Ebu Dücane’nin (r.a.) Uhud’daki Kahramanlığı

Peygamber elinden ölümsüzlük iksiri içenlerden biri de Ebû Dücâne (r.a.) hazretleridir. Büyük şecaat sahibi... Bütün gazalarda, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizle beraber bulundu. Kendi vücudunu siper ederek Allah’ın Rasûlü’nü düşman oklarından korudu... Ve nice kâfirin ciğerini deldi.

İslâm ordusu ile küfür ordusu, Uhud dağının eteklerinde, büyük bir cenge tutuşmuşlardı. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.), dört kola böldükleri kıtalara birer sancak verdiler... Ve nur yatağı Medîne’den yola revân oldular. İslâm ordusu bin nefer... Yüzü zırhlı. Küfür ordusu üç bin nefer... Yediyüzü zırhlı ve ikiyüzü atlı. Küfür ordusu, Uhud Dağı’nı yanına alarak Medine’ye karşı sahrada mevzi aldı. Peygamber ordusu, küfrün karşısında, o da mukabil kanadını Uhud’a verip safa girdi.

Hazırlık tamamlandıktan sonra Kâinatın Efendisi Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ellerine bir kılıç aldılar ve buyurdular ki: “Bu kılıcı hakkıyla benim elimden kim almak ister?” Sahabilerden isteyenler oldu. Vermediler. Ebû Dücâne hazretleri ilerledi ve dedi: “Bu kılıcın hakkı nedir Ey Allah’ın Rasûlü?” “Bu kılıcın hakkı, paramparça oluncaya kadar kâfirin yüzüne çalınmasıdır.” “Ver Allah’ın Rasûlü, o şartla alıyorum!” Verdiler.

Şecaat ve celâdet çağlayanı, Hazret-i Ebû Dücâne (r.a.) kılıç alınca, koltuk kabartarak ve salınarak yürüdü. Varlığın sebebi olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bu hale bakıp buyurdular ki: “Allahü Teâlâ bu yürüyüş tarzını sevmez ama bu yerde müstesnâ.”

IRMAK TERSİNE DÖNDÜ

Ebû Dücâne (r.a.), mübarek kılıcı aldı ve başına kırmızı bir sarık sardı. Ve birbirine dalan safların önünde ileriye atıldı. Ve üst üste kâfirleri devirmeye başladı. Ebû Dücâne hazretlerinin kılıcı, yıldırımdan bir gülle gibi kâfirleri yakıp kül ediyordu. Küfür safı yerinden oynadı. Kâfirlerden silahını atan kaçmaya başladı ve arkalarındaki kadınlar çığlık koparmaya başladı. Düşman safında müthiş bir panik... Tam bu andadır ki ırmak tersine döndü.

Nebiyy-i Muhterem’in arkaya bıraktığı okçular yerlerini terk ettiler ve aldıkları emri unuttular... Fırsat beklemekte olan küfür safının süvari kumandanı okçuların bıraktığı noktaya gelip, İslâm ordusunu arkadan çevirdi... Bir kargaşalıktır koptu. Ve peygamberler peygamberi küfür safından gelen oklara hedef oldu. Sahabiler varlık nurunun etrafına etten ve kemikten bir hisar çektiler. Ebû Dücâne hazretleri, Allah Rasûlü’nü korumak için ona canı ile siper oldu. Yediği oklardan vücudu bir iğne yastığı haline geldi... Vücuduna üst üste oklar saplandıkça, acısından yalnız başını kaldırıyor ve hiç kıpırdamıyordu.

Sonsuzluk Nebîsi’nin, azılı düşmanlarından biri de Abdullah bin Hümeyd isimli kâfirdi. Allah’ın Rasûlü’nü görünce, atını mahmuzladı... Kendisi demir zırh içinde ve miğferli idi. Ağzından köpükler saçarak bağırıyordu: “Ben Züheyr oğluyum! Gösterin bana Muhammed’i (s.a.v.)! Vallahi ya O’nu öldürürüm, yahut da O’nun yanında ölürüm. Ebû Dücâne Hazretleri yerinden bir aslan gibi sıçradı ve kâfirin önünü kesip kükredi: “Gel yanıma! Ben Allah Rasûlü’nün vücudunu kendi vücudumla koruyan kişiyim! Gel de hesabını göreyim.”

BEN ONDAN NASIL RAZI İSEM SEN DE ÖYLE RAZI OL

Ve ileri atıldı. Kâfirin atının bacaklarına müthiş bir darbe indirdi. At kişneyerek olduğu yere sindi. Bu sefer kılıcını küfür heyulasına havale etti. “Al; bunu da ben Harise’nin oğlundan.” Koca devi bir vuruşta yere düşürüp göğsüne oturdu ve kılıcı gırtlağında dayayıp kafasını koparıverdi. Sonsuzluk Nebîsi (s.a.v.) bu müthiş boğuşmayı seyrediyor ve şöyle dua ediyordu: “Allah’ım Harise’nin oğlundan ben nasıl razı isem, sen de razı ol!”

Ebû Dücâne Hazretleri için bundan büyük bir sağ adet düşünülemezdi. İşte o, böyle bir kahramandı ve bütün ömrü boyunca kılıcını peygamberimizin emrinde kullanmıştı... Ve ömrü de şehid olarak noktalandı.

Kaynak: Sadık Dana, İslam Kahramanları 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KAHRAMAN SAHABİ

Kahraman Sahabi

UHUD SAVAŞI

Uhud Savaşı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Radıyallahu anh..Allahım bize bu kıymetli eserleri miras olarak bırakan muhterem Üstadlarımıza,Mahmut Sami efendimize,Musa Topbaş efendimize gani gani rahmet eyle. Hayatta olan muhterem hocamız Osman Nuri Topbaş efendimize ve Muhterem Abdullah Sert hocamıza sağlık afiyetler ihsan eyle. Ömürlerini uzun ve bereketli eyle ya Rabbelalemin..Amin

    • Aminnnnnnnn

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.