Ebû Leheb'in Azabını Hafifleten Sebep

Ne mutlu o mü’minlere ki, Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini her şeyin üstünde tutarlar ve yabânî bahçelerin sahte çiçeklerine aldanmazlar!.. 

Allah Teâlâ’nın inzâl ettiği ilâhî bir fermân ve tâlimatnâme olan Kur’ân-ı Kerîm, ümmete Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kalp âleminden sergilenmiştir. Muhakkak ki Kur’ân’ın sırları da kalbin Allah Rasûlü’nün rûhâniyetine bürünmesi nisbetinde fâş olur. Eğer sahâbe-i kirâm gibi bizler de o âleme girmekle şereflenir ve ilâhî güzelliklerin, emir-nehiy, ilim ve hikmetlerin oradaki tecellîlerini seyretme bahtiyarlığına erebilirsek, kısacası ilâhî kelâmı O’nun gönül iklîmindeki tezâhürleriyle ve şerhiyle okuyabilirsek, o zaman gönüllerimiz asr-ı saâdetteki peygamber âşıkları gibi O’nun etrafında pervâne olur, her sözüne, her emrine ve hattâ îmâsına dahî:

“Anam, babam, malım ve canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlallâh!..” ifâdesinin özündeki aşk, vecd ve teslîmiyete nâil oluruz.

Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığı, beşer için bir muhabbet melcei ve feyz kaynağıdır. Ârifler bilirler ki, mevcudâtın varlık sebebi, Nûr-i Muhammedî’ye duyulan muhabbettir. Bu sebeple bütün kâinat, âdeta Varlık Nûru Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ithâf edilmiş gibidir. Bütün kâinat, Nûr-i Muhammedî’nin şerefine ve O’na bir mazruf olarak yaratılmıştır. Zira O, öyle bir şahsiyettir ki, Cenâb-ı Hak O’na «Habîbim» buyurmuştur. (Bkz. Tirmizî, Menâkıb, 1/3616; Dârimî, Mukaddime, 8; Ahmed, VI, 241; Heysemî, IX, 29.)

Ne mutlu o mü’minlere ki, Allah ve Rasûlü’ne gönül verir, muhabbet beslerler. Bu muhabbeti de, bütün muhabbetlerin üstünde tutmaya muktedir olabilirler!..

Hakîkat-i Muhammediyye’ye yakınlaşabilmek, akıldan ziyâde muhabbet ve aşkla mümkündür. O’nun bu âleme şeref verdiği Rabîulevvel semâları, mü’minlere rahmet ve gufrân olarak açılmıştır.

MÜŞRİK EBÛ LEHEB'İN AZABINI HAFİFLETEN OLAY

Kaynaklarımızın verdiği bilgiye göre, Allah Rasûlü’nün süt annelerinden biri de tâlihli hâtun Süveybe’dir. Bu hanım, Rasûlullâh’ın düşmanı olan Ebû Leheb’in câriyesi idi.

Süveybe Hâtun, Ebû Leheb’e yeğeninin doğum müjdesini haber verince, Ebû Leheb, sırf kavmî asabiyetten dolayı bu câriyeyi âzâd etti. (Halebî, I, 138) Bu ırkî asabiyetten meydana gelen sevinç bile, Ebû Leheb’in Pazartesi geceleri azâbını hafifletmeye yetti.

Abbâs -radıyallâhu anh- şunları anlatır:

Kardeşim Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi:

“Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum. Ebû Leheb:

“Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için Pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki küçük bir delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, Kâhire 1993, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125.)

İbn-i Cezerî şöyle der:

“Ebû Leheb gibi bir Peygamber düşmanı, Allah Rasûlü’nün doğduğu gün sırf kavmî hislerle gösterdiği sürûr sebebiyle cehennemde azâbı hafifletilirse, Peygamber Efendimiz’in doğduğu geceye hürmet gösterip Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi aşkına gönlünü ve sofrasını açan bir mü’minin Hak katında ne tür lutuf ve keremlere nâil olacağını bir düşünmek îcâb eder!.. Yapılması gereken, Allah Rasûlü’nün doğdukları ayda bol bol mânevî sohbetler yapıp feyz tâzelemek, mübârek ayın rûhâniyetinden istifâde edebilmek için ümmete ziyâfetler vermek, fakir, garip, yetim, çâresiz ve kimsesizlere her türlü iyiliği yaparak mahzûn gönülleri şâd etmek, onları sadakalarla sevindirmek ve Kur’ân okuyup okutmaktır...” 

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Emsalsiz Örnek Şahsiyet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Kıyamet koptu mu ki Âli İmran 88, Nebe 24,25 ve diğer örnek gösterilen Ayet-i Kerimeler vukû bulmuş olsun.. Bahse konu Ayet-i Kerimeler mahşerden sonraki hesaptan bahseder.. Bunu anlamak bu kadar zor değil ancak bu kadar cahillik ancak eğitimle mümkündür

    • Kabir azabından bahsediliyor.

    Değerli Müslüman Kardeşim! Peygamber Efendimiz Muhammed صلى الله عليه وسلم amcası olan Ebû Leheb hakkında bazı kimseler tarafından uydurulan bir konuda, emri bil ma’rûf ve nehyi anil münker kâidesi ışığında sizleri uyarmayı, kendimize görev addettik. Buhârî’nin Urve’den rivâyet ettiğine göre Peygamber Efendimiz’in amcası olan Ebû Leheb, Peygamber Efendimiz’in doğumuna sevinmiş ve bundan dolayı câriyesi olan Suveybe’yi azâd etmiştir. Hazreti Abbâs, Ebû Leheb öldükten sonra onu rûyada görmüş ve ona demiş ki: “Durumun nasıl?”. O da demiş ki: “Ben çok kötü haldeyim, ancak Suveybe’yi azâd ettiğim için bana birşey içiriliyor.” Âlimler buyurdular ki: “İhtimaldir ki Abbâs, Ebû Leheb’i rûyada gördüğü zaman henüz İslâm’a girmemişti.” Bu sadece bir rüyâdır, kesinlikle Hadîs değildir; bir Peygamber rüyâsı da değildir. Dolayısıyla bu rüyâya dayanarak dînî hüküm verilmez. Çünkü bu; Kur’ân-ı Kerîm’i, Hadîs-i Şerîfler’i ve âlimlerin icmâsını yalanlamaktır. (Üstelik Hazreti Abbâs bu rüyâyı Efendimiz’e de anlatmamıştır.) Âlimler buyurdular ki: “Eğer bir Hadîs Kur’ân-ı Kerîm’e, mütevâtir Hadîs-i Şerîfler’e ve akla ters düşüyorsa ve de te’vîl yapılacak bir hadîs değilse, bu Hadîs batıldır.” Ebû Leheb ile ilgili yukarıda zikredilen konunun doğru olmadığına dâir Kur’ân-ı Kerîm’de birçok delîl vardır. Bu Âyet-i Kerîmeler’den bazıları şunlardır: Yüce Rabb’imiz Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruyor ki: Anlamı: “Orada ne bir serinlik ve ne de güzel içecek bir şey tadacaklar! Ancak, uygun bir ceza olarak kaynar su ve irin içecekler.” (En-Nebe Sûresi 24-25) َ Anlamı: “Onlar ebedî olarak lânet içinde kalırlar. Artık ne kendilerinden azâb hafifletilir, ne de yüzlerine bakılır.” (El-Bakara Sûresi 162) Anlamı: “Kâfirlerin azâbları hafifletilmez.” (Âl-i İmrân Sûresi 88) Peygamber Efendimiz’in konuyla ilgili Hadîs-i Şerîf’inin meâli şöyledir: “Kâfir, dünyada yapmış olduğu iyiliklerin karşılığını dünyada görür, Âhiret’te o iyiliklerden hiç bir şey görmez.” Ebû Leheb hakkında anlatılan bu kıssayı Hâfız Bin Hacer El-Askalânî “Buhârî”nin şerhi, 9. cilt, Nikâh Kitabı, Emzirme Bâbı’nda reddetmiş ve buyurmuştur ki: “Bu kıssa Kur’ân-ı Kerîm Âyetleri’nin zâhirini yalanlıyor.” Daha sonra Kadı İyâd’ın, kâfirlerin Âhiret’te sevâplarının olmayacağı ve azaplarının hafiflemeyece- ği konusunda icmâ’ı naklettiğini bildiriyor. Ayrıca İmâm El-Kastalânî de, “İrşad Es-Sâri Li Şerh Sahîh El-Buhârî’’ adlı kitabında Hâfız Bin Hacer’in bu konudan söz ettiği gibi söz etmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri Âyet-i Kerîmeler’in ve Hadîs-i Şerîfler’in kendi aralarında ve birbirleriyle çelişmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir. Ebû Leheb’in Cehennem’de azâbının hafifleyeceğini söylemek ise Âyet-i Kerîmeler’i, Hadîs-i Şerîfler’i ve âlimlerin icmâsını yalanlamaktır. Ayrıca bu kıssayı anlatanlar: “Biz azâbı hafifliyor demiyoruz, takdir edilen azap budur. O azap içinde iken parmağının boğumundan su içiyor.” diye iddiâ ediyorlar. Bu insanlara sormak lazım: “Cehennem azap yurdu mudur yoksa nimet yurdu mudur?” Tabîki azap yurdudur. Bu kıssanın doğru olduğunu iddiâ edenler, konuyla ilgili Âyet-i Kerîmeler’i, Hadîs-i Şerîfler’i ve âlimlerin icmâını yalanlamış olurlar ki bu da dînimize zıttır. Bu inanç kişiyi İslâm’dan çıkarır ve kişinin tekrar İslâm’a girme niyeti ile Kelime-i Şehâdet’i söylemesi gerekir. Sonuç olarak hakkında bütün bir Sûre nâ- zil olan, İslâm’a ve Peygamber Efendimiz’e düşmanlığıyla tanınan Ebû Leheb’in azâbının hafiflemeyeceği ve Cehennem’de ona hiçbir rahatlığın olmayacağı; Kur’ân-ı Kerîm’de, Hadîs-i Şerîf’lerde ve âlimlerin icmâsında bildirilmiştir. Muvaffakiyet Allâh’tandır…

    • Ayrıca bu kıssayı anlatanlar: “Biz azâbı hafifliyor demiyoruz, takdir edilen azap budur. O azap içinde iken parmağının boğumundan su içiyor.” diye iddiâ ediyorlar. Gayet mantıklı bir açıklama. Kendi düşüncenize uymuyor diye, devamında "bu inanç kişiyi dinden çıkarır" diyerek olayı başka mecralara çekmek yanlış, rüyayı gören Peygamberimizin amcası, bize aktaranlar da Buhari gibi sağlam bir kaynak.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.