’min, Allah Rasûlü’nün hâne-i saâdetlerini örnek alarak iki ci­han saâdetine erebilir.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kendisine vahiy getiren Cibrîl-i Emîn’in huzûrunda talebelere en güzel örnektir. Ashâbına ilâhî bilgileri tâlim ederken de eğitimcilere örnektir.

Hakkı ve hayrı tebliğ etmek isteyen, ancak hiçbir yardımcısı olmayan ideal bir dâvâ adamı, Efendimiz’in Mekke hayâtından kendisine emsalsiz dersler çıkarabilir.

Uhud’da mağlûplara, Mekke’yi fethettiğinde ise gâliplere örnektir.

Eğer insan, maddeye râm olmaktan kurtulup rûhânî bir hayat yaşamak isterse, O’nun yetiştirdiği Bilâl, Yâsir ve Sevbanlara bakmalıdır. O sâdık sahâbîlerle kalben beraber olarak, gönlüne hassâsiyet, zarâfet ve rikkat kazandırmalıdır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- on dört asırdır ümmetinin gönlünde hiç solmayan nâdide bir gül olagelmiştir. Müslümanlar isimleriyle, sanatlarıyla, ilimleriyle hep O’nu yaşatmışlardır. İslâm’ın da, ancak O’nu her yönüyle örnek alarak yaşanabileceğini idrâk etmiş ve böylece gerçek saâdeti bulmuşlardır.

İslâm’ın gönül feyzini tatmış olan davetçiler “hidâyete vesîle olmayı”, fakihler “Kur’ân ve hadislerden hüküm çıkarmayı”, müfessirler “Kur’ân’ı anlamayı”, mutasavvıflar “Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanmayı”, mütefekkirler “eşyânın hakîkatini anlamayı”, şâirler “varlığın sesli veya sessiz beyanlarına kulak kesilmeyi”, mûsikîşinaslar “bedîî terennümleri” hep Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den öğrenmişlerdir.

Müslümanlar, âlemin kemâlini insanda, insanın kemâlini de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’de bulmuşlardır. Onlar hakîkati Peygamber Efendimiz’de aramışlar ve yaratılışın sırrını O’nunla idrâk etmişlerdir.

Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, Câhiliye devrinin en karanlık insanları, Allah Rasûlü’nün izinden giderek insanlığa rehberlik eden yıldız şahsiyetler hâline geldiler. O hâlde biz de hayat yolculuğumuzda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i ve onu tâkip eden Hak dostlarını rehber edinelim ki, ebedî saâdete nâil olabilelim!

“…Rasûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının ve Allah’tan korkun! Çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” (el-Haşr, 7)

“Ey îmân edenler! Allâh’a itâat edin ve Peygamber’e itâat edin ki amellerinizi boşa çıkarmayın!” (Muhammed, 33)

“Kim Allâh’a ve Rasûl’e itaat ederse, işte onlar, Allâh’ın kendilerine nîmet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehîdler ve sâlihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (en-Nisâ, 69)

Bu hususta tafsîlâtlı bilgi için Huzurlu Âile Yuvası isimli eserimize mürâcaat edilebilir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Gençlik , Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.