Dünya ve Ahiret Sevgisi

Lokman Hakîm’in şu nasihati çok mühimdir: “Evlâdım! Âhiretin uğruna dünyanı fedâ et, her ikisini de kazanırsın. Fakat sakın ola ki dünyan uğruna âhiretini fedâ etme, her ikisini de kaybedersin.”

“...Onlar dünya hayâtıyla şımardılar. Oysa âhiretin yanında dünya hayâtı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.” (er-Ra’d, 26)

Yine mü’minler olarak herhangi bir musîbet veya iptilâ ile karşılaşıp sabrımızın zorlandığı anlarda da; “Allâh’ım! Gerçek hayat, âhiret hayâtıdır!” diyerek rızâ, teslîmiyet, sabır ve tevekkül ile metânetimizi ve ruh dengemizi korumalıyız. Dâimâ Rabbimize sığınarak:

“...Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için âhiret daha hayırlıdır...” (en-Nisâ, 77) şuur ve idrâki içinde huzurlu bir kulluk hayâtı yaşamalıyız.

Sanki hiç bitmeyecekmiş zannedilerek hoyratça tüketilen dünya hayâtının, aslında ne kadar kısa bir zaman dilimi olduğu, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilir:

“Kıyâmet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (en-Nâziât, 46)

Bu yüzden şu kısacık ömürde yapılacak en akıllıca iş, Hakk’a güzel bir kulluktur. Fakat bütün nîmetler gibi hayat nîmetinin de kıymeti, o elden çıkmadan lâyıkıyla anlaşılamaz. “Zaman” mefhumu üzerindeki bu umûmî gaflet sisini dağıtabilecek yegâne imkânın, “ölümü tefekkür” olduğunu hatırlatan Necip Fâzıl’ın şu beyti ne kadar mânidardır:

Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;

Ölümde yekpâre ân, ne kesiklik ne bölüm...

Bu hakîkate binâendir ki gönülleri îman ve irfân iklîminde yoğrulmuş olan ecdâdımız, dünyanın fânîliğini hatırlatan kabristanlara, yaprağını dökmediği için âhiretin ebedîliğini temsil eden selvi ağaçları dikmişlerdir.

Âhiret şuuru noktasında Lokman Hakîm’in şu nasihati çok mühimdir:

“Evlâdım! Âhiretin uğruna dünyanı fedâ et, her ikisini de kazanırsın. Fakat sakın ola ki dünyan uğruna âhiretini fedâ etme, her ikisini de kaybedersin.”

Gerçekten de dünya ve âhiret, bir terâzinin iki kefesine benzer. Birine ağırlık verilince diğeri hafifler. Akl-ı selîm sahibi her mü’minin gönlü, dâimâ âhirete meyletmek mecbûriyetindedir. Zira dünyanın gelgeç sevdâlarına ve içi boş heveslerine râm olup onunla mutlu olanın kalbinden âhiret sevgisi ve düşüncesi çıkar. Âhirete dâvet sesi kalbe yerleşince de, dünyaya dâvet fikri gönle yabancılaşır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.