Dört Mahremiyete Dikkat!

Klinik Psikolog Mehmet Dinç ile sosyal medya üzerine…

Röportaj: Süleyman Ragıp Yazıcılar

Altınoluk: Bilgi tüketiminin hızla değiştiği günümüzde adına sosyal medya denilen bir gerçeklik var. Günümüz insanlarının birçoğu tarafından hayatın vazgeçilmezi olarak nitelendirilen sosyal medya vakıasının birey, aileler ve toplum üzerindeki etkileri uzun zamandır tartışılıyor. Biz de sizinle sosyal medyanın tahribatlarıyla alakalı, aileler, gençler üzerindeki etkileri üzerine konuşmak istedik. Sosyal medyanın olumsuz etkilerinin izalesi noktasında neler yapılabilir, sosyal medyayı olumlu kullanmanın yolları nelerdir gibi sorular çerçevesinde sosyal medyayı enine boyuna konuşmak istiyoruz. Öncelikle sosyal medya vakıasına ilişkin genel bir değerlendirme yapmanızı istersek, neler söylersiniz?

Mehmet Dinç: Sosyal medyayı bugün iletişimimizin merkezinde yer alan, hayatımızı kolaylaştırıcı önemli bir araç olarak görmek gerekiyor. Sosyal medyadan kopuk bir hayat yaşamak bugün özellikle gençler için çok mümkün belki çok da doğru olmayabilir. Bu çerçeveden baktığımızda bizim sosyal medyaya karşı bir duruş geliştirmemiz yerine sosyal medyayı daha aktif, daha faydalı bir şekilde nasıl kullanabileceğimiz üzerinde durmamız gerekiyor. Bu bağlamdan baktığımızda nasıl ki hayatımızı kolaylaştıran iletişim olsun ulaşım olsun diğer teknoloji araçlarına hayatımızda yer veriyorsak, sosyal medyaya da hayatımızda yer vermemiz son derece normal, hatta gerekli denebilir. Ancak hayatımızı kolaylaştırdığı kadarıyla hayatımızda yer alması gerektiğinin altını çizerek. Yani sosyal medya hayatımızı kolaylaştırdığı kadar var olmalı, hayatımızı zorlaştırdığı an başka alternatif bulmamız gerekir. Çünkü esas olan sosyal medyada değil hayatta var olabilmek.

Sosyal medyayı kullanırken gaye sosyal medyayı kullanmak değil bir ihtiyacı gidermek olmalı. Bu ihtiyacı normal hayatın çerçevesinde mi daha rahat ve doğru karşılıyorum yoksa sosyal medyayı kullanarak mı daha rahat ve doğru karşılıyorum? Sosyal medyayı kullanarak daha rahat ilişki kuruyorsam sosyal medyayı kullanırım. Sosyal medya bunu zorlaştıracaksa, olumsuz etkileyecekse o zaman normal yolu kullanırım. Dolayısıyla sosyal medyaya düşman olmamıza gerek yok. Ama sosyal medya ile doğru ve sağlıklı bir ilişki kurmaya mecburuz.

İLETİŞİME DARBE

Altınoluk: Sosyal medyayla alakalı size gelen şikayetler nelerdir? Sosyal medyanın yanlış kullanımının neticesi olarak öne çıkan problemler nelerdir?

Dinç: Benim gördüğüm iki tane temel sıkıntı var. Yapılan araştırmalarda da bunlardan birine çok ciddi vurgu yapılıyor. Sosyal medyayla alakalı en büyük şikâyet yakın ilişkilere darbe vurduğu yönündedir. Yani sosyal medya, insanların düzenli olarak görüştüğü insanlar arasındaki ilişkinin derinleştirmesine mani oluyor. Kimdir bu? Eştir, çocuklardır, annedir, babadır. Sosyal medyayı yanlış kullanan insanlar yakın ilişki içerisinde oldukları aileleriyle, yakın akraba ve arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde sosyal medyadan başlarını kaldırıp göz göze yüzyüze bir ilişki kuramıyorlar. İlişkinin derinleşmesi için göz göze, yüzyüze bir ilişkinin kurulması lazım. İnsan bakılmak istiyor, değer verilmek, saygı görmek istiyor. Biriyle görüşürken bir taraftan gözleriniz telefonunuzun tuşlarındaysa karşınızdaki insan kendisini değersiz hissediyor. Amerika’da bu konu üzerinde çok ciddi çalışmalar yapılıyor. O çalışmalardan bir tanesinde Amerika’da boşanmanın en yaygın beş nedeninden bir tanesinin sosyal medya olduğu ortaya çıktı. Aldatma değil, kandırma değil, kötülük yapma değil sosyal medyayı sağlıksız ve aşırı bir biçimde kullanma en yaygın boşanma sebebinden biri.

Altınoluk: Bir anlamda evet sosyal medya uzaktaki insanı yakın kılıyor ama yakındakini daha da uzaklaştırıyor denebilir.

Dinç: Uzaktaki insanı bu kadar yakın kılması da problem aslında. İnsan öncelikle yakın çevresi ile düzenli ve derin bir ilişki kuracak, uzak çevresi ile ise mesafeli ve seviyeli bir ilişki kuracak. Diğer türlü zarar görmesi kuvvetle muhtemel.

Günümüzde insanların yakın çevresiyle ilişkilerinde ciddi problemler yaşanıyor. Eve gidiyor eşini, çocuğunu, annesini-babasını, kardeşini görüyor ama derinlikli ilişki kuramıyor yakın çevresiyle. Ne oluyor? Nasılsın, iyi misin? Yemek var mı? İş nasıl gidiyor? Bitti… Bu kadar… Ondan sonra bütün sohbet sosyal medya üzerinden yürütülüyor. Yakın çevreyle derinlik kaybolunca bu sefer insan ihtiyaç duyduğu sıcaklığı, ilgiyi, sevgiyi başka kanallardan karşılamaya çalışıyor.

Altınoluk: İnsanın derinlikli bir ilişki diye bir ihtiyacı var öyleyse…

Dinç: Elbette insanın derinlikli ilişki kurma ihtiyacı var. Derdimizi, düşüncemizi, ihtiyacımızı, problemimizi, hiçbir şey olmasa yaşadıklarımızı paylaşma ihtiyacı duyarız. İnsan görünmek ister. Bu ihtiyaç yakın çevre tarafından karşılanmıyorsa başka yollar devreye girecektir. Bu noktada insanlar sıklıkla sosyal medyaya sığınıyorlar. Bu nedenle baktığımızda birinci problem sosyal medyanın yakın çevremizle olan ilişkimizin derinleşmesine mani olmasıdır.

İLİŞKİ ÇERÇEVESİNİ SEÇMEK

Altınoluk: Kendi yakın çevremizle derinlikli bir ilişki kuramamak zaten büyük problem olarak bize yeter diyorsunuz.

Dinç: Evet yakın çevreyle ilişkinin derinleştirilememesi, uzak çevreyle de mesafenin ve seviyenin kaybolması oldukça önemli bir problem olarak karşımıza çıkıyor. İnsan hiç yüzünü görmediği, gerçek kimliğini bilmediği insanlara bütün dertlerini anlatabiliyor. En yakın arkadaşıymış gibi samimi bir dille hitap edebiliyor. Karşı tarafın niyetini bilmediğimiz için bu ilişkiler genelde de zarar getiriyor. Üslup, ahlak kayboluyor. Yakın ilişkiler nasıl derinlikli olacaksa uzak ilişkilerde de bir mesafe bir seviye olacak. İlk gördüğüm insanla bütün sınırları kaldırarak konuşamam. Dolayısıyla da sosyal medyada üslup problemi bu anlamdaki problemlerden bir tanesi.

Sosyal medyanın kullanımının yol açtığı sorunlardan bir diğeri ise insanın bireysel hedeflerine ulaşmasına mani olması. Sosyal medyayı insanın çokça kullanması hayatta bir şeyler başarmasına, mutlu olmasına, kendiyle alakalı yatırımlar yapmasına mani oluyor. Sosyal medyaya ayırdığımız vakit süresince kendimize ve gerçek hayatımıza yatırım yapmış olsak çok büyük mesafeler kat ederiz.

Tabii bu noktada bireysel hedeflerin olmaması gerçekliğinin altını çizmemiz gerekiyor. Yani insan kendini hayatta konumlandırırken ben ne işe yararım? Ne yapmak istiyorum? Hedefim ne? Bu pek konuşulmuyor. Faydalı bir insan olayım. Tamam faydalı bir insan ol da nasıl faydalı insan olacaksın? Bugün ne yapacaksın faydalı bir insan olmak için? Şu an ne yapacaksın faydalı bir insan olmak için? Böyle parça parça günlük hedefler koymadığımız zaman genele yayılmış hedefler bizi motive edemiyor. Harekete geçiremiyor. Harekete geçirmediği için de ne yapıyoruz, şu an bir vaktim var, bu vaktimde ne yapsam, yapacak anlamlı bir şeyim yok o zaman sosyal medyaya bakayım. Bakayım ne oluyor dünyada? Bir sürü faydası var gerekçesiyle sosyal medyaya yöneliyor. Tamam bir sürü faydası var da keçi boynuzu yemek gibi bir şey bu. Nasıl bir insan bir gram şeker için koca bir keçi boynuzu yememesi lazımsa bunun gibi bir gram bilgiye ulaşmak için saatlerce sosyal medyada dolaşmaya gerek yok. Direk sağlıklı bilgi kaynakları varken oralara girmeye çalışmak lazım. Bakıyorum bazı insanlar sosyal medya ağlarından mesela bin kişiyi takip ediyorlar. Bin kişiyi bir insan nasıl takip edebilir, nasıl yetişebilir? Ne kadar gereklidir bin kişiyi takip etmek? Niye bu kadar her şeyden haberdar olmak istiyor insan? Bunlar hep sosyal medya ile olan ilişkimizde kendimize sormamız gereken, üzerinde uzun uzun durulması, cevaplanması gereken önemli sorular. Çünkü insanın bir kapasitesi var. O kapasite çok bilgiyi kaldırmıyor. Gereksiz, faydasız olan faydalı olana mani oluyor. Çok ilişkiyi kaldırmıyor. Çok sözü kaldırmıyor. Dolayısıyla sosyal medyaya baktığımızda kaldırabileceğimizin üzerinde ilişki var. Kaldırabileceğimizin üzerinde insan var, bilgi var.

Ama doğru kullanırsak ciddi anlamda faydalanmak da mümkün. Mesela biri belli sayıda insanı takip ediyor. Kendi hayatıyla ilintili kişileri takip ediyor. Çok güzel. Belli sayıda insanla etkileşim kuruyor. Bunda da problem yok. Ama herkesle konuşacağım, herkese laf yetiştireceğim, herkese cevap vereceğim, herkesin ne yediğine bakacağım denirse bunda çok ciddi bir problem var demektir. Çünkü herkesin ne dediğine, herkese laf yetiştirmeye çalışırken kaçırdığın bir hayatın var. Benim hayatım ne olacak? Hedeflerim, yapmak istediklerim ne olacak? Ben hayata başkalarına laf yetiştirmek, başkalarının gündemlerini takip etmek, başkalarının yaptıklarını gözlemlemek için mi geldim? Burada işte Ahmet Hamdi Tanpınar’ın güzel bir tespitini hatırlamak lazım; “İnsan hayatta yaşarken kendiyle karşılaşmalı.” Kendiyle oturmalı konuşmalı, dertleşmeli. Kendiyle baş başa kalmaya dikkat etmeli. Yeter ki böyle bir gündemimiz olsun. Böyle bir gündemimiz olsa zaten sosyal medyayı sağlıksız ve çokça kullanmaya vaktimiz de imkanımız da olmayacak. Ama böyle bir gündem olmadığı için insan boş kaldığında yapacak çok anlamlı bir şey yok bakayım insanlar ne yazmış? Bakayım millet nereye gitmiş? Bu sefer başka başka gündemlere insan bulaşmış olur. Bu da bir diğer önemli problem.

Biz bir hayat yaşıyoruz ve bunun her saniyesinden mesulüz. Bunun hesabını vereceğiz. Nasıl geçirdin vaktini, ömrünü? Ben, kimin ne paylaştığına bakmakla geçirdim. Kim ne yazmış ona cevap vermekle geçirdim. Olmaz... Kim nereye gitmiş onu takip etmekle geçirdim. Olmaz… Bunlar insanın hayatını ziyan etmesinin başka başka ifadeleridir. Temelde meselemiz insanın hayatını ziyan etmemesidir. Toparlarsak, sosyal medya yanlıştır, sosyal medyayı kullanmak uygun değildir diye bir şey yok, sosyal medyayı yanlış kullanmak diye bir şey var ve uygun olmayan da budur.

DARALAN İLİŞKİ ÇERÇEVESİ

Altınoluk: İnternetin çağımızda bu denli yaygınlaşmasıyla birlikte, internet içerisinde “ağ toplumu” olarak tabir edilen o topluma adeta yakalanmışız, kıvranıyoruz, bocalıyoruz, oradan kurtulamıyoruz adeta. Bu noktada bir bağımlılık tehlikesinde söz etmek mümkün mü? Varsa insanları bu ağa iten, bu çıkmaza sokan psikolojik sebepler nelerdir?

Dinç: İnsan çok boyutlu bir varlık. Dolayısıyla insandaki problemi düşünürken bu çok boyutluluk içerisinde ele almazsak olmaz. İnsan bir problem yaşıyorsa, bu problemin tek bir sebebi olmaz. Sosyal medyanın yanlış kullanılmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi de, son 50 yılda toplumsal yaşamın hızlı bir şekilde değişmiş olması. Yani bireye biz vurgu yapıyoruz, bireyin kendi hayat hedeflerini belirlemesi vesaire çok önemli ama, sosyal hayatın o hayat hedeflerini karşılaması, kolaylaştırması, yardımcı olması, destek olması, teşvik etmesi çok önemli. Bu anlamda baktığımızda, sosyal medyanın yanlış kullanılmasına iten en önemli sebeplerden bir tanesi insanların her geçen gün çok kalabalıklar içerisinde daha az görünür olması. Yakın ilişkilerde daha az görünür olması. Yakın ilişkilerin daralması. Baktığımızda önceden insanların geniş aile içinde her gün yaşamaları söz konusuydu. Geniş ailenin etrafında bir sürü akraba vardı. Bu akrabanın yanında günlük hayatta, mahallede, tanıdığı komşusu, eşi-dostu, esnafı, bakkalı, berberi, kasabı vesaire vardı. Ve inanılmaz yoğun ilişki ve iletişim kurduğu yoğun bir ağın içinde insan yaşıyordu. Ve görünme ihtiyacını, kendini ifade etme ihtiyacını, ilişki kurma ihtiyacını karşılayabiliyordu. Sıcak temas çokça vardı. Ama bugün baktığımızda, dünyanın her yerinden haberimiz var. En derinlikli kulislere kadar her şeyi biliyoruz. Ama etrafımızda derin ilişki kuracağımız insan sayısı inanılmaz şekilde azaldı. Evlerimiz küçüldü, küçüldü, küçüldü… Sadece evlerimiz küçülmedi, ilişkilerimiz de küçüldü. Etkileşimlerimiz de daraldı. Artık mahallenin bakkalıyla muhabbet eden kaç kişi kaldı. Mahallenin kasabı, esnafı kaldı mı, kalmadı mı şüpheli… Hatta marketi bile kalmadı, online siparişe döndü her şey. Hiç görmeden ilişki kuruyoruz.

Bir taraftan bakıyoruz komşuluk ilişkisi ölmüş. Bir taraftan bakıyoruz mahalle kavramı diye bir şey kalmamış. Bir taraftan bakıyoruz geniş aile diye bir şey kalmamış. Küçücük daracık çekirdek ailelerde yaşıyoruz. Geniş aileyi bıraktık, akraba diye bir şey kalmamış. Kendi kendimize sorduğumuzda, akrabalarımızla ne sıklıkta görüşüyoruz. Ya da akrabalarımız ne kadar genişliyor. Dayısını, dayısının oğlunu, teyzesini, teyzesinin oğlunu, kuzenlerini bilmez tanımaz hale geldi insanlar. Bu da insanı fakirleştiren, insanı sıkıntıya sokan bir faktör. Çünkü insan ilişki kurmak istiyor, görünmek istiyor, konuşmak istiyor, dertleşmek istiyor. Zaman zaman farklı insanları da görmek istiyor.

sosyal_medya2

İki tane saka dolaşıyormuş. Saka malum su satan insan. Karşılaşmışlar, selamlaşmışlar. Bir tanesi ötekine demiş ki; “Bana bir bardak su verir misin?” Öbürü; “ben niye veriyorum, sen zaten su satıyorsun. Sırtında su var. Kendi suyunu iç” demiş. O demiş ki; “Ben kendi suyumdan bıktım. Bir bardak ta senin suyundan içeyim.” Hakikaten insan bazen kendinden, devamlı kurduğu ilişkiden bunalabilir, daralabilir, sıkılabilir. İlişki yetersiz gelebilir. O zaman onu ferahlatacak, bir adım ötesindeki ilişki olabilir. O da işte akraba ile olan ilişki. Belki akrabanın akrabasıyla olan ilişki. Olabilirdi, önceden oluyordu. Ama şimdi o yok, onu bulamıyor. Ne oluyor, evde anne babadan, eşten, kardeşten, iki insandan, üç insandan müteşekkil bir hayat yaşıyor. Ama günlük hayatta yüzlerce insanla karşılaşıyoruz. Telefonumuzda binlerce insanın numarası var, ama kaç kişiyle hesapsız bir şekilde dertleşebiliriz, soru işareti. Ne oluyor? İlişki yüzeyselleşiyor, derinleşemiyor. Çok insanla etkileşimimiz var, ama ilişkimiz yok. Çok insandan haberimiz var, bilgimiz var, ama uzaktan uzağa selam düzeyinde. Nezaketen konuşma düzeyinde, dertleşme, halleşme, yardımlaşma düzeyinde değil. Bu insana sıkıntı veriyor. İnsan daha derinlikli ilişki kursun istiyor.

GERÇEK DEĞERLERİ KAYBEDİYORUZ

Sosyal medyanın bağımlılık düzeyinde yanlış kullanılmasının önemli faktörlerinden birisi de şu: Malum bu çağ için; hız, haz çağı diyorlar. Yani bir an önce, hemen şimdi, çokça istediğim olsun. Tabii burada tek cümlede bir sürü boyuttan bahsettik. Bir, hemen olsun, beklemeyeyim, sabretmeyeyim. Sabır gücünü, sabır erdemini kaybediyorum. İkincisi, çok bir şey yapmadan olsun. Çok emek vermeme, çok mücadele etmeme gerek kalmasın. Çok fedakârlık yapmama gerek kalmasın. Burada fedakârlık erdemini, emek erdemini kaybettik. Üçüncüsü, çokça olsun. Bir tane-iki tane gelmesin çokça gelsin. Burada kanaat, bereket kavramlarını kaybettik. Sosyal medya ilişkilerine baktığımızda da böyle. Sosyal medya ilişkilerinde çokça insan, her an, hemen varlar. Ve o insanlara ulaşmak için, onlarla yazışmak için bir emek vermeye gerek yok. Cumhurbaşkanıyla yazışıyor adam. Bakana bir şeyler yazıyor, cevap alıyor. Hiç emek vermeye gerek yok. Fedakârlık yapmaya gerek yok. Ve çokça insan var. Karşımda böyle bir kanal var.

Bir de öbür tarafta gerçek hayat diye bir şey var. Gerçek hayatta ne var? İlişki kurabilmem için emek vermem gerekiyor, fedakârlık yapmam gerekiyor, sabır göstermem gerekiyor. Ve çokça değil, belirli sayıya ulaşabiliyorum fiziki varlık olarak. Ama sosyal medyada arkadaş olabileceğim binlerce insan var. Ne oldu? Bu erdemler oynarsa hayatımızda, yani sabırlı olmayı ben hayatıma sindirmemişsem, fedakâr olmayı, emek vermeyi, emeğim olmayan şeye sahip olmamayı sindirmemişsem, kanaati, bereketi sindirmemişsem, tabii ki gerçek hayatta az sayıdaki, emek gerektiren, sabır gerektiren, ilgi gerektiren, dikkat gerektiren ve zaman gerektiren ilişkiyi tercih etmem. Niye? Çünkü öbür tarafta emek vermeme, fedakârlık yapmama, sabır göstermeme gerek yok ve sınırsız. Çokça oraya giderim. Bu yüzden hayatımız değerler üzerine oturmadığı zaman, temel değerlerimiz olmadığı zaman, tabii ki ben sosyal medyayı sınırsızca, ölçüsüzce, bağımlı bir şekilde kullanabilirim. Çünkü bana iyi geleceğini düşündüğüm, bana kendimi iyi hissettiren veya haz veren şeyleri orada bulabiliyorum. Saçma sapan bir paylaşım, saçma sapan bir söz paylaşıyorum, bir sürü insan paylaşıyor, beğeniyor. Belki onların da beğendiği yok, ama ayıp olmasın diye beğeniyorlar belki. Gerçek hayatta söylesem komik bulunacak bazı sözleri sosyal medyada paylaşınca alkış alıyorum, takdir alıyorum. Ya da başka bir insanın sözünü doğru dürüst okumadan, anlamadan paylaşıyorum. Hiçbir şey yapmadan bir sürü insan paylaşımımı beğeniyor. Ya da başka bir insanın emek vererek yaptığı bir videoyu, çektiği bir resmi pat diye paylaşıyorum, bir sürü insan beğeniyor, benim hoşuma gidiyor. Sanki ben yapmışım gibi. Halbuki ben yapmadım, benim emeğim yok, benim gayretim, fedakârlığım yok orada. Ama varmış gibi sahipleniyorum. Bir sürü insan beni beğendi diye çok hoşuma gidiyor. Aslında beni beğenmedi. Burada bir algı bozukluğu var. Bu algı bozukluğu da, o temel değerlerin oturmamasından kaynaklanıyor. O yüzden ben sosyal medya bağımlısı bir insan olmak istemiyorsam, ya da sosyal medyayı doğru bir şekilde, ahlâklı bir şekilde, anlamlı bir şekilde kullanayım istiyorsam, davranışlarımı değil, temel değerlerimi netleştirmem lâzımdır. Doğru bir şeylere sahip olmak için, emek vermek, sabretmek, zaman geçmesi gerektiğini biliyor muyum? Berekete, kanaate inanıyor muyum? Bunları göz önünde bulundurarak mı hayatımı konumlandırıyorum, yoksa bunlar önemli değil, biran önce ne gelirse gelsin diye mi bakıyorum?

Bu değerler olmazsa tabii ki sosyal medyayı ölçüsüz bir şekilde, sınırsız bir şekilde kullanırım. Bundan eşim alınmış çok da önemli değil derim. Niye? Değersiz baktığımda bir sürü alternatif var gibi görürüm. Zaten avuntu bulabileceğimiz bir sürü imkan ve insan var. Nefsin hoşuna gidecek, insanı yanlış yollara götürecek türlü alternatifler var. İnsan değer vermediği zaman, hayatını değerler üzerine kurmadığı zaman, değerleri sadece dilde, sözde bırakıp içselleştirmediği zaman böyle bakar. Eşim darılmış, darılsın zaten bu kadınlar böyle. Zaten bu adamlar böyle. Zaten bu neslin çocukları hiç kıymet bilmiyorlar. Zaten annem babam beni hiç anlamıyorlar. Herkese bir kılıf, herkese bir suç bulurum. Niye? Değerim yok. Ama değerlerim olursa, o zaman ben, sosyal medyada yüzünü görmediğim, hiç tanımadığım, sadece renkli, cancanlı fotoğraflar çekip gönderen bir insan için, eşimi kırmam- incitmem. Çocuğumun hak ettiği ilgiyi ondan esirgemem. Annemin babamın benden beklediği vakti, saygıyı, hürmeti onlardan esirgemem. Ama bu değerlerin oturmuş olması lazım. Öbür türlü hakikaten bu değer oturmadığı zaman, çok göz alıcı bir yerdir sosyal medya. Çok dikkat çekici bir yerdir. Çok yanlış kullanılmaya müsaittir.

SOSYAL MEDYAYI NASIL DOĞRU KULLANABİLİRİZ?

Altınoluk: Peki sosyal medyayı nasıl daha güzel kullanabiliriz?

Dinç: Evet bir de amaçlı kullanım meselesi var. Çok önemli bir nokta bu. Bunun hiç mi bir faydası yok? İlla ki var. Ve çokça insanda görüyoruz. Ne oluyor? İnsanlar, güzel bir niyet etrafında, davranış etrafında toplanıyorlar, örgütlenerek sosyal medya üzerinden, normal hayatta ulaşması çok zor olan, çok sayıda insana ulaşarak çok güzel işler yapabiliyorlar. O yüzden amaçlı kullanım çok önemli. Amaçlı kullanım ne demek? Ben sosyal medyada şu kadar vakit geçireceğim ama, ya benim hayatımla ilgili faydalı bir şey alacağım, ya faydalı bir şey vereceğim. Kim nereye gitmiş, kim ne yapmış, ne söylemiş değil? Beni ilerletecek, bana kalıcı faydası olacak, bir şey alacağım ya da bir şey vereceğim. Bir iyilik faaliyeti organize edeceğim, bir insanın faydasına olacak bir yazı yazacağım, birikimim, yeteneğim, tecrübem doğrultusunda bir eser meydana getireceğim. Ve bunu sosyal medya üzerinden paylaşacağım. Ya da iyi işlerin, iyi eserlerin, iyi davranışların yayılması için sosyal medyayı kullanacağım.

CEP

Neticede sosyal medyayı doğru bir şekilde kullanmam mümkün. Yeter ki sosyal medyanın başına otururken, elime telefonumu alırken bir amacım olsun. Ben sosyal medyayı kullanıyorum amma, bu kullanımda kendime kalıcı, faydalı bir şeyler alıyor muyum, ya da diğer insanlara faydalı, kalıcı, güzel bir şey veriyor muyum? Buna bakmak lazım. Bir şey alıp vermiyorsak boşa oyalanıyoruz demektir. İnsan zaman zaman oyalanmaya ihtiyaç duyar. Beş dakika, on dakika oyalanmaya ihtiyaç duyar. Saatlerce oyalanmaya ihtiyaç duymak diye bir şey yoktur. Saatlerce oyalanıyorsam, bir şeyleri ziyan ediyorum, israf ediyorum demektir. Ve her israfın, her ziyan edilen şeyin sorumluluğu var, hesabı var. Bunun da farkında, bilincinde olmamız lazım.

DÖRT MAHREMİYETE DİKKAT!

Altınoluk: Sosyal medya ve mahremiyet konusu sık sık gündeme geliyor. Çok ta tartışılıyor. Çünkü sınırları nerede başlar nerede biter, kestirmek te güç. Bu konu hakkında gördüğünüz, duyduğunuz yanlışlar nelerdir?

Dinç: Bu mahremiyet meselesi çok çok önemli. Çünkü çok ihlal edilmesi söz konusu oluyor. Burada belki birkaç meselenin üzerinde durmak lazım. Bunlardan bir tanesi, mahremiyet dediğimizde sadece beden mahremiyeti olarak bakmamamız lazım. Çünkü çokça beden mahremiyeti olarak bakılıyor. Ne demek beden mahremiyeti? İnsanın resimlerini paylaşması. İnsanın ailesi içerisinde kalması gereken resimleri, sosyal medyada herkesin görebileceği şekilde paylaşması sıkıntı. Başkasının izni olmadan onun resimlerini paylaşması sıkıntı. Herhangi bir konuda yeterli bilgisi olmayan bir insanın, mesela küçücük bir çocuğun özel resimlerini paylaşması sıkıntı. Bunlar bedensel mahremiyete giriyor, ihlal edilmemesi lazım.

İkincisi, dil mahremiyeti var. Dil mahremiyeti ne demek? Dil mahremiyeti insanın dilinin ölçülü olması, insanın özel hayatına zarar verecek şekilde, dengesini, bünyesini bozacak şekilde kullanmaması, ona karşı kullanılmaması. Sosyal medyada dil mahremiyetinin olmadığını çokça görüyoruz. İnsanlar birbirlerine mahremiyetlerine zarar verecek şekilde hitap ediyorlar. Çok samimi bir şekilde, çok özel bir şekilde, belki hakaretvâri bir şekilde, çok aşağılayıcı, çok incitici bir şekilde olabiliyor. Farklı farklı formları var. Ama temelde diyeceğimiz şu ki; dil mahremiyetine de dikkat etmek lâzım. Bir insan en yakın arkadaşına konuştuğu üslubu sosyal medyada göstermese iyidir. Sosyal medyanın bir ölçüsü olacak. Neticede dil mahremiyetini korumak lazım.

Bir diğeri de; yaşantı mahremiyeti. Bazı insanlar özel yaşantılarını, hatıralarını, ilişkilerini herkesin görebileceği bir şekilde paylaşıyorlar ya da bir insanla ilgili yaşadıklarını paylaşıyor. Halbuki o yaşantının ortağı olan insanın buna rızası yok. Ona hassasiyet göstermesi, izin alması lazım. Ya da hiç paylaşmaması lazım. Herkes her yaşantımızı bilecek diye bir şey yok, yaşantı mahremiyetinin de korunması gerekiyor.

Bir diğeri, düşünce mahremiyeti meselesi. Yani benim her düşündüğümü, hemen herkes bilmek zorunda değil. İnsanlar düşüncelerini süzmeden, işlemeden hemen yazıyorlar. İşlemeden, düşünmeden, süzmeden, uluorta yazmamak konuşmamak lazım. Çünkü ham düşünce, ham insanların daha da hamlaşmasına sebep olabiliyor. Yazdıklarınızı kimin hangi düşünceyle, hangi altyapıyla okuduğunu bilemiyorsunuz. O yüzden biraz daha ölçmek, tartmak, işlemek lazım söylediklerimizi, yazdıklarımızı. Bu sözüm nereye gider? Bu sözümden kim nasıl etkilenir diye tartmak lazım. Bakıyorsunuz çok iyi niyetlerle söylenmiş sözler, çok yanlış anlaşılıp, çok yanlış şekilde insanları olumsuz etkileyebiliyor.

Dolayısıyla bu dört mahremiyete dikkat etmek lazım. Burada insan içine çıkma meselesi çok önemli. Yani insan içine çıkacak şekilde, yeterince olgunlaştığı zaman düşüncemizi sosyal medyada yayınlamalıyız. Dilimizi insan içine çıkacak şekilde şekillendirip öyle kullanmalıyız sosyal medyada. Yaşantımız insan içine çıkmaya değer yaşantılar olduğu zaman paylaşmalıyız. Resimlerimiz, özel yaşantılarımız, özel paylaşımlarımız da insan içine çıkmaya değer, lâyık olduğu şekilde paylaşmalıyız diye düşünüyorum. Bütün bunlara dikkat edilirse sosyal medya bize zarar değil fayda verir, hayatımız fakirleştirmez zenginleştirir, ilişkilerimizi daraltmaz genişletir.

Altınoluk: Hocam çok teşekkür ediyoruz.

Dinç: Ben teşekkür ederim.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, 359. Sayı, Ocak 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.