'dünya Kadınlar Günü'nün Geçmişi

8 Mart 1857'de ABD'nin New York şehrinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 120 kadın işçi öldü. 1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda kadın işçilerin yakılması hâdisesi tekrar gündeme geldi ve tekstil fabrikasında ölen kadınlar hatırasına 8 Mart, “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı.

Tarih, 8 Mart 1857. Yer; ABD, New York şehrinde bir dokuma fabrikası… O fabrikada çalışan kadınlar, aynı işi yapmalarına ve daha fazla mesâî harcamalarına rağmen erkeklerden daha düşük ücret aldıklarını ilan ederek grev kararı aldılar. Çok uzun saatler boyunca, insanın tâkâtini zorlayacak şartlarda çalışıyor ve üstüne üstlük her açıdan mağdur ediliyorlardı. İstedikleri şartları şöyle açıkladılar:

“İnsânî şartlarda çalışmak, 10 saatlik iş günü, Eşit işe, eşit ücret..”

Sayıları 40 bini bulan dokuma işçileri topluca greve başladı. Bu grevin diğer işçiler için de örnek teşkil etmemesi için fabrikanın patronu, grevdeki kadınların üzerine kapıları kilitletti. Böylece içerideki sayıyı sabit tutmuş, onlara dışarıdan katılmanın önünü kesmiş oluyordu. İş bu kadarla da kalmadı, fabrikanın içinde çıkan bir kavga esnasında, grevdeki kadınlardan 120 tanesi şâibeli bir şekilde yangında hayatını kaybetti. Onlara yapılacak müdahaleler de engellendi, bütün bunlar oradaki herkesin gözleri önünde cereyan etti. İşçilerin bu şekilde yakılması, toplumun vicdanında büyük bir yaraya dönüştü ve infiâle sebep oldu. Yanan kadınların cenâzesine, 10 bini aşkın kişi katıldı.

1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda bu hâdise tekrar gündeme geldi ve tekstil fabrikasında ölen kadınlar hatırasına, 8 Mart, “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı.

Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmıştır. Ülkemizde kutlanılan kadınlar günü, özellikle, “Kürtaj benim hakkımdır. Bu beden benim, bedenimi istediğim gibi kullanırım...” gibi feminist ve gayr-i ahlâkî hayat tarzlarını savunanların bir gövde gösterisi şeklinde kutlanmaktadır.

KADINLAR GÜNÜ DE NEYMİŞ!

Maalesef son yıllarda Mart ayı yaklaştığında, bazı vakıf, dernekler ve kültür merkezleri de bizi arıyor ve “Seminer verir misiniz?” diyerek davet ediyorlar.

“-Neyin gününü kutluyoruz? Kadınlar günü de neymiş, bu zulüm gününü mü kutlayacağız?” dediğimde:

“-Efendim, siz İslâm’da kadını anlatın.” diyorlar.

Biz ise, o güne mahsus bir şekilde kadına verilen kıymeti anlatmayı uygun görmüyoruz. İslâm’da kadının değeri ve haklarını, bir güne tahsis etmek; hem de İslâm dışı bir dünyada, İslâm’dan kaynaklanmayan problemler yüzünden kadınların çektiği sıkıntıları dile getirmek; olsa olsa o günü îcad eden kimselerin ekmeğine yağ sürmek demek!.. O günü kutlayanlar, yerleştirmek isteyenler mâlum… Ancak buna, Müslümanların âlet olması da pek acı!..

Elhamdülillah, müslümanız… Müslüman kadını olarak hepimiz çok şanslıyız. Biz haklarımızı, Avrupa’nın zulüm kokan sokaklarında grev yaparak, ezilip hiç sayılarak elde etmedik.

BÖYLE BİR KADIN İMAJI YOK!

Biz daha dünyaya gelmeden, cennette özlenen varlıklarız. Bizim Allah tarafından gönderilen kitabımızda, sizlerin tahrif ettiğiniz kitaplarınızda bulunduğu gibi, “erkeğini kandırıp günah işleten, şeytanla iş birliği yapan, günah ve utanç kaynağı olarak görülen” bir kadın imajı yok!.. Kadın, haysiyet ve şerefiyle hep erkeğinin yanında… Onunla birlikte hayatı kuruyor, onunla birlikte cenneti paylaşıyor, onunla birlikte dünyayı cennet hâline getirmeye çalışıyor. Hata işlediklerinde de beraberce gözyaşı döküp Allâh’a yalvarıyorlar. Biz, Allâh’ın birbirini tamamlamak üzere yarattığı iki ayrı cinsiz. Farklılıklarımız, zenginliğimiz… Birimizin eksik bıraktığı tarafı, diğerimiz dolduruyor ve ikimiz bir araya geldiğimizde ancak bir bütün oluşturuyoruz.

Sizler 1870’lerde sokaklara dökülüp mîras, şâhitlik, mülk edinme gibi bazı haklarınızı elde edebilmek için pankart açıp dayak yerken, bizlere bu haklar, yedinci asrın başlarında İslam Dîni tarafından verilmişti.

KADIN 'ŞEYTAN' OLARAK KABUL EDİLMİŞ

O asırlarda, sizin kiliselerinizde kadın, “şeytan” olarak kabul edilmiş, hatta “insan” olup olmadığı tartışılır vaziyetteydi. Toplumdaki bütün aksilikler, başa gelen bütün belalar kadınlardan dolayı kabul ediliyordu. Bizim Peygamberimiz, kızlarını omzuna alıp Mekke sokaklarında gezdirirken, kızına “babasının süsü”, “babasının annesi” diye hitap ederken, sizlerin babaları, dedeleri sizi insan sınıfına sokmuyordu!

Sizin erkekleriniz, Sinogoglara kadınları pis varlıklar olarak görüp sokmazken bizim Peygamberimiz özel gününde olan hanımının kucağına dayanıp Kur’ân okuyor, eti onun ısırdığı yerden ısırıyor ve bardağı yudumladığı taraftan suyunu içerek hanımların ne kadar temiz varlıklar olduğunu gösteriyordu. Onlara ders vermek için mescide özel günler tertüp ediyor, onlarla folklor gösterileri izleyip koşu yarışları yapıyordu.

Sizler evlendiğinizde, kocalarınıza mal-mülk götürürken ve eşleriniz öldüğünde, eşya gibi mîras bırakılırken, bizim dinimiz bize “mehir hakkı”nı çoktan vermişti. Miras bırakıp, miras alma, mülk edinme ve mülk üzerinde istediği gibi tasarruf haklarımız vardı.

CENNETİN ANAHTARIYIZ

Bizler, tıpkı erkekler gibi, Rabbimizin kullarıyız. Peygamberimizin övdüğü, güzelce büyütülüp gözetilirsek babalarımızın cennet anahtarıyız. Bizler, ayaklarımızın altına cennetin serildiği, peygamberleri doğuran şerefli anneleriz. Bizler adı ve iffeti sûrelere konu olan Meryem’iz!.. Bizler, Firavun’un küfür sarayında yeşeren îman filizi Asiye’leriz… Bizler  şeytanı taşlayan ilk el, teslimiyetin  zemzemi Hacer’leriz… Bizler Hira’dan gelen habere, ilk teselli veren ses, ilk îman eden, ilk cennetle müjdelenen fedâkâr Hatice’leriz… Bizler gerektiğinde dini için ilk şehit olan Sümeyye’leriz..  Bizler, iffeti âyetlere konu olan, göklerde tebrie edilen (aklanan), ilmin beşiği Âişe’leriz.. Bizler, Peygamberin en sevdiği takvâ âbidesi, îsar sâhibesi Fâtımâlarız…

Biz, dinimizi yaşadıkça kıymetlenen, ondan uzaklaştıkça zelîl olan, cennetten de cehennemden de haberdar olup îman etmiş şanslı Âdem ve Havva’nın kızları, en kıymetli peygamber Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kırılmasından, incinmesinden korkup üzerine titrediği zarîf ümmetiyiz. Bize şeref olarak bu yeter! Sizin zulüm tüten, menfaat için uydurulan sahte günlerinize muhtaç değiliz!..

Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, 145. Sayı

KADINLAR GÜNÜ NEDİR

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.