Düğünümüze Hoş Geldiniz

Tam helâlleşip yola çıkıyordu ki bir eksiği fark ettiler. Âdet üzere bu arabaya binen kişinin kadın mı erkek mi olduğunu belirtmek için, kadınsa başörtüsü erkekse havlu bağlarlar. Bunun üzerinde sadece yeşil bir örtü vardı... Alelacele bir havlu getirdiler... Havluyu tam örtecekleri sırada gözlerine havlunun üzerindeki yazı ilişti: “Düğünümüze Hoş Geldiniz.”

Sıcak bir bahar günüydü. Etrafta rengârenk çiçekler açmış, yeşilin her tonuyla bütün ağaçlar donanmış, dallarına konan kuşlar en güzel şarkılarını söylüyordu. Bu şehir, bugüne kadar böyle kalabalık bir merasim görmemişti. Edebâlî türbesine doğru bir insan seli akıyordu âdeta...

Uzaktan yakından herkes onun için gelmişti buraya... Hiç kimse özel davetli değildi bu merasime. Amma gelenler hep yüreklerinden gelen sese kulak vererek gelmişlerdi, gelmeleri gerektiğinin şuurunda olarak.

Kerim olan Mevlâ’nın Kerem adında bir kuluydu o. Adı gibi kerem sahibiydi. Kapısına bir müşkülle gelip de müşkülü halledilmeyen yoktu. Gençti, hareketliydi. Nerede bir hayırlı iş var mutlaka yanında, yöresinde bulunur, «nasıl katkı sağlarım» diye âdeta çırpınırdı. Yüzü hep güler, ağzından tek kelime olsun kötü bir kelâm çıkmazdı. Çok sabırlıydı, hiç kızmazdı insanlara. Elleri hep insanların başının üzerindeydi; mevkii, makamı ne olursa olsun bütün insanlar onun önünde şapkalarını çıkarırlardı. O bir berberdi çünkü. Yüreğindeki güzellikleri insanların başlarına yansıtırdı, maharetli elleriyle kendisine güvenenleri güzelleştirirdi.

Bu mesleğe çocuk yaşta başlamıştı. Tez zamanda işi öğrenip kendi yerini açmıştı. Müşterilerine kendisini çabuk sevdirmişti. Adı çabucak yayıldı insanlar arasında. Çok sessiz-sakin birisiydi; amma efendi duruşuyla, saygısıyla, edebiyle yer etmişti gönüllerde. Gönül ehli birisiydi, ondan olacak ki gönülden gönüle giden yolda tanıyanı, seveni çoktu.

Şeyh Edebâlî’yi çok severdi. Malûm, Edebâlî, ahî şeyhidir. Kendisi de bir esnaf olarak sanki o dergâhın bu zamana yansıyan bir numûnesiydi. Soyadı Dindar’dı. Yaşayışı da soyadına münasip güzellikteydi. İbâdetlerini hiç aksatmazdı. Dînimizin diğer hükümlerini de mümkün olduğunca hayatına uygulamaya gayret ederdi.

Şeyh Edebâlî türbesi ve yanındaki cami şehrin biraz dışında kaldığından sabah cemaati pek olmazdı. Bu duruma çok üzüldüğünden, insanları buraya alıştırmak için çareler düşünmüş ve kendisi gibi birkaç arkadaşıyla birlikte Pazar sabahları sabah namazını bu camide kılanlara sıcak çorba ikram etmeye başlamışlardı. Hâlen devam eden bu hizmette sabah namazından sonra geçmişlerimizin ruhuna Fâtihalar okuyup birlik ve beraberliğimiz için duâlar ediyor, sonra çorbalarımızı içip dağılıyoruz.

Bir gün bütün bu güzellikleri, sevdiklerini, dostlarını, iki evlâdını ve eşini de burada bırakıp gitmeye karar verdi. Bütün ısrarlara rağmen kararı kesindi... Karşı konulmaz bir sebep onu çekiyordu... Arkadaşlarına bir ricada bulunmuştu Şeyh Edebâlî türbesinin tam karşısına bir ev yapmalarını istiyordu. Onu o kadar seven arkadaşları ricasını geri çevirirler mi hiç... Yapıvermişlerdi bir evcik. Ve o an geldi, gitmeliydi artık. Oraya giderken özel bir elbise giyerler, o da hazırdı. Boy abdesti alıp yensiz-yakasız o bembeyaz elbiseyi giydi. Tek kişilik yeşil bir arabaya bindi. Bu arabanın özel adları vardır. Kimisi dört kollu der, kimisi tahta araba... Arabası evlerinin önüne varmıştı. Herkes Onu uğurlamak için hazır bekliyordu. Ta uzaklardan bile gelenleri vardı...

Tam helâlleşip yola çıkıyordu ki bir eksiği fark ettiler. Âdet üzere bu arabaya binen kişinin kadın mı erkek mi olduğunu belirtmek için, kadınsa başörtüsü erkekse havlu bağlarlar. Bunun üzerinde sadece yeşil bir örtü vardı... Alelacele bir havlu getirdiler... Havluyu tam örtecekleri sırada gözlerine havlunun üzerindeki yazı ilişti: “Düğünümüze Hoş Geldiniz.”

Kaynak: Mustafa Tıg, Altınoluk Dergisi, Sayı: 397

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.