Dinimize Göre Esirlere Nasıl Muamele Edilmelidir?

İslam’ın esirler konusuna bakışı nasıldır? Dinimize göre esirlere nasıl muamele edilmelidir? İşte İslam’da esirlere muamele...

Allâh Resûlü, Bedir’de üç gün kaldıktan sonra Medîne’ye döndüler. Alınan esirlerin durumunu Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ali ve Hazret-i Ömer ile istişâre ettiler. Ebûbekir (r.a.):

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Bunlar akrabâ ve kardeşlerimizdir. Ben onlardan fidye (kurtuluş akçesi) almanı uygun görürüm. Onlardan aldıklarımız, kâfirlere karşı bizim için bir kuvvet olur. Belki Allâh onları hidâyete erdirir de onlar da bizim için destek olurlar.” dedi.

Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ömer’e:

“–Ey Hattâb oğlu! Senin görüşün nedir?” diye sordu. O ise:

“–Hayır! Vallâhi yâ Resûlallâh! Ben, Ebûbekir’in görüşünde değilim! Onların boyunlarını vurmamıza izin ver! Bana müsâade buyur, (akrabamdan) filânın boynunu ben vurayım. Ali’ye müsâade buyur, (kardeşi) Akîl’in boynunu o vursun. Hamza’ya müsâade buyur, kardeşi filanın (Hazret-i Abbâs’ın) boynunu o vursun. Tâ ki Allâh, kalplerimizde müşriklere karşı bir yumuşaklık ve zaaf bulunmadığını ortaya çıkarsın! Bu esirler müşriklerin önderleri, küfrün elebaşlarıdır!” dedi.

Hz. Peygamber, Hazret-i Ebûbekir’in görüşüne meyletti. (Müslim, Cihâd, 58; Tirmizî, Siyer, 18/1567; Ahmed, I, 30-31, 383-384; Vâkıdî, I, 107; İbn-i Sa’d, II, 22)

Çünkü onların hidâyete nâil olacaklarını ve kendilerinden Allâh’a ibâdet eden bir neslin çıkacağını umuyordu.

İSLAM’DA ESİRLERE MUAMELE

Alınan esirler, yapılan istişâre netîcesi fidye karşılığında serbest bı­rakıldı. Fidye ödeyemeyecek durumda olanlar da karşılıksız serbest bırakıldı. Ancak bunlardan okur-yazar olanların her biri, on Medîneli çocuğa okuma-yazma öğretmekle vazîfelendirildi. Onlar da fidyelerini böylece ödemiş olacaklardı. Vahiy kâtibi olan ve bilâhare Kur’ân’ı cemetmiş bulunan Zeyd bin Sâbit (r.a.) da yazı yazmayı onlardan öğrenmişti. (Ahmed, I, 247; Vâkıdî, I, 129; İbn-i Sa’d, II, 22)

Allâh Teâlâ, esirler ve onlardan alınan fidye hakkında şöyle buyurdu:

Hiçbir peygamberin, yeryüzünde ağır basmadıkça (kesin zafere ulaşıp üstün gelmedikçe) esirleri olması lâyık değildir. Siz dünyâ malını istersiniz, oysa Allâh âhireti kazanmanızı murâd eder. Allâh Azîz’dir, Hakîm’dir. Eğer Allâh’tan bir yazı (hüküm) bulunmasa idi, aldığınız fidyeden dolayı size mutlakâ büyük bir azap dokunurdu. Artık elde ettiğiniz ganîmetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allâh’a karşı gelmekten sakının. Muhakkak ki Allâh bağışlayıcıdır ve merhamet edicidir.” (el-Enfâl, 67-69)

Hazret-i Ömer der ki:

“Sabahleyin Resûlullâh’ın yanına geldiğimde, O ve Ebûbekir oturmuşlar ağlıyorlardı.

«–Yâ Resûlallâh! Sen’i ve arkadaşını ağlatan nedir? Bana haber veriniz! Onu ağlanacak bir şey olarak görürsem ben de ağlayayım, ağlanacak bir hâl olarak görmezsem sizin ağlamanıza iştirâk etmeye çalışayım?» dedim. Resûlullâh:

«–Şu arkadaşlarının esirlerden aldıkları fidyelerden dolayı vay benim başıma gelene! Uğrayacakları azâbın şu yanımdaki ağaçtan daha yakın olduğu bana gösterildi!» buyurdu.” (Ahmed, I, 31; Müslim, Cihâd, 58)

ALLAH’IN MURADI

Allâh Teâlâ, düşmanlar iyice mağlûb edilerek dîn izzet bulmadan ve fitne tamâmen ortadan kalkmadan önce esir tutmaktan, onları fidye karşılığında serbest bırakmaktan râzı olmamış, bu sebeple Müslümanlara itâbda bulunmuştur. Fidye almakta dünyevî bir arzu da söz konusu olmaktadır. Oysa ki, Allâh’ın murâdı âhiret selâmetinin gözetilmesidir. Din düşmanlarının tam olarak sindirilmeden esir alınması, mü’minlerin âhiret selâmetini tehlikeye atabilirdi.

İctihâddaki bir hatâdan dolayı itâb etmemek, Bedir Savaşı’na katılanlara azâb etmemek veya açıkça yasaklanmamış olan bir işi yapanı cezâlandırmamak gibi bir ilâhî hüküm Levh-i Mahfuz’da yazılmış olduğundan, Allâh Teâlâ mü’minleri affetmiş, aldıkları ganîmeti helâl kılmış ve onları cezâlandırmamıştır.

PEYGAMBERİMİZİN SON SÖZLERİ

Cenâb-ı Hak, esir ve kölelere ihsân ile muâmele edilmesini emir buyurdu. (en-Nisâ, 36) Resûl-i Ekrem Efendimiz’in de bu hususta pek çok beyanları vardır. Hattâ vefâtı esnâsında son sözleri:

“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allâh’tan korkunuz.” olmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ ESİRLERE NASIL DAVRANIRDI?

Peygamber Efendimiz Esirlere Nasıl Davranırdı?

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.