Ebu'l-âs İbni Rebî (ra) Kimdir?

Ebü'l-Âs İbni Rebî radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin ilk damadı... İslâm'dan önce kızı Zeynep ile evlenen dürüst, güvenilir bir tüccar... Hz. Hatice annemizin kız kardeşinin oğlu... Hayatında hiç yalan konuşmayan, doğruluktan ayrılmayan, halkın itimad ve güvenini kazanmış, güzel huylu, vefakâr bir insan...

Ebu'l-Âs (ra) Mekke'li Kureyş tâcirlerindendir. Babasının adı Rebîa olup annesi, Hz. Hatice (r.anhâ) annemizin kız kardeşi Hâle binti Huveylid'dir. İslâmiyet'ten önce Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimizin en büyük kızı Zeynep ile evlendi. Bu evliliğin üzerinden birkaç yıl geçince Allah Teâla son peygamber ve son din İslâm'ı gönderdi. Hz. Muhammed Mustafa (s.a.)'i kendine kul ve elçi olarak seçti. Yakın akrabalarını uyarmayı emretti. Ona ilk inanan Hz. Hatice annemiz oldu. Sonra kızları Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma'nın İslâm'a girişi takib etti.

EBU'L-ÂS'IN İSLÂM'A GİRİŞ HİKÂYESİ

Ebu'l-Âs'ın islâm'la şereflenişi uzun vakit aldı. Atalarının dinini kolayca terkedemedi. O, hanımı Zeynep'i çok sevmesine rağmen eşinin tasdik ettiği yeni dine giremedi. Onun İslâm'a giriş hikâyesi tam bir diriliş destanını andırır. Şöyle ki:

O, sevgi dolu bir gönle sahibti. Dürüst ve vefakârdı. Halk elindeki parayı ticaret için ona teslim ederdi. Becerikli ve emin bir tüccardı. Büyük kervanlar teşekkül ettirip sefere çıkardı. Bir sefer dönüşünde Mekke'ye girerken karşılayanlardan yeni dinin geldiğini son peygamber olarak Muhammed'in Allah tarafından görevlendirildiğini haber aldı. Evine vardığında hanımına: "Baban Peygamber olmuş öyle mi?" dedi. Zeynep de: "Evet! Babamın bugüne kadar hiç yalan konuştuğunu duydun mu?" dedi. Sonra Ebu'l-Âs'a: "Ben de müslüman oldum. Sen de inanır mısın?" dedi. Ebu'l-Âs hemen cevap veremedi. Vakti henüz gelmemişti. Zeynep (r.anhâ) onun gönlünün güzelliklere açılmasına engel teşkil eden sebebleri, hizmetiyle ortadan kaldırıp eritmeliydi. Ana evinde aldığı edeb, hürmet, sevgi, şefkat ve merhametle kocasına hizmete devam etti. Onu hep güleryüzle karşıladı, duâlarla evinden işine uğurladı. Arkasından hidâyeti için Rabbimize çok yalvardı. Duâlarında onu hiç unutmadı. Fırsat buldukça ona, İslâm'ın insânî ve ahlâkî güzelliklerini, babasının hiç yalan konuşmadığını, "Muhammedü'l-Emin" oluşunu ve yeni gelen din ile insanlığın huzur bulacağını anlatmağa çalıştı. Onun İslâm'la şereflenmesini çok istedi. İslâm gün geçtikçe Mekke'de yayılmaya başladı. Müşrikler Rasûlullah (s.a.)'e düşman kesilmişlerdi. Kızlarını kocalarından ayırmak sûretiyle eziyet vermeyi plânladılar. Efendimizin iki kızı Ebu Leheb'in iki çocuğuyla nişanlıydı. Büyük kızı Zeynep ise Ebu'l-Âs ile evliydi. Çocuklarına onun kızlarını boşayın diye baskı yaptılar. Ebû Leheb'in oğlu Utbe ile Uteybe babalarının baskılarına dayanamayıp Rukıyye ile Ümmü Gülsüm'ü boşadılar. Böylece Allah Teâlâ Habîbi'nin bu iki gülünü müşrik eli değmeden kurtarmış oldu.

Mekke'de küfrün elebaşıları durumunda olanlarla birlikte Ebu'l-Âs'ın evine geldiler. Rasûlullah'ın kızını boşamasını söylediler ve: "Bak Ebu'l-Âs!. Sen akıllı bir adamsın. Atalarının dininden dönmeyecek kadar dürüstsün. Karın senin dinini terketti. Boşa onu. Biz seni Kureyş kadınlarının en güzellerinden dilediğinle evlendiririz." diyerek zorladılar. Fakat Ebu'l-Âs bunlara aldırış etmedi ve mertçe onlara karşı:

"Hayır! Hayır! Onu boşayamam. Asla Zeynep'imi boşamam." diye haykırdı. Eşinin üzerine toz kondurmadı. Zira onu canı gibi seviyordu. Ona karşı sevgisini asaletli bir tavırla göstermiş oldu.

Sevmek... Sevilmek... Sevgiye lâyık olmak ne güzel şeydi... Sevgi en büyük bağdı. Sevgi nimetti, kuvvetti... Sevgi ile bir araya gelenler kopmaz, ayrılmazdı. Bunu müşrik kafalar nereden bilecekti?...

GÖNLÜ FETHEDİLEN İNSAN

Mekke'li müşrikler yeni müslüman olanların peşini takip ediyor ve vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Fakat kimseyi de İslâm'dan döndüremiyorlardı. Gönülden fethedilen insan nasıl o güneşi terkedebilirdi? Müşrikler çaresizliklerini zorbalığa çevirdiler. İşkence ve zulümle İslâm'ın önünü almak istediler. Kimsesiz, garip ve yalnız olan müslümanlara işkenceler yaptılar. Öğle güneşi altında inleterek kırbaçladılar. Sıcak kumlar üzerine yatırarak eziyet ettiler. Fakat hiçbir mü'mini imanından vazgeçiremediler. Zulümler artınca hicret izni çıktı. Önce Habeşistan, sonra Yesrib...

Müslümanlar kafileler halinde Yesrib'e hicret ettiler. Kısa bir zaman sonra İki Cihan Güneşi efendimiz de Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile birlikte Mekke'den ayrıldılar. Yesrib'e yerleşerek orayı Medine'leştirdiler. İlk iş olarak İslâm'ın ilk müessesesi mescid Sonra Mekke ve Medine müslümanları birbiriyle kardeş ilân edildi. Ensar Muhacire kucak açtı. Elindeki her şeylerini kardeşleriyle paylaştı. Hatta kardeşlerini nefislerine tercih ettiler. Kısa zamanda az fakat yıkılmaz bir kuvvet oluştu.

İSLÂM'IN İLK SAVAŞI

Mekke müşrikleri İslâm'ın Medine'de kuvvetlenip yayılmasına da râzı olmadılar. Bin kişilik kuvvet hazırlayarak Medine üzerine yürüdüler. İki Cihan Güneşi Efendimiz de ashâbını toparlayıp, istişâreler yaptı. Kureyşlileri şehrin dışında karşılamak üzere Medine'den çıktılar. Bedir'de karargâh kurdular. İki taraf Bedir'de karşı karşıya geldi. Bu İslâm'ın ilk savaşıydı. Bu savaşta akrabalar; dayı-yeğen, baba oğul karşı karşıya geldiler. Teke tek başlayan savaş birden alevlendi. İki ordu birbirine girdi. Kureyş müthiş bir bozguna uğradı ve kaçışmaya başladı. Allah Teâlâ melekleriyle peygamberine yardım etti. Görünmeyen ordular devreye girdi. Bir çok ganimet ve esirler alınarak savaş müslümanların zaferiyle sonuçlandı.

Rahmet Peygamberi Efendimiz esirler hakkında ashabıyla istişâreler yaptı. Fidye karşılığında bırakılmalarına karar verildi. Ebü'l-Âs'da esirler arasındaydı. Hanımı Zeynep'ten fidye için para istedi. O da bir miktar para ile birlikte evlenirken annesi Hz. Hatice (r.anhâ)'nın taktığı gerdanlığı gönderdi. Ebü'l-Âs kurtulmalık akçesini Rasûlullah! (s.a.)'e getirdi. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz gerdanlığı görünce tanıdı ve çok hislendi, mahzun oldu. Hüznünü anlayan ashâb-ı kiram: "Ya Rasûlallah! Sizi böylesine üzen nedir?" diye sordu. Efendimiz de: "Bu kolyeyi Hatice kendi eliyle Zeynep'in boynuna takmıştı... Eğer uygun görürseniz bunu sahibini iâde edelim!" buyurdular. Hep bir ağızdan ashâb-ı kiram: "Hemen... Derhal Yâ Rasûlallah! Yeter ki siz üzülmeyin..." dediler.

Ebü'l-Âs esirlikten kurtuldu. Kolye ve parası kendisine iâde edildi. Yalnız bir şart ileri sürüldü. Mekke'ye vardığında Zeynep'i Medine'ye gönderecekti. Zira âyet-i celîle gelmişti. Meâlen:"İnanan kadınlar, kâfirlere (artık) helâl değildir. Kâfirler de mü'min kadınlara helâl olmazlar." (Mümtehine Sûresi: 10)

Ebü'l-Âs mert ve dürüstlüğüyle tanınırdı. Verdiği sözü yerine getirirdi. Resûl-i Ekrem (s.a.)'e verdiği söz de yerine gelmeliydi. Zeynep'ini de çok seviyordu. Ondan ayrılmak dünyanın en büyük ızdırabıydı. Müşrikler dahi ondan ayıramamıştı. Sözünde durdu ve Zeynep'i Medine'ye gönderdi. Onun bu davranışından memnun kalan Rasûlullah (s.a.): "Ebü'l-Âs bana doğru söyledi ve sözünü tuttu." diye kendisini takdir etti.

Ebü'l-Âs becerikli, dürüst ve emin bir tüccardı. Halkın güven ve itimadını kazanmıştı. Ticaret için mallarını ona verirlerdi. Büyük ticaret kervanları vardı. Kendisi de kervanın başında bulunurdu. Hicretin 6. yılında Kureyş'in kendisine emanet ettiği ticaret mallarıyla birlikte Şam'dan dönüyorlardı. Medine-i Münevvere yakınlarında kervanı baskına uğradı. Zeyd İbni Harise (r.a.)'ın kumandasında yüzü aşkın bir seriyye tarafından Îs mevkiinde basıldı. Kervanın başında Ebü'l-Âs'ı görünce Zeyd (r.a.) arkadaşlarına şöyle seslendi: "Sakın kimseyi öldürmeyin. Hepsini canlı olarak yakalayın. Kan dökülmesini istemiyorum." dedi.

Kervanın etrafı sarılmıştı. Bu sözleri duyan kervancılar da canlarından emin olunca teslim oldular. Zeyd (r.a.) hepsini Medine'ye götürdü. Kervancıbaşı Ebü'l-Âs'a misafir gibi davrandı. Çünki o Rasûlullah (s.a.) Efendimizin damadı, kızı Zeynep'in kocası idi. Kısa bir zaman önce ayrı düşmüşlerdi. Fakat aralarındaki sevgi hiç eksilmemişti. Teyze kızına kavuşabilmek için plânlar yapıyordu. Gece karanlığında Medine'ye girince ortalıktan kayboluverdi.

Ebû'l-Âs doğruca Zeynep'in kapısına vardı ondan eman istedi. Zeynep (r.a.) da kızı Ümame ile onu başbaşa bırakıp dışarı çıktı. Mescide vardı. Sabah namazı yeni kılınmıştı. Kapıda durdu ve: "Ey müslümanlar! Ben Allah Rasûlü'nün kızı Zeynep'im. Herkes işitsin ki, teyzem oğlu Ebü'l-Âs'a eman verdim." diye seslendi. Sevgili Peygamberimiz de ashâbına: "Benim duyduğumu siz de duydunuz mu?" diye sordu. Onlar da: "Evet! Ey Allah'ın Rasûlü, biz de duyduk." dediler. Bunun üzerine Efendimiz: "Zeynep'in eman verdiğine biz de eman verdik." buyurdular.

Ebü'l-Âs'ın gönlü artık İslâm'a açılmıştı. Medine'de kalacaktı fakat kendisine emanet edilen mallar nasıl olacaktı. Bu düşünceler içerisinde ganîmetlerin bölüştürüleceği yere geldi. İki Cihan Güneşi Efendimiz onun mahcûbiyetini ve gönlündeki ışığı gördü ve ashâbına; "Eğer uygun görürseniz. Ebü'l-Âs'ın bütün mallarını ve arkadaşlarını kendisine geri veriniz!" buyurdu. Bu tavsiye üzerine ashâb-ı kiram esirleri serbest bıraktı. Malları geri verdiler. Olanlara inanamayan Ebü'l-Âs'ın gözü gönlü doldu. Hemencecik oracıkta kelime-i şehâdeti getirmek istedi. Fakat Kureyşin dedikodusundan çekindi. Kendine emanet edilen bütün malları sahiplerine dağıtıp İslâm'a girdiğini öyle ilân etmeliydi. Bu şekilde kararını verdi. Mekke'ye bu duygularla geldi ve kervanı karşılayanlara mallarını teslim etti. Onlara: "Bende herhangi bir alacağı olan kaldı mı?" diye üç defa sordu. Her seferinde "Hayır" cevabını aldı. "Benden şimdiye kadar yalan bir söz işittiniz mi?" dedi Onlar da: "Hayır, işitmedik." dediler. Bunun üzerine Ebü'l-Âs: "Vallahi Medine'de müslüman olmaya karar vermiştim. Ancak "Mallarımıza konmak için din değiştirdi!" demeyesiniz diye buraya geldim." dedi ve yüksek sesle kelime-i şehâdet getirdi.

Müşriklerin şaşkın bakışları arasında evine gidip özel eşyalarını devesine yükledi ve Medine'ye gönüller sultanına ve sevgili Zeynep'ine kavuşma hasretiyle yola koyuldu. Gece-gündüz demeden yola devam etti. Nihayet Medine'ye girdi. Doğruca Mescid-i Nebi'ye gitti. İki Cihan Güneşi Efendimiz ashabıyla sohbet ediyorlardı. Huzuruna varıp oturdu ve kelime-i şehadet getirdi. Ashab-ı kiram onun müslüman olmasına çok sevindi ve Zeynep (r.anhâ)'nın evine koşup müjde verdiler. Ebü'l-Âs (r.a.) da Zeynep (r.anhâ)'nın evine gitmek üzere izin istedi. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz izin verdi ve biraz sonra bizde geleceğiz buyurdu. Sonra bir kaç ashabıyla birlikte kızının evine geldi ve Ebü'l-Âs ibni Rebî'(r.a.) ile nikâhlarını tazeledi. Her ikisine de hayır duâlar da bulundu.

Ebü'l-Âs (r.a.) bunca sene geç kalmanın pişmanlığıyla sevgili eşine baktı ve: "İçimdeki ve dışımdaki putları terkedip geldim Zeynep'im" dedi. Bir müddet muhabbet gözyaşlarını tutamadılar. Allah Teâlâ'ya şükür secdeleri yaptılar.

BİR MÜSLÜMANIN DİRİLİŞ DESTANI

Ebü'l-Âs (r.a.)'ın Mayıs 628 milâdi tarihinde Hudeybiye Antlaşması'ndan beş ay önce müslüman olduğu rivayet edilmektedir. Onun İslâm'la şereflenişi tam bir diriliş destanını andırıyor. Muhabbetteki sırrın gücünü gözler önüne koyuyor. Sevgi, şefkat, merhamet ve sabrın eritemeyeceği hiçbir şeyin olmadığını bizlere gösteriyor. Zahmet, meşakkat ve çilelerin sevgiyle, sabırla nasıl aşıldığının bir belgeseli olarak zihinlerimize yerleşiyor. Yeter ki dürüst olsun bir insan.. Sevgi dolu bir gönle sahib olsun.

Ebû'l-Âs (r.a)'ın Hz. Ali (r.a.) ile beraber Yemen'e gittiği ve orada bir müddet görevli kaldığı naklediliyor. Ondan herhangi bir hadis rivâyeti gelmemiştir. Ali ve Ümâme adında iki çocukları olmuştur. Ali küçük yaşta ölmüş, Ümame de Hz. Fâtıma'nın vasıyyeti üzerine vefatından sonra Hz. Ali (r.a.) ile evlenmiştir. Ebû'l-Âs İbni Rebî (r.a.) h. 12 m. 634 tarihinde vefat etti. Cenâb-ı Hak'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 2001 - Haziran, Sayı: 184, Sayfa: 033

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.